Savaşta tecavüz: Alay etmeden, gülmeden, dinleyin!

Aziz Şah – Yazılacak herşey yazıldı derken yeni yazlar ve yazılar uzanıyor önümüzde…

Dostoyevski’den sonra roman, Auschwitz’den sonra şiir yazılamazdı oysa. Yazıldı…

İlyada’dan sonra da yazmaya gerek yoktu. Yazıldı…

İlyada’dan bugüne savaşın değişmezini yazalım bugün: Bir silah olarak tecavüzü…

Andreas Paraskos sağolsun Maraş’ta tecavüzü yazdı…

Şener Levent sağolsun Gypros (Akova) toplu tecavüzlerini yazdı…

Tarih kadar eski savaş, savaş kadar eski tecavüz, tecavüz kadar eski susmak ve susmamak işte bütün mesele bu…

***

Önce size fazla kişisel bir hikâye anlatayım…

Kadın kurtuluş hareketi “Kişisel olan politiktir” derdi önceleri. Sonraları kadın kurtuluş hareketi içerisinden çıkan savaş karşıtı bir damar “Kişisel olan uluslararasıdır” diye genişletti bu sözü.

Çok değil 10 küsur sene önce, Almanya’da öğrenciyim. Üniversitede SDS (Sosyalist Demokratik Öğrenci Birliği) içerisindeyim. “Das Kapital” eğitimleri yapıyoruz, “Emperyalizm”, “Rus ve Alman devrimleri” ve “Antonio Gramsci” atölyeleri düzenliyoruz ve bir sürü küçük çaplı konferansta harıl harıl teori çalışıyoruz…

Bir 8 Mart’ta Alman kadın hareketini anlatması için bir tarihçi geldi: Miriam Gebhardt…

O güne kadar toplantılara bize ders vermeye kim geldiyse ahbap oldum, kitaplarını aldım. Hatta kargoyla hediyeler gönderdiler. Zaten ortamdaki tek yabancı olunca ister istemez dikkat çekersiniz. “Kıbrıslı” diye takdim edilirdim. Bu gelenlerin birçoğu Almanya’nın önde gelen Marksistleriydi. Mesela 1968’den bugüne uzanan macerasıyla Prof. Wolfgang Fritz Haug, hiç unutmam o ihtiyarı…

Alman kadın hareketini anlatmaya gelen Miriam Gebhardt dışında hepsiyle samimi oldum. Bu kadın konferansta bir cümle etmişti, şok olmuştum, yaklaşamadım yanına…

-Kızıl Ordu askerleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alman kadınlarına tecavüz etti…

Yediremedim bu sözü. Daha önce hiç duymamıştım. Anti-komünist propaganda yapıyor dedim… Sonradan Frau Gebhardt bir de kitap yazdı bu konuda. Almanya’da kült oldu. O kitap bende yok işte. Domuz inadım tuttuğu için almadım. Şimdi pişmanım tabii…

Bir komünist olarak bir feminist tarihçiden Kızıl Ordu askerlerinin savaştan sonra Alman kadınlara tecavüzler gerçekleştirdiğini duymak şok ediciydi. Evet, Stalin’e ve Stalinist bürokrasiye karşı olabilirsiniz ama Sovyetler Birliği ve Kızıl Ordu’nun kötülenmesine tahammülünüz yoktur, çünkü onlar tarihteki en büyük devrimin, 1917’nin çocuğudur!

Faşistler tecavüz ederdi, tamam. Ama özgürleştiren Kızıl Ordu yapamazdı, inanmam dedim. Sonradan karşıma farklı kaynaklar çıktı. Doğruydu… Neden yalan söylesinlerdi ki?

Toplu tecavüz meselesinde inkâr var, tecavüze uğramamış olanların kendilerini afişe ederek “uğradım” diye yalan söylemesi yoktur. Tecavüze uğrayan “uğramadım” diye yalan söyleyebilir, ama yok yere uluslarının “onurunu” ayaklar altına alarak “tecavüze uğradık” demezler.

