Aziz Şah – Bugün yazdığım ilk yazı Ülfet nenemin ölüm ilanı oldu…
“Memleket nedir?” sorusunun cevabını bulamadım henüz, ama soruyu sorduranlardan oldu nenem. Gençliğini Kıbrıs’ın trajedisi olarak yaşamış, yaşlılığında da yatalak hasta olunca devletsizliğin ne demek olduğunu görmüş…
Tatlısu’dan (Mari) Baf’a evlenmiş. Polis komutanı dedem “becayiş” (atama) aldıkça onunla birlikte yer değiştirmiş, çat-pat olunca göç etmiş, savaş çıkınca esir düşmüş ve göçmen olmuş…
Dedemi yetişmedim, adını taşırım ama dizinde oturmadım, yetişsem çok soru vardı soracağım hem teşkilatçı hem polis komutanı bu adama. Çocuklarına o zamanda Nâzım kitapları, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, John Steinbeck, Ernest Hemingway romanları alan bir adamdı…
Velhasıl göçmen yaşadılar, güneyli kaldılar…
Sorduğumda nerelisiniz diye, “Güneyliyim” derdi hep nenem. Annem de öyle der…
1955’te Aziz Ahmet ile evlenince Baf’a yerleşti nenem…
1956’da Baf’tan Hırsofu’ya giderken yolda Çada denilen köyün karakoluna atandı dedem, nenem Baf’ta kaldı. 1957’de dedem Baf’a döndü…
1958’de fasaryalar çıkınca Baf’ın dışından iç mahallesine göç ettiler…
1960’da Cumhuriyet ile Leymosunlu oldular. Dedem rütbelerini hep Cumhuriyet dönemi aldı. 1974’e kadar kaç yıldız aldıysa…
1962’de bir senelik Lefkoşa ataması aldı, 1963’te gerisin geri Leymosun…
1974’te esir oldular, İngiliz üslerinden Mersin’e götürüldüler…
20 Temmuz 1974’te annem çocuktu. Leymosun’da nenemle birlikte esirdi. Dedemi başka bir noktada Rumlar esir aldı. Cebinde şeker hastası olduğuna dair belge buluncalar bıraktılar. Sonra savaşa gitti… Dayım da çocuktu ama cephedeydi. Daha önce eline silah almamıştı. İlk gün yaralandı. O travmadan bir daha hiç çıkamadı…
-“Savaşın ilk günü içtiğim ilk yudum su gece yarısına doğruydu” demişti annem…
-“Tuvaletin niagrasından çekilmişti ilk içtiğim su”…
-“Şişe elden ele dolaşıyordu”…
Su şişesini neneme vermişler, o da anneme uzattı…
Sabah şafakta başladı savaş, gece yarısına kadar susuz ve esir…
Annem hiçbir şeyden iğrenmez. Bu hikâyeyi dinleyene kadar anlayamazdım neden “iğrenmediği”ni. Musucarilik yoktur bizde bu sebepten. Anamdan öyle gördük…
“20 Temmuz’a kadar başkasının bardağından su bile içemezdim, o gün tuvaletin niagarasından çekilmiş suyu başkalarının içtiği şişeden içtim” demişti…
Nenem, dedem ve iki çocukları Mersin’den Kıbrıs’a döndüklerinde evler dağıtılmış, bizimkiler mülteci olarak kala kaldı ortada. Mültecinin bile adı olmadı bu memlekette…
1964’de Leymosun’da çarpışmalar başlayınca evleri mevzi oldu. “Bu vatan bu mevzilerin arkasında uyuyanlarındır” diye yazın duvara…
Ev mevziye dönüşünce benim bugün Safiye aba dediğim akrabadan öte insanların evine sığındılar. Sonra onların evi de mevzi oldu…
Ne tesadüf ki 1974’ten sonra bizimkiler evsiz barksız mülteci olunca gene Safiye abaların evinde kaldılar Omorfo’da…
-1963 hadiseleri olmasaydı Kıbrıs’ta basmadığımız taş kalmayacaktı, derdi nenem dedemin tayinlerinden dolayı…
Nenemin ölüm haberini bir gün geç aldık. Pandemi olduğu için hastanede refakatçi kalamazsınız, gidip soru sorduğunuzda kovulmaktan da beter ederler. Öldüğü gün hastaneye gittik durumunu sormaya, yetkili yoktu! Üstüne de bir gün sonra “Biz sizi aradık haber verdik öldüğünü” demezler mi?
Vatan mevzinin arkasında uyuyanların mıdır, memleket nedir bilmem ama “devletsizlik” budur! Çilesini çekersiniz memleketin ama “Hastamızın durumu nasıl?” diye soracak bir yetkili bulamazsınız…
Nenem “Isırgana şeker koy macun olur” derdi…
(11 Aralık 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)