Aziz Şah – “Barış içinde birarada yaşama ilkesi, Kıbrıs’ta, NATO’nun ve Türkiye hükümetinin baskıları yüzünden zor bir sınav geçirdi. Kıbrıs halkı ve hükümeti egemenliklerini kahramanca savunmak zorunda kaldılar.”
Bu sözler Ernesto Che Guevara’ya ait…
Tamı tamına böyle demişti alkışlarla ve bravo sesleriyle kesilen konuşmasında…
12 Aralık 1964’te Birleşmiş Milletler’in 19. Genel Kurulu’nda…
Bu sözlerin biraz da olsa ardında kalanlara göz atalım…
Kıbrıs’ın Che’nin konuşmasının tam ortasına girmesi bir tesadüf değildi…
O günün iki kutuplu dünyasında bir yanda Sovyetler, diğer tarafta ABD. Devrimini yeni yapmış olan Küba kendisine nefes alacak bir alan arıyordu. Yalnızca ABD’ye kafa tutmuyordu Küba, Sovyetler’deki ve Çin’deki bürokrasi ile de mücadele ediyordu.
ABD-SSCB bloğundan ayrı bir üçüncü blok doğmuştu 1955’te Bandung Konferansı’nda. Küba elinden geldiğince Asya-Afrika-Latin halklarını bir araya getiren konferanslar düzenliyor, iki blok dışında kalan halkların dayanışmasını ve birliğini örmeye çalışıyordu…
Che Küba’nın bu konudaki en önemli silahıydı. Gerilla kıyafetleri içinde diplomat Che arşınlıyordu dünyayı…
Tek ülkede sosyalizmin ve tek adada devrimin hayatta kalamayacağını çok erken kavradıklarından dolayı devrimin yayılması için örgütlenme faaliyetiydi bu çabaları. Tam da 1917 devriminden sonra Lenin’in “Doğu Halkları Kurultayı” toplayarak yapmaya çalıştığını Küba devriminden sonra Fidel ve Che yapmaya çalışıyordu. Yayılmayan devrim izole olur, izole olan devrim de bürokratikleşerek çürür çünkü. Küçücük Küba da hayatta kalmak için elinden geleni yaptı. Bu faaliyetler hem Çin’i hem Sovyetler’i hem de ABD’yi rahatsız etti…
Fidel ve Che bir noktaya kadar Sovyetler’den aldıkları ekonomik yardımlardan dolayı ABD-SSCB arasındaki barışa biat edermiş gibi yapıyorlardı. Diğer taraftan SSCB-ABD arasındaki “barış içinde bir arada yaşama” ilkesine tabi olmamak için ellerinden geleni yaptılar… Che’nin BM’de yaptığı konuşmasında da defalarca tekrar edilen “barış içinde bir arada yaşama ilkesi” sadece kağıt üzerinde duruyordu. Küba pratikte başka bir yol izledi…
ABD-SSCB barışına biat ettiğini açıklayan Küba’nın istihbaratında gizli bir servis oluşturuldu. Latin Amerika çapında devrimi silahlı tarzda desteklemek üzere örgütlenen bu servis Che’nin enternasyonalist faaliyetlerinin karargâhıydı. Che’nin görünürdeki görevleri ekonomi, tarım, kültür gibi alanlarda olsa da esas görevi Latin Amerika’da silahlı kalkışmaların koordinasyon, sevk ve idaresiydi. Che’nin ölümünden sonra bir süre daha devam etse de bu durum zamanla değişti…
Che’nin Bolivya’dan önce gittiği Kongo genelde bilinmez mesela. Daha çok şey bilinmez… Çünkü kapitalizmin koladan puroya iç çamaşırından içkiye markalaştırdığı Che’nin içi boştur. Esas Che ise viski şişesinin üstünde durduğu gibi durmaz gerçek hayatta…
Che’nin Küba devletinin gizli servisi içerisinde bu faaliyetleri yürütürken, tüm bu işleri Fidel’den habersiz ya da onu karşısına alarak sürdürdüğünü düşünmek saflık olur.
