Aziz Şah – Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.
Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.
Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.
-Nâzım Hikmet Ran
Nisan’ın ilk haftası yazdığım Pazar yazısında sizi dünya turuna çıkarmıştım…
Ocak, Şubat ve Mart aylarında dünya üzerinde salgına karşı gerçekleşen her türlü eylem, grev ve isyanı toparlamaya çalışmıştım. Eylemler durmadı, grevler durmadı, isyan da durulmadı…
Eylemlerin ekseni, salgının ve sınıf mücadelesinin en hızlı yayıldığı ülke olan İtalya’dan 1 Mayıs’ın doğduğu Amerikan topraklarına doğru kayıyor… Bir yandan reaksiyoner, faşist, beyaz üstün ırkçı kudurmuş Trump taraftarları sokaklara döküldü; diğer yandan onların karşısına fabrikalarda işçiler, hastanelerde sağlık emekçileri ve bütün sektörlerden proletarya dikildi…
Uluslararası anlamda en önemli 1 Mayıs’a doğru gidiyoruz. İnsanlık barbarlık ile sosyalizm arasında bir 1 Mayıs yaşayacak…
Bu 1 Mayıs belki meydanlarda kutlanmayacak, belki diyorum, herşeye rağmen kutlandığını göreceğiz. Salgına rağmen bir türlü durdurulmayan üretimin yapıldığı fabrikalarda ve günümüzün savaş cepheleri olan hastanelerde kutlanacak…
New York’un bütün hastanelerinde…
Detroit’in işçi havzalarında…
Lombardiya fabrikatörlerinin zorla çalıştırdığı İtalyan işçileri kutlayacak 1 Mayıs’ı…
Kübalı doktorlar dünyanın dört bir tarafına taşıyor zaten o mücadele ruhunu…
İtalyan hastanelerine yardıma giden Cezayirli, Tunuslu, Mısırlı, Rus, Çinli ve Kübalı doktorlar İtalyan meslektaşları ile hep bir ağızdan Enternasyonal’i söyleyecekler…
Bunlar olacak. Olduğunda şaşırmayın. Dünya evin balkonundan ve arka bahçesinden büyüktür…
Bugün ABD’nin bütün hastaneleri savaş meydanı gibi…
Hemşirelerin bir ellerinde şırınga, diğer elleri yumruk olmuş kalkıyor havaya…
ABD’den gelen fotoğraflara baktıkça dilimi ısırıyorum. Hastane koridorlarına ve avlusuna, meydanlara ve Beyaz Saray’ın karşısına diziliyor hemşireler ordu gibi, yumrukları sıkılı…
Sağlık emekçileri hastanelerin önünde maske talep ediyor. Bir hemşire pankart taşıyor: “Bizi cepheye silahsız göndermeyin, bana PPE verin…”
“PPE” kısaltmasını öğrendim o hemşirelerden… Personal Protective Equipment demekmiş. Kişisel Koruyucu Ekipman. Maske, eldiven, koruyucu kıyafet vesaire. Evet, ABD’de bir devrim olacaksa hemşirelerin maskesi olmadığı için olacak deseler kim inanırdı; ama maskesi yok hemşirelerin…
Eline kartonu kapan üstüne slogan yazıp hastanenin önünde eylem yapıyor…
Toplanıp Beyaz Saray’ın önüne gidiyor hemşireler!
Hastaneler kapitalizm ile savaş cephesine döndü insanlık için…
İkinci Dünya Savaşı’ndan beridir bütün dünyaya karşı haydutluk yapan ABD emperyalizmi bugün Amerikalı sağlık emekçilerine karşı haydutluk yapıyor…
Kim beklerdi tek bir bombardımanda milyar dolarlık mühimmatı mazlum halkların tepesine boca eden ABD’nin hemşirelerine takacak maskesinin olmayacağını?
Vahşi Batı’nın sokaklarında Trump’ın faşistleri önlemler kaldırılsın diye arabalarıyla, silahlarıyla ve “sürü” bağışıklıklarıyla eylem yaparken karşılarına gene hemşireler ve doktorlar dikildi…
Bir hemşire ve bir doktor durduruyor bir manga faşisti…
1918 Kasım’ında Berlin’de devrimi savunan makineli tüfekli askerler gibiler hemşireler ve doktorlar…
1989’da Tiannanmen Meydanı’nda tankı durduran Çinli genç gibi 2020’de ABD’de doktor ve hemşireler kamyonetleriyle sokaklarda geçit törenleri yapan Trump taraftarlarını durdurdu…
Çok acayip şeyler oluyor…
Dünya sizin evin balkonundan ve arka bahçesinden ibaret değil, Kıbrıslılar…
Ama anlatılan sizin de hikâyenizdir!
