Issızlığın ortasında susmanın sorumluluğu

Aziz Şah – “Söylediklerimiz kadar sustuklarımızdan da sorumluyuz” demişti Aziz Nesin…

20 Temmuz manşetimizden sonra yağan küfür ve tehdit furyasında susanlara baktım…

Bekledim yazmadım, belki konuşursunuz diye. Bunca insan hakları örgütü, basın örgütü, sendika, dernek…

Yayın 20 Temmuz’da oldu küfür ve tehdit ise hala sürüyor, bekledik bir nefes…

Üç gün sonra en azından KTÖS açıklama yaptı:

-“20 Temmuz gerekçe gösterilerek Kıbrıs Türk toplumuna yönelik aşağılayıcı tehdit edici söylemler bu dönemde daha da artmıştır. Avrupa Gazetesi’nin yaptığı yayına yönelik söyleyecek sözü olmayanlar sövgü ve tehditle fikirleri susturmaya çalışmaktadırlar. Bu da yetmezmiş gibi TC Elçiliği’nin desteklediği ve kurdurduğu etnik köken temelli örgütler de devreye girerek polise ve savcılığa şikayette bulunmuşlardır. 22 Ocak 2018’deki linç kampanyasının baş aktörleri aldıkları talimatla yasakçı, sövgü dolu, tehditkar tavırlarla Kıbrıslı Türkleri susturmaya girişmişlerdir. Tam bu aşamada aynı odakların Türkiye’deki temsilcileri Cumhurbaşkanı Sn. Mustafa Akıncı’ya yönelik açık ölüm emri verecek kadar ileri gitmişlerdir. Garantörlük sorumluluğu gereği Kıbrıs Cumhuriyeti’ni korumak bir yana adayı bölüp, etnik temizlik yapan ve adanın demografik yapısını değiştirerek, Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesini gasp edenler bilmelidir ki, sizlere hatırlatılan gerçekler acıdır ve uluslararası hukuk sadece sizin hakkınız değil tüm insanlığın hakkıdır”…

Avrupa gazetesi ve Akıncı’dan sonra şimdi KTÖS’e de saldıracaklar muhtemelen…

Avrupa-Afrika’ya, sendikalara ve Akıncı’ya tehdit sarmalı yıllar içinde iç içe geçti.

Eylediklerimizden çok eylemediklerimizden, söylediklerimizden çok sustuklarımızdan sorumluyuz…

Bunca insan hakları örgütü, Barolar Birliği insan hakları komitesi, basın örgütü, sendika neden var?

Tam eylem zamanı oturmak, tam haykırma zamanı susmak, üç maymunu oynamak için mi?

Daha acısı nedir bilir misiniz?

Avrupa-Afrika ailesine küfür ve tehdit normal geliyor size, bu yüzden umursamıyorsunuz. “Onlar da yazmasaydı” diyorsunuz ifade özgürlüğüne tüm inancınızla…

İfade ve basın özgürlüğü resepsiyonlarında kadeh tokuşturmaya bir harman yer istersiniz…

Gazetemize küfür furyasından sonra bindirilmiş kıtalar tuttular yolu savcılığa ve polise gittiler, bizi şikayete…

Manşetten verdik bu durumu “Kimisi polise kimisi savcılığa koştu” diye. Biz yazmasak kendi davalarımızı ve bize saldırıları kimse yazmaz…

Gazeteciler Birliği yöneticisi televizyonda ne dedi bilir misiniz?

-Kendilerini çektiler manşete!

Bir gazeteci hakarete uğradığında açıklama ve kampanya yapan basın örgütleri, bizim gazeteye üç gün üç gece küfür yağdığında küçümsüyor…

Bu durum normal mi?

YDP adına Zaroğlu’nun küfürbaz kadın düşmanı açıklamasını görmediniz herhalde…

22 Ocak’ta kapımıza dayanan Karadeniz Kültür Derneği’nin açıklamasını da görmediniz…

Ülkü Ocakları’nın kanlı açıklamasını da MDP’nin “Eceli gelen köpek” açıklamasını da…

Sosyal medyadaki küfür ve tehditleri zaten görmediniz…  

Bize destek vermeye kalkan vatandaşlara nasıl saldırdıklarını da görmediniz! Susturuyorlar insanları zorla. Mesele bizimle ilgili değil…

Susmak ve susturulmak meselesidir mesele…

1997’den beridir öğrenememişseniz, anlatayım… Bu saldırılar birikerek gelir. Kademe kademe… Bir dalga gelir, ardından ikinci dalga… Üç derken, haciz, bomba, kurşun, başı kesik köpek, taşlı sopalı linç…

Saldırı-mahkeme-demir yumruk sarmalı böyle sürer gider, ama sonsuza dek gitmeyecek…

Suskunluğunuzda sizlere huzurlar dilerim.

(24 Temmuz 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author