Çünkü kadın ya da kadının rahmi “ulusun onurunu, şerefini, üremesini, geleceğini” temsil eder. Tecavüzün sebebi de budur. Kadın “düşman”ın, “düşman ulusun” taşıyıcısı, düşmanın ta “kendisi”dir…

Savaşta tecavüz çifte karakterlidir: Kadın düşmanlığı ve “ulus”unu temsil eden kadına düşmanlık… 

Ulusun çocuklarını doğuracak kadını yok ederseniz, düşmanı yok edersiniz. Savaşta tecavüz bir etnik temizlik/soykırım aracı olarak bu şekilde ortaya çıkar…

Hiçbir ulus, durduk yere geçmişte kalmış tecavüzleri hatırlamaz ve hatırlatmaz. Hatırlamak bir yana unutmaya çalışır… Hele ki savaştan 50-60 sene sonra bunları hatırlamak istemez. Tecavüzcüye tecavüzcü olduğunu söylemeye korktuğundan değil, tecavüze uğradığını söylemeye korktuğundan unutmaya çalışır. Bunu ancak inatçı bir feminist yapar…     

Aleksandr Soljenitsin “Prusya Geceleri” şiirinde o tecavüzleri şöyle anlatır:

“Bakireler, kadına dönüşüyor, kadınlar da çok kalmaz, cesede; dermansızca, kan dolu gözlerle yalvarıyorlar: Öldür beni, asker!” 

***

Ne zaman ki Lenin’in 1920 yılında Polonya’ya savaşmaya giden Kızıl Ordu askerlerine yaptığı konuşmayı okudum, anladım Lenin’in de nerden korktuğunu:

“Cephede hepinizin bunu aklında tutması gerekiyor: Cephede Polonyalılara karşı tutumunuzla bir işçi-köylü devletinin askeri olduğunuzu, işgalci saldırganlar olarak değil, kurtarıcılar olarak geldiğinizi kanıtlayın”…

Lenin’in büyüklüğü de buradan geliyordu. Önceden görüyor ve uyarıyordu…

Çarlık yıkılalı üç yıl olmuş, Kızıl Ordu yeni kurulmuş, devrimci bir savaş veriyor. Ama Lenin uyarıyor: Siz Çarlık ordusu değilsiniz, yağmalayamaz ve tecavüz edemezsiniz.

İkinci Dünya Savaşı’nda bu uyarıyı yapacak bir Lenin yoktu…

***

Truva Savaşı’ndan bugüne bütün savaşların parçasıdır tecavüz…

Ruanda soykırımında tecavüze uğrayan kadınlar bir talepte bulunmuştu “Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi”ndeki yargıçlardan:

-Alay etmeden, gülmeden, dinleyin!

Yaşamayanların hayal edebileceği bir durum değildir tecavüz ve tecavüze uğrayanın suçlu gibi hesap vermesi…

***

Nasıl ki bir komüniste “Kızıl Ordu savaştan sonra Alman kadınlarına tecavüz etti” derseniz şok olur, 1974’te Türk askerinin Kıbrıs’ta toplu tecavüzler gerçekleştirdiğini söylediğinizde Türk milliyetçilerinin size verecekleri en iyi tepki “savaşta herşey olur” olacaktır…

Önce bir 1974’e dair bildiklerimizi/kaynakları sıralayalım:

-1974’e dair ilk bilgimiz Ortodoks kilisesinin bir seferliğe mahsus kürtajı serbest bırakmasına dayanır. 200’den fazla çocuk (12-18 yaş arası) kürtaj oldu…

-23 Ocak 1977 tarihli The Sunday Times’ın manşeti Kıbrıs hakkında internette tarama yaptığınızda karşınıza çıkan ilk görsellerdendir: Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun savaş suçlarına dair raporunun bir özetidir. 12-71 yaş arası tecavüz vakaları örneklenmiştir…

-Savaştan sonra Denktaş ve Klerides arasındaki görüşmelerde 2 Kıbrıslı Türk ve 40 Rum kadının tecavüzü gündeme geldi. Bu tecavüz mağdurlarını Uluslararası Kızıl Haç Komitesi tespit etti…