De te fabula narratur!
Üç hafta önce sizi dünya turuna çıkarmıştım. İtalyan metal, tersane, liman işçilerinin salgına karşı gerçekleştirdiği grevlerden Zimbabve’de koruyucu malzeme için grev yapan doktor ve hemşirelere…
Yazının sonunda şöyle demiştim:
“Unutuyordum az kalsın! Ekim ayında Lübnan’da devrim başladı. Ekim ayından beridir mezhepçi rejimin değişmesini talep eden kitleler sokakları Korona salgınına kadar terk etmediler. Ta ki Korona salgını Lübnan’ı esir alana kadar Lübnan devrimi salladı Arap aleminin finans merkezi olan Beyrut’u…
Lübnanlıların önceki gün canına tak etti. Ne OHAL dinlediler, ne sokağa çıkma yasağı…
Açlıktan öleceğimize virüsten ölürüz diye sokağa döküldüler.”
29 Mart’ta gece Beyrut’un fakir Tripoli bölgesi ve kuzey Beyrut bir açlık isyanına tanıklık etti…
Bu isyandan önce sokağa çıkma yasağı ve OHAL ilan edilmişti. Asker sokaktan insan topluyordu…
Salgın zamanı sokakta gezen varlıklı sorumsuzlar ile salgın zamanı aç kaldığı için sokağa çıkmak zorunda kalanlar arasında ciddi bir fark vardır. Ona “sınıf” denir…
Salgında vatandaşlarının karnını doyuramayan bütün devletlerin defteri dürülecek…
Çürümüş Lübnan devleti aç insanları evlere kapattı, kapıyı üzerlerine kilitledi. Ekim ayından beridir kökünden sallanan devlet bir haftadır evde tutamıyor kitleleri…
Salgın Lübnan devrimini eve kapatmaya yetmedi. Bir haftadır eylemler yeniden başladı. Mart sonundaki açlık isyanından sonra önce arabalarla konvoy oluşturarak eylemlere yeniden başladılar. Ardından Mart ayında tutuklanan göstericilerin serbest bırakılması için Gemmayzeh Karakolu önünde toplanıp arkadaşlarını devletten istediler…
Karakoldan sonra sıra bankalara geldi. Merkez Bankası’nın kapısına dayandılar…
Sokağa çıkma yasağı ve OHAL’in olduğu memlekette Merkez Bankası’nın önüne kamp kurdular. 6 ayda defalarca hükümet yıkan Lübnanlılar şimdi gözlerine Merkez Bankası’nı kestirdi…
Lübnan herhangi bir Arap ülkesi değildir. Lübnan Arap aleminin finans merkezidir, Wall Street’idir! Bir yanda Korona’nın üretimi ve tüketimi düşürmesi ile yaşanan daralma, diğer yanda petrol krizi, bunların ortasında da Lübnan’da Merkez Bankası’nın kapısına dayanan açlık…
Batı’dan maskesiz Amerikalı hemşireler ve doktorlar, Doğu’dan aç Lübnanlılar yürüyor. Ortada buluşacaklar…
Mitoloji kitaplarındaki “Tufan” o zaman Tufan görsün işte…
Bu yüzden Nâzım “Açlık ordusu yürüyor” dedi. Vardır bir bildiği…
Uzaktan tanıdığım enternasyonal sosyalist Asya kökenli Amerikalı bir hemşire var. Salgından önce bebeğini doğurdu. “100 gün oldu” dedi, “Şimdi onu bırakıp cepheye gidiyorum”…
Gidiş o gidiş…
Harlem Hastanesi’nde yüzlerce hemşireyi almış arkasına Karl Liebknecht’in 1916 1 Mayıs’ında haykırdığı gibi haykırıyor…
-How many of us must die?
-Kaçımız ölmek zorunda?
Devrimci hemşirenin cepheden haykırırken kurduğu cümle ABD sağlık sistemi üzerine yazılmış kült kitaplardan birini hatırlattı bana. Kitabın adı “Who shall live?”…
“Kim yaşayacak?” diye kim sorabilir ki?
ABD’nin en ünlü sağlık ekonomisti Victor Fuchs meselenin “değer” ile ilgili olduğunu söyler: Bir hayat kurtarmaya ne değer biçilebilir? Ağrıyı azaltmanın değeri ne? Komşu, akraba ve yabancı için bu değer değişir mi?
“Ekonomi piyasa fiyatlarının nasıl belirlendiğini açıklayabilir, ancak temel değerlerin nasıl oluştuğunu açıklayamaz, çeşitli seçeneklerin sonuçlarını bize gösterebilir ama bizim yerimize seçimler yapamaz. Bu sınırlamalar daima bizimle birlikte olacak. Ekonomi asla ahlak ve etik değerlerin yerini alamaz”…
İşin aslı 1974 yılında yazdığı kitapla “Kim yaşayacak?” diye soran Fuchs’a cevabı 2020 yılında sorduğu başka bir soruyla devrimci hemşire cevap veriyor: “Kaçımız ölmek zorunda?”…
1974’te ilk soru sorulduğunda kapitalizmin yeni bir kriz çevrimi başlamıştı. “Petrol krizi” demişlerdi adına…
2020’de ikinci soru sorulduğunda kapitalizmin çöküş/depresyon çevrimi yeni bir dip gördü. Bu defa da “Korona ve petrol krizi” dediler adına…
1974’te “Kim yaşayacak?” diye sorulduğunda “kim” dedikleri “hastalar”dı. 2020’de “Kaçımız ölmek zorunda?” diye sorulurken ölenler sağlık emekçileri!
Hastaların ötesinde sağlık emekçilerinin kitlesel kırımına ve çökmüş olan sağlık sistemine karşı ABD’de devrimci hemşireler ordusu yürüyor…
Sağlık ekonomisti Fuchs’un sorduğu “ahlaki ve etik” soruların aslında hiçbir anlamı yok. Meselenin ahlak ve etik ile bir alakası yok çünkü. Pazar anarşisi ile alakası var…
Doktorların “tanrı kompleksi” olduğu söylenir. Asıl “tanrı kompleksi” olan “Kim yaşayacak?” diye soran piyasa virüsüdür…
2008’den beridir süren Üçüncü Büyük Depresyon’da doktorların ve hemşirelerin Kişisel Koruyucu Ekipmanları’nı karşılayamıyor kapitalizm. Yerin yüzlerce metre altına giren maden işçisi ile hastanede çalışan doktorun ve hemşirenin ölüm riski neredeyse aynı. Hatta doktorların ve hemşirelerin ölüm oranı şu sıralar madencilerden daha yüksek!
Yani “tanrı” kim?
Bu sorunun cevabını da ABD’de gerçekleşen eylemlerde açılmış başka bir pankart veriyor…
-Wall Street için ölmek istemiyoruz!
Lübnan’da eylemciler Merkez Bankası’nın kapısında…
ABD’de Wall Street için ölmek istemiyorlar…
Bu salgının dillere yapıştırdığı en iğrenç kelime “bulaş” oldu Türkçe’de. O bulaş oldu, bu bulaş oldu, şu bulaş oldu…
Bu salgının en hızlı “bulaş”ı ise sınıf kini oldu.
İtalya yalnızca virüsün değil grevlerin de en hızlı yayıldığı ülke oldu. İtalyanlar hem Covid-19 bulaşı oldu, hem de grev bulaşı…
Bugün artık Amerikan hastanelerinde hemşire ve doktorlar sınıf bilinci “bulaş”ı oldu!
Beyrut’tan New York’a bankaların diktatörlüğüne karşı sınıf kini “bulaş”ı yayılıyor…
Siz hâlâ daha bulaşmadınız mı?
2010 yılında Obama’nın makyajdan öte bir şey olmayan sağlık reformuna “özgürlüklere sosyalist saldırı” diye karşı çıkmıştı liberaller. 2020 yılında salgına karşı evlere kapanmayı protesto eden faşistler de “özgürlüklere bir saldırıdır eve kapanmak” diyor…
Bugün bütün sağlık reformlarına içeriğine bakmaksınız karşı çıkan liberaller ile “özgürlükleri savunan” faşistlerin karşısında en ön cephede maskesiz hemşireler var.
Hemşirelerin meşhur fotoğrafını bilirsiniz “Sus!” diyen…
Bugün o fotoğraf, yumruğu havada hemşirelerin fotoğrafı ile yer değiştiriyor…
Hemşireler bugün dünyanın dört bir tarafında “Susma haykır, sağlık bir haktır” diyor…
(26 Nisan 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)