Bu askeri faaliyetlerin ötesinde Küba devleti “üçüncü dünya ülkeleri” olarak anılan yoksul eski-yeni sömürgeleri bir araya getirerek örgütlemeye çalışıyordu. Bu çabalar arasında en önemlisi Tricontinental (üç kıta) hareketiydi. Bu örgütün ilk ve tek kongresi 1966’da Havana’da toplandı. Bu kongreye 82 ülkeden 512 delege ve 21 gözlemci örgüt katıldı. Küçücük Küba dünya mazlumlarını kendi etrafında yeniden saflaştırıyordu…
Che Tricontinental adına Cezayir’e gider. ABD’nin en ünlü devrimcilerinden Malcom X ve Kuzey Afrika-Ortadoğu bölgesinin Faslı devrimcisi Mehdi Ben Berka ile görüşür. Dünya devriminin yayılmasıdır gündemleri. O görüşmeden sonra Mehdi Paris’te kaçırılarak işkencede öldürülür. Malcom X ve Che ise ABD tarafından…
Devrimi üç kıtaya yayma hedefindeki Tricontinental’in Che’nin hayatında şöyle bir önemi vardır: Che bürokratik işçi devletlerine yaptığı seyahatlerde gördükleriyle, “sosyalist” geçinen bu ülkelerdeki bürokrasinin Küba’ya karşı takındığı tutumla bürokratizme diş biler…
Che yalnızca emperyalizme ve kapitalizme değil, bürokrasiye karşı da mücadele eder. Che’nin politik vasiyeti sayılan bir metin vardır. Başlığı “Tricontinental’e mesaj”. Devrimin üç kıtada yayılması Che için işte o kadar hayat memat meselesidir…
Çok fazla örnek vardır. Sadece birine değinelim. Sovyetler ve Çin Vietnam savaşının kızıştığı 1965’te tavrını ortaya koymayınca küçücük Küba’nın Fidel’i ve Che’si kükrer. Bürokrasiye kafa tutarlar…
1964 Aralık’ında konuştu Che Birleşmiş Milletler’de…
Peki, Che’nin konuşmasının içine nasıl girdi Kıbrıs?
Ne kadar çok gezse de Che, iletişimin bugünle kıyaslanamayacağı bir dünyada Kıbrıs’ta NATO’nun ve Türkiye’nin baskıları olduğundan Che nasıl haberdar oldu?
Neden “Kıbrıs halkı ve hükümeti egemenliklerini kahramanca savunmak zorunda kaldılar” dedi?
1955 Bandung’da üçüncü dünya ülkelerinin konferansına katılır Makarios…
1961’de Belgrad’da, 1964 yılında konferans Kahire’de tekrar edilir. Che BM’deki konuşmasında 1964 Kahire konferansına devamlı atıf yapar. Şöyle der:
“Burada sizlere, başbakanımızın Kahire’de söylediği, İkinci Bağlantısız Ülkeler Hükümet ve Devlet Başkanları Konferansı bildirisinde sarf ettiği sözleri yenilemek istiyoruz: Dünya barışı güvence altına alınmak isteniyorsa, barış içinde yaşamak hakkı sadece en güçlülere tanınamaz. Barış içinde bir arada yaşama ilkesine tüm devletler uymalıdır. Ülkelerin büyüklükleri, daha önce kurdukları ilişkiler ve belirli dönemlerde, bazı ülkeler arasında çıkan sorunlar bu ilkelerin uygulanmasına engel olmamalıdır.”
Konuşmasının başka bir yerinde Fidel Castro’nun dediği gibi der:
“Egemenlik kavramı, ulusların ve bağımsız halkların hakkı olarak var oldukça, halkımızın bu haktan yoksun kalmasını kabul etmeyeceğiz. Dünya’da bu ilkeler hüküm sürdükçe, dünya tüm halklar tarafından tanınan ve kabul edilen bu kavramlara göre yönetildiği sürece, bu hakların birinden dahi bizi yoksun etme girişimlerine yanaşmayacağız, bu hakların hiçbirinden vazgeçmeyeceğiz.”
Che BM’de küçük ülkelerin egemenlik haklarını savunur…
Egemenliği savunurken “Kıbrıs halkı ve hükümeti egemenliklerini kahramanca savunmak zorunda kaldılar” der…
Üçüncü dünyanın “Bağlantısızlar Hareketi”nin 1964 Kahire Zirvesi’ne atıf yapan Che, 1961 Belgrad Zirvesi’nden de bahseder…
Şöyle der:
“47 ülkenin katılmasıyla Kahire’de toplanan İkinci Bağlantısız Ülkeler Devlet ve Hükümet Başkanları Konferansı’nda oybirliğiyle şu anlaşmaya kabul edildi:
“Yabancı askeri üslerin, uluslar üzerinde bir baskı aracına dönüştüğünü, halkların kurtuluşunu ve kendi öz ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel temelleri üzerinde gelişimlerini engellediğini endişeyle göreni konferansımız, topraklarından yabancı üslerin kaldırılması için mücadele veren ülkeleri desteklediğini açıklamak ister ve tüm devletlere, başka ülkelerde bulunan askeri birlikleri geri çekmeleri, derhal üslerini kapatmaları için çağrıda bulunmayı görev bilir.
Konferansımız, Amerika Birleşik Devletleri’nin Küba halkının ve hükümetinin kararlarına karşı gelerek ve Belgrad Konferansı Bildirisi hükümlerine aykırı olarak Guantanamo’da (Küba’da) askeri deniz üssü bulundurmasını Küba’nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saldırı sayar.
Küba hükümetinin Guantanamo Deniz Üssü’nde Amerika Birleşik Devletleri ile eşit haklara sahip olmak koşuluyla çözümü onayladığını göz önüne alan Konferansımız, Birleşik Devletler’in askeri üssü kaldırmak için Küba Hükümetiyle görüşmelere başlamasını talep eder.”
Amerika Birleşik Devletleri, Kahire Konferansı’nın bu isteğini karşılıksız bıraktı. Amacı, bu bölgeyi, saldırıları sürdürmek için sonsuza dek elinde bulundurmaktı.”
Makarios 1955’te Bağlantısızlar Hareketi ile Bandung’ta tanışır. 1960’ta Cumhuriyet kurulur. Cumhurbaşkan yardımcısı Dr. Fazıl Küçük…
Makarios 1961’de Belgrad’daki zirveye katılacağında “Bağlantısızlar Hareketi”ni “komünist bir yapı” olarak gördüğünü söyler Doktor.
Belgrad’a gitmek isteyen Makarios’un seyahatini veto eder ve “Kıbrıs’ın NATO içinde olmasının faydalı olacağını” söyler…
1964’te ise NATO’cu Doktor NATO karşıtlarının paktı olan hareketin Kahire’deki zirvesine mektup göndererek Makarios’u engellemeye çalışır.
Türk Kıbrıslılar 1964’te Doktor’un bu hareketiyle dünyanın dışında kaldı. 54 senedir de dünya ile bütünleşmeye çalışırız…
Çünkü Doktor, tam da o dönemde bağımsızlığını ilan eden Cezayir’in bağımsızlığına Birleşmiş Milletler’de hayır diyen Türkiye’nin kuyruğundadır. Türk diplomasisi gibi anti-komünizm zehriyle abdest olmuştur.
Günün sonunda Che, Tito, Cemal Abdül Nasır gibi o günün dünya liderleri Bağlantısızlar Hareketi’nden tanıdıkları Makarios’u bilir sadece…
Kıbrıs Türk liderliği Amerikancılık, İngilizcilik, NATO’culukla getirdi bizi bugünlere…
İlkokullarda kitap, defter ve öğretmen yok. Eğitim Bakanlığı kitap basmaktan aciz. Temel ders kitaplarını basmaktan aciz olan KKTC’de Denktaş’ı yaşatalım diyenlerin derneği TC Lefkoşa Büyükelçiliği Kalkınma ve Ekonomik işbirliği Ofisi ve TMT desteğiyle 20’şer bin adet Dr. Küçük, Denktaş ve Atatürk kitabı dağıttı. Ortaokul ve liselere de 10 bin adet 1571 ve 1974 kitabı… Eğitim bakanlığının okullara kitap dağıtmaya bütçesi yok ama Denktaşçıların var…
Bu dağıtılan kitaplardan Dr. Küçük adına olan elime geçti. 1948’de CMC madenlerinde Kıbrıs işçi sınıfı ayağa kalktığında ne yapacağını bilemeyen İngiliz sömürgecilerinin yardımına koşan Doktor’u “İngiliz düşmanı” olarak anlatıyorlar çocuklara.
Muhtemelen “Bana bir anti-British Kıbrıslı Türk gösteremezsiniz” ve “Körü körüne İngiliz dostluğu güttük” diyen Denktaş’ı da İngiliz düşmanı sanıyorlardır…
Çok zorlamayın…
Kıbrıs Türk liderliği tepeden tırnağa İngilizci…
Belgrad’a ve Kahire’ye gidip dünyayla kucaklaşmak yerine Makarios’u veto eden bir liderlik…
Bu yüzden Che “Kıbrıs halkı ve hükümeti egemenliklerini kahramanca savunmak zorunda kaldılar” dedi 1964’te BM Genel Kurulu’nda…
(21 Ekim 2018 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)