Savaşta tecavüz: “Standart prosedür”…

Solda Siskilip’teki ev, sağda kayıp yakınları

Aziz Şah – Eskiz defterine yazmaya devam edelim…

“Esas resmi” çizmeden önce yapılan karalamalara “eskiz” denir.

“Kim demiş yazılacak herşey yazıldı diye?” diyerek bitirdim geçen pazar yazımı…

1974 savaşı sırasındaki tecavüzler hakkında biraz karaladım, biraz daha karalayayım ki resim ortaya çıksın…

***

Harekât sırasında Komando Tugay komutan yardımcısı olan Piyade Albay Salih Güleryüz savaş günlüğünde anlatıyor:

“3 Ağustos 1974:

Akşamüstü Siskilip köyünde kalan Rumlardan 14’ünün bir evde öldürüldüğünü öğrendik. Hadiseyi bir Topçu Astsb., iki komando eri ve iki mücahitin yaptığı tespit edildi.

Gece geç saatlere kadar erlerin ifadeleri alındı. 

4 Ağustos 1974:

Sabah erken saatte Kolordu Kurmay Başkanı sınıf arkadaşım Kurmay Albay Mahmut Boğuşlu geldi. Birlikte gidip Siskilip’teki sivil Rumların öldürüldüğü evi bulduk. Manzara tüyler ürpertici. Köyün tavuk çiftliğine yakın bir evin holünde otomatik tüfeklerle kapıdan ateş edilerek öldