Vatansızlar apartmanı: Türkleştirilmiş topraktan halksız toprağa

Aziz Şah – 01/11/2020

Dönüp dolaşıp laf hep “ilhak”a çıkıyor…

Ne tuhaf ki ilhak kavramını bile yanlış kullanıyoruz bu memlekette.

Çocukları korkutmak için anlatılan masallar gibi…

Herşeyi çarpıtarak abartarak konuşuyoruz!

Bunun bahanesi de hep “Akdenizli” olmak gösteriliyor. Her konuşmada Akdeniz böyle suçlu çıkarıldığını bilse, hepimizi boğardı!

Ama bu çocukları uyutmak için anlatılan bir masal değil, bu bizim hayatımız…

Irkçılık gibi, çokkültürlülük gibi, demokrasi gibi, insan hakları gibi, irade gibi, her yanlış kullandığımız kavram gibi “ilhak” da başımıza bela olacak sonunda.

Bütün yanlış kullanılan kelimeler düşmanın silahı oldu bize karşı…

“Irkçılık” kelimesi ile düşünce özgürlüğüne karşı böyle terör estirilebileceğini hayal edebilir miydiniz?

Ülkesiz kalmışsın ama ağzını açınca “memleket isterim” diye ağzına vuruyor hainler!

Her yanlış kullanılan sözcük geldi işte bizi vurdu böyle…

Belki yeri değil ama “konjonktür” kelimesini de hep yanlış kullanır Kıbrıslı ve dahi “şovenizm” kelimesini de. Hem kelimeyi herkes başka başka yazar hem de kelimeye herkes başka anlamlar yükler…

Bulamazsınız böyle alaguduru toplum dünyada!

Bu yüzden kimse birbiri ile anlaşamaz konuşurken bu memlekette, herkes keyfine göre anlam yüklediği için “yazım kılavuzları” ve “kavram sözlükleri” bile hükümsüzdür…

“Dünya görüşü” diye bir şey yoktur bu memlekette. “Dünya görmüşlük” diye bir şey var. “Ben kaç sene Avrupa’da yaşadım, yok böyle bir şey” der “dünya görmüş” insan çıkar işin içinden her fırsatta…

Kavramların içi boştur, yazımları bile yanlıştır bu sebepten…

Yok mudur eşeğin sırtına ansiklopedi yükleyecek bir kütüphaneci?

Dolaşsın köy köy memleketi…

“İlhak” diyor, derken de kendi ağzından çıkan sözcükten korkuyor…

Korkunca daha çok siniyor!

Kendini terörize ediyor Kıbrıslı…

Ahali atamadı daha üzerinden sandığın miskinliğini. Soğukkanlı bir bilanço çıkarmaya bile cesaret edemedi çoğunluk.

Mustafa Akıncı seçilmediği için hâlâ daha var olmayan “boykotçular”a tepki gösterenler şöyle diyor:

-İlhak referandumunu da boykot edersiniz artık!

İyi haber: İlhak referandumu olmayacak…

Kötü haber: Eğer ilhak edileceksek oylaması olmayacak…

İlhak referandumla ya da oylama ile olmaz. Zorla olur!

Dedim ya, yanlış kullanıyoruz kavramları. Mesela “Hatay’ın ilhakı” dilimize yapışmış yanlış bir tanımdır.

Hatay oylama ile Türkiye’ye katıldı. Kötü haber ise, Hatay’ın Türkiye’ye katılması sürecinde uygulanan demografik yapının değiştirilmesi ve CHP’nin Hatay’da teşkilatlanması 1974’ten bugüne Kıbrıs’ın kuzeyinde demografinin değiştirilmesi ve AKP-MHP’nin teşkilatlanması ile aynıdır. İlhak edilmiyoruz, Hataylaşıyoruz, bağlanıyoruz!

İlhak olsaydı, ensemize dipçiği vururlardı…

Şimdi ise Hataylaşma’ya karşı çıkanlara “ırkçı” diye saldırıyor liberal hainler.

Ben dipçiği yemeyi tercih ederdim işbirlikçinin hançerine, hançer düştü ama payımıza…

-Yarın ilhak referandumu olduğunda ne yapacak “boykotçular”, diye sormayın boşuna…

Alman imparatorluğu 1871’de savaştan sonra Fransız Alsace-Lorraine’i ilhak ederken referandum yapmadı…

Hitler 1935’te Fransız Saar bölgesini savaştan önce Almanya’ya bağlarken referandum yaptı. %90 oyla kendine bağladı Fransız topraklarını…

Mart 1938’de Hitler önce ordusuyla Avusturya’ya yürüdü, genelge yayınlayıp ilhak etti. İlhak ettikten bir ay sonra da referandum yapıp izin istedi!

Hayatı sandıktan ibaret görüyorsunuz, sandık sadece bir formalitedir…

İlhak dipçikle olur, mühürle değil.

Kıbrıs’ta korkulan şey ilhak da değildir, o oldu çoktan. Adını söylemiyorlar sadece…

Lefkoşa-Girne yoluna yapılan su arklarının ihalesine neden Ankara’da çıkılır?

-İlhak olduğu için!

Korkulan “Hataylaşma” ise seçmen sayısının baş aşağı dönmesiydi. Döndü!

2020 “seçim”inde ilk kez taşıma nüfus sandıkta yerli Kıbrıslılardan fazlaydı. Bunu söylemeden “ilhak referandumunda boykotçular ne yapacak?” diye kendi kendini kırbaçlıyorsun Kıbrıslı!

Korkma, ilhak referandumla olmaz canım kardeşim…

Bir hikâye anlatalım “Hataylaşma” korkusuna dair…

Lefkoşa’nın “nezih” bölgelerinden birinde bir apartman. Kıbrıslıların yaşadığı bu apartmana önce Ankara eşrafından bir aile taşınmış.

Sonra Ege’den bir aile gelmiş.

Daha sonra bir gün Hataylı bir işçi ailesi yılların birikimiyle bir daire almış. O Hataylı aileyi ne Egeli ne Ankaralı hazetmiş ve hazmetmiş.

Hatay “anavatan”a bağlanır, il olur ama Hataylı ile komşu olunmaz.

Dahası var, bitmedi… Bir daire daha satılmış apartmanda. Bir tevatür dolaşıyor. Kürt bir aile geliyor diye. Kıbrıslı sevinmiş Kürt komşu ile belki anlaşırız diye…

Egeli ve Ankaralı’yı sarmış bir telaş. Kürtlerle komşu mu olacağız diye. Kürtler ve Türkler ayrılamaz, kız aldık kız verdik, Çanakkale’de birlikte savaştık retoriğine en çok sarılanlar Kürtle komşu olmaktan korkuyor.

Kabarmış mı henüz ortada olmayan Kürt aileye karşı içlerindeki “Ayşe tatile çıksın” milliyetçiliği. Derken Kürt diye bekledikleri aile de çıkmasın mı Hataylı…

İki Hataylı, bir Ankaralı ve bir Egeli’nin eti aynı kazanda kaynamadı Lefkoşa’daki apartmanda.

Ya Kürt gelseydi, daha beter! Sardı Batılıları bir Hatay düşmanlığı ve Kürt korkusu.

Apartmandaki Kıbrıslılara soran olmadı ama Ankaralı ve Egeli ister misiniz, diye. Hatay gibi Kıbrıs da bağlanacaksa, soran olmaz zaten…

Hataylılar taşındıkları semtin ismini bile bilmiyorlarmış. Çok da önemli değil, öğrenirler. Ama yaşadığı bu toprağı ne Egeli ve Ankaralı ne de Hataylı hissedecek. Çünkü Kıbrıslı olmak bir histir, değil mi Şair?

Çünkü coğrafya kaderdir. Coğrafya savaşmaya yarar. Savaşlarıyla büyüdüğün coğrafyayı hissedersin.

Egeli Çanakkale’sini, Küçük Asya Savaşı’nı hisseder, Ankaralı İnönü Muharebeleri’ni.

Kıbrıslı ise Türkün Rumu, Rumun Türkü öldürmesini bilir, Türkün Türkü öldürüp Rumun üstüne atmasını, Rumun Rumu öldürüp Türkün üstüne atmasını bilir. Coğrafyanın bir hafızası vardır. Bu hafıza seyyar da değildir.

Herşeye rağmen en çok Hataylı benzer Kıbrıslı’ya.

Suriye diye bir ülke varken Hataylı’nın akrabaları vardı orada. Mezarlığı vardı. Hafızası vardı. Bayramlaşmaya giderdi.

Kürde benzer Kıbrıslı çokça. Sınırın ötesinde onun da akrabaları, ahbapları, akan kanı ve hatırası vardır.