-Ekim 1974’te yaşları 12 ila 45 arası olan Rum çocuk ve kadınlar Ağrotur Askeri Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastanede biri 14 diğeri 21 yaşlarında iki mağdur kürtaj oldu…

-Karpaz’da bir papaz öldürüldü, kızı tecavüze uğradı, Denktaş bölgeye gitti. Denktaş konuyla ilgili ABD Büyükelçisini bilgilendirdi…

-Avrupa İnsan Hakları Komisyonu 1976 yılında Türk askerinin “geniş ölçekli tecavüz” suçu işlediğini, delillerin “hayli kabarık” olduğunu kurban, görgü şahidi ve doktor tanıklıklarıyla raporlaştırdı.

-Örneğin 70 tecavüz mağduru kadını tedavi ettiğini söyleyen Dr. Hacikako, 20 askerin tecavüzüne uğrayan akıl hastası bir kadının evinin ikinci katından atıldığını söyledi.

-Örneğin Marathuvuno köyünde 25 kadın seks kölesi olarak kullanıldı…

-1974’te Kıbrıs’ta asker olan Kurtlar Vadisi oyuncusu Atilla Olgaç’ın “10 Rum öldürdüm” sözünü hatırlarsınız…

“10 Rum öldürdüm” sözüyle tiyatrocu Olgaç ortaya çıkınca Olgaç’la birlikte askerlik yapan ulusalcı Profesör Yalçın Küçük panikleyerek Olgaç’ı yalanlamıştı.

Yalçın Küçük Olgaç’ı yalanlarken “Atilla Olgaç’ın esir alınan Rumları öldürmesi mümkün değildir. Türk ordusunun geleneklerinde de böyle bir şey olmaz” diye başladı konuşmaya, “Aynı rütbedeydik ancak bir yere beraber gittiğimizde komuta bende olurdu. Atilla, hayatının her yerinde olduğu gibi tiyatro oynadı. Savaşı da tiyatro zannediyordu” diye devam etti…

Olgaç da “Söylediklerimin hepsi, üzerinde çalıştığım bir senaryoydu. Yanlış anlaşıldım. Askerliğimi geri hizmette yaptım. Çok pişmanım” demişti ama işin aslı o günlerde birçok şeyin baştan konuşulmasına da vesile olmuştu.
Yalçın Küçük Atilla Olgaç’ın “10 Rum öldürdüm” sözünden dolayı telaşlanarak yalanlamak için ortaya çıkmıştı ama Sofia Iordanidu isimli Yunanlı gazeteciye verdiği röportaj-kitabı unutmuştu…

Şu sömürgeci aydınlar tuhaftır…

Kıbrıslı Türk’e başka Rum’a başka konuşurlar, Yunanistan’a gidip barış havarisi kesilirler, Ankara’ya dönüp şahin olurlar…

Televizyon programlarına çıktığı zamanlarda “Kıbrıs’ı ben aldım”, “Mağusa’yı ben aldım” diye ayaklarını yere vurarak bas bas bağıran, kitaplarının arka kapağına Kıbrıs’ta askerlik yaptığı zamanların fotoğraflarını basan, ultra şovenist bu zat, ast teğmen olarak 1974 savaşında görev yaptığı sırada yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını Sofia Iordanidu’ya ayrıntılı biçimde anlattı.

Keşke o anlattıklarının tamamı tercüme edilse de okusak…

Yalçın Küçük’ün anlattıkları “Dalga Dalga” başlığı altında da kitaplaştırıldı. Niyazi Kızılyürek’in Bir Hınç ve Şiddet Tarihi kitabından aktarıyorum:

“Necati’nin sözünü ettiği kadın var ya, hani önünde tecavüz ettikleri… O Timbou köyündeydi. Ben orada değildim. Göz şahidi değilim. Necati ağlayarak bu olayı bana anlattı. Necati yirmi yıldan beri orduda komutan olarak görev yapıyordu. Evliydi ve çocukları vardı. Bunu nasıl yaptıklarını aklı bir türlü almıyordu. Yapanlar komutan arkadaşlarıydı. Bozuk plak gibi kafası bu olaya takılmıştı. Beni her gördüğünde tekrar tekrar bu olayı anlatırdı. Kadına iki kişi tecavüz etmişti. (…) Annesinin ve çocuğunun önünde…  Necati dayanamıyordu. Her anlattığında ağlıyordu…”

“Sana bir kadının öldürülüşünü, hayvanca bir eylemi anlatacağım, aklımdan hiç çıkmayan… Adını hatırlamadığım bir köyde Alkaçoğlu’nun emrinde temizlik operasyonları yapıyorduk. Kıbrıs’ın selvi ve efkaliptüs ağaçlarıyla dolu olan köylerinden biriydi… (…) Ansızın yakınımda silah sesleri duydum ve iki asker gördüm. Gururla bağırıyorlardı: ‘Öldürdüm, öldürdüm komutanım’. Elleriyle işaret ettikleri yere doğru yöneldim. Genç bir kadın inleyerek toprağa bakıyordu… Elleri arkaya bağlıydı ve bacakları açıktı. Bacaklarının arasından beyaz sıvı ile kan akıyordu. Tabancalarını kadının karnına boşaltmışlardı. Karnından akan yağlar açık ve yaralı olan cinsel organına yapışmıştı.”

Atilla Olgaç’ın savaş suçunu itiraf ettiğinde onu yalanlayan Küçük Olgaç’ın itirafından yıllar önce şöyle diyordu:

“Sen bizim o zaman savaşta ne hissettiğimizi bilemezsin… Tuhaftır ama cinsel iştahımız azalmıyor, artıyordu.  Öyle anlaşılıyor ki, kan ve şiddet insanı tahrik ediyor. Hepimizin içinde, az veya çok, iyi gizlenmiş bir sadist vardır.”

***

Yalçın Küçük’ün savaşta kabaran cinsel iştahının üstüne yazılacak çok şey vardır muhakkak, şimdilik sadece hatırlatmak için yazdım bunları…

Andreas Paraskos Maraş’tan “kayıp” yakını Ksenya Hacıbavlu’nun yaşadıklarını ve tanıklıklarını yazdı. Maraş’ta tecavüzü…

Sevgül Uludağ derledi-tercüme etti…

Şener Levent Maraş’ta tecavüzü ve Gypros (Akova) toplu tecavüzlerini yazdı…

Yer yerinden oynaması gerekirdi…

Yaprak kıpırdamadı…

Aklıma 1945’ten, İkinci Dünya Savaşı’ndan 65 sene sonra 2010’lu yılların başında Kızıl Ordu askerlerinin tecavüz ettiği Alman kadınlarının peşine düşen Miriam Gebhardt’ı getirdi bu durum…

Bir Alman feminist tarihçi 1945’te tecavüze uğrayan kadınların peşine düşüyor, Kıbrıs’ta ise 1974’teki tecavüzler kimsenin umurunda değil…

1974 çok mu uzakta kaldı bizim için?

Ama 1945 o kadar uzak değil belli ki onlar için…

Avrupa Birliği fon vermediğinde vicdanını, aktivizmini, eylemciliğini rafa kaldıran insan hakları sevicisi liberaller…

Ya da “bunları kaşımak barışa zarar verir” diyen barışçılar…

Veyahut Şener Levent ve Andreas Paraskos’tan hazzetmem, onlar yazdığı için dönüp tarafına bakmam diyenler…

Ve dahi “savaştır, olur” diyenler…

İşte onlara derim ki: Savaşta tecavüzü normal karşılıyorsunuz. Savaşta tecavüz bir silahtır. Savaşta tecavüz bir etnik temizlik/soykırım aracıdır. Eğer savaşta tecavüzü normal karşılıyorsanız soykırım/etnik temizlik yaptığınızı kabul ediyorsunuz demektir…

***

Truva Savaşı’nı anlatan İlyada destanında şöyle der:

“Erkeklere artık eve doğru yola koyulmak için acele etmemelerini söyleyin. Henüz değil… Sadık bir Truvalı kadınla yatmadan değil”…

Yaz ve yazı benim için tam da burada başladı ama sayfa bitti.

Kim demiş yazılacak herşey yazıldı diye?

(27 Aralık 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author