Yetmez ama hayır!

Aziz Şah – Etrafı çitlerle çevrilmiş adına devlet denilen bir toprak parçasında mahkemelerin olması ile olmaması arasında ciddi bir fark vardır…

İskele ve Girne mahkemelerinde iki olay yaşandı. İskele’de yasadışı yapılaşmaya yık emri veren mahkemeye karşı şeriat naraları atıldı, Girne’de cinayet davasında “Gel Tayyip baba gör, Türkiyeliyiz diye neler yapıyorlar” narasına tanık olduk…

Geçtiğimiz senelerde Ukrayna’da faşistlerin bir cinayet davasında da oldu aynısı. Faşist paramiliterler silahlarla mahkemeyi kuşattı duruşma sırasında katil olan arkadaşlarının serbest bırakılması için. Mahkeme serbest bırakmamıştı…

Bir ülkede burjuva hukuku olması ile asgari hukukun dahi olmaması arasındaki fark budur. Birinde asgari da olsa hukuk vardır, diğerinde sadece sopa vardır.

“Burjuva mahkemeleri” diye kestirip atamazsınız. 8 saat hakkı, toplu sözleşme hakkı ve sendika hakkı gibi, söz hakkı da kıran kırana mücadelelerle kazanılır. Söz hakkı yoksa özgürlüğü savunamazsınız!

1997’den itibaren bu memlekette Şener Levent ve arkadaşları gazetede yazdıkları her bir cümle için o kadar çok yargılandı ki…

Bugün biz onların senelerce kurdukları için yargılandıkları o cümleleri rahatlıkla kurabiliyoruz. Çünkü onlar yargılandı ve aklandı. Bir hak olarak yazıldı bu gelecek kuşaklara. Önce sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmaması için mücadele ettiler, kazandılar. Sonra sivil mahkemelerde söz hakkını savundular.

Bunun bile bilincinde olmayanlar mahkemenin varlığı ile yokluğu arasını bir zannediyor. Mahkemenin dahi olmadığı yerde sadece sopa olur. Orada da söz hakkı olmaz. Söz hakkının olmadığı yerde ne kamusal sağlık hakkını, ne sendikalaşma hakkını, ne ekmeği ne hürriyeti ne devrimi savunabilirsiniz.

Karşınızda yargıcın tokmağı yoksa sadece faşistin sopası vardır. Yargıcın tokmağına dahi direnmemiş olanlar faşistin sopasına direnemez…  

Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde hem mahkeme vardır hem de yoktur. 10. Geçici Madde gereği askeri rejimdir burası. TC vatandaşı olanlar mahkeme kararı olmadan Türkiye’ye kaçırılırken mahkeme hiçbir şey söyleyemiyor. Aynı mahkeme Ankara’da Şener Levent ve Ali Osman aleyhinde dava açıldığında “Kıbrıslı gazetecileri Türkiye’de yargılayamazsınız” diyor. Bu bile mahkemenin olması ile olmaması arasındaki farkı gösterir…   

Polisin askere bağlı olması basit bir mesele değildir. Mahkemede hesaba çekilecek olanı polis getirir. Hüseyin Özgürgün’ün banka hesaplarını İstanbul’da duvarına çerçeveletip asmasından, askerin ortada bıraktığı serseri patlayıcılardan dolayı ölen 13 yaşındaki Makhir’e, hakkında tutuklama emri olan ve Yüksek Mahkeme Başkanı’nın “başına geleni çekecek” dediği Gezici’ye ve dahi Ciklos dosyasına kadar hiçbir dava mahkemeye gelmediyse polisin askere bağlı olmasındandır.

12 Eylül Cuntası’nın kurduğu KKTC’de işgal rejiminde Yüksek Mahkeme’de yargıçların yükünü azaltmak için yargıç sayısını artırmak amacıyla referandum yapılacak. Bu durum o kadar absürt ki…

Mahkemenin yükünü azaltmak mı mesele? Yargıyı tamamen dönüştürmenin ilk adımı mı?

“Yetmez ama Evet” diyor Türkiyeli faşistlerin partisi YDP bu değişikliğe, CTP de “evet” diyor. UBP, HP, DP de “evet” diyor.

Senelerdir “Adalet Bakanlığı” ve “yargı reformu” diyenler “Evet” diyor. Siz bir adım sonrasını düşünürsünüz, sömürgeci on adım sonrasını!

Türkiye’deki “Yetmez ama evet”in ardından yaşananlardan ders almayanlara “Yetmez ama hayır” demek düşer bize.

(3 Ekim 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author