Apartmanda Egeli’nin ve Ankaralı’nın Hataylılara karşı beslediği duygular, bir il “anavatan”a bağlanıp “vatan toprağı” olsa da üzerinde yaşayana hep burun büküldüğü gerçeğinin pis kokusudur sadece…

Muteber Kemalist, laik, Türkçü İlber Ortaylı Kıbrıs üzerine ne zaman yazsa ve konuşsa, Kıbrıs’a yanlış yerleşim politikası yürüttüğümüz için Kıbrıslılar Türkiye’ye düşman oldu der durur: Israrla “yanlış politika” dediği de Kıbrıs’a taşınan Hataylılardır…

Hatay’ı Suriye’den koparıp “anavatan”a bağlamak için allem ettiler gallem ettiler. Madem sevmiyordunuz Hataylıları, neden bağladınız “anavatan”a? Sevmediğinizi biliriz Kıbrıslıları da Hataylıları sevmediğiniz gibi. Nedir bu sevmediklerinizi kendinize bağlama sevdası?

Egeli’nin ve Ankaralı’nın da Hataylı’ya olan düşmanlığı sömürgeci bilinçten, beyaz Türklükten gelir. Kıbrıslıya olan düşmanlık da aynı kökten beslenir; çünkü ne Hataylı ne Kıbrıslı yeterince Türk olabilir…

İlber Ortaylı gibilerin Batılı beyaz Türklük öğretisine göre Kıbrıslıları Türkiye’den soğutan yanlış yerleşim politikası hep Hataylılar ve Kürtler oluyor. Doğru yerleşim ise sömürgeci profesöre göre Bulgar Türkleri. 15 bin Bulgar Türkünü yerleştirmekle övünür Kıbrıs’a. Türk aydınının iyi asimilasyon ve iyi sömürgecilik arayışı işte bu…

Yanlış ve doğru yerleşim politikası yoktur oysa, ikisi de sömürgecidir. Ve toprağı insansızlaştırır.

1948’den beridir Filistin ülkesini işgal ederek yok eden Siyonizm çıplak sömürgeciliktir, Ortadoğu’da emperyalizmin tetikçisidir, koca bir coğrafyayı yok eden bir kanser türüdür. Lâkin Siyonizmin uzun bir entellektüel tarihi vardır: “Topraksız bir halk”a toprak vaat edilmesinin eyleme geçmiş halidir…

İsrail’in ahtapot kollarıyla koca bir coğrafyayı 1967’de tamı tamına 6 günde istila etmesinden sonra Siyonizmin içerisinde bir tartışma patlak verdi: Evet, bize bu topraklar vaat edilmişti. İstila ettik. “Topraksız bir halk” olarak “bizim olanı geri aldık”, ama bu coğrafya artık “halksız bir toprak”tır demeye başlayanlar oldu içlerinde.

Filistin’i sömürgeleştirirken kendi kendini kuşattığını fark etti kimi Siyonistler. Hapishanenin duvarları içerdekiler kadar dışardakileri de “kapatır” çünkü.

Başka bir halkı ezen bir ulus asla özgür olamaz çünkü.

Filistinlilerden arındırılmış Filistin’in Kıbrıs’ta iki karşılığı var: Türkleştirilmiş toprak ve Türk Kıbrıslıların ülkesiz kalması.

Halksız bir toprağın manası da yoktur, hafızası da hatırası da. Sadece köleleri vardır.

1980’lerden 2020’ye “Adriyatik’ten Çin seddine”, “Büyük Türkiye”, “Yeni Osmanlıcılık” ve “Mavi Vatan” sloganları ile geldi TC devleti…

2000’lerin başında “Büyük Türkiye” ilan edilmeden Türkçü faşizmin Musul-Kerkük düşleri vardı. Onu bile unuttular bugün. Musul ve Kerkük’teki tarihi iddialarını unutanlar bütün Akdeniz’e göz koydu…

Bu aç gözlülük Engels’in Rus şovenistlerine dair söylediği “Şu Rus pan-Slavistlerinin tüm şarlatanlıklarının vardığı nokta nedir? İstanbul’un alınması. İşte topu topu hepsi bu” şeklindeki sözünü hatırlatır hep bana…

Çarlık yıkılmadan önce böyle demişti General lakaplı Friedrich Engels…

Bugün Musul ve Kerkük’ü bile unutmuş bir Türk faşizminin elinde ise kala kala “halksız bir toprak” olan KKTC ve İskele’ye tabelasını çaktıkları “Türkyurdu 1” petrol kuyusu kaldı. O da boş çıktı…

Şu Rus pan-Slavistlerinin tüm şarlatanlıklarının vardığı nokta İstanbul’un alınması demişti Engels. Şu yeni Osmanlıcıların da vardığı nokta Viyana kapılarında Gümrük Birliği anlaşmasının uzayabildiği kadar uzaması işte…

(1 Kasım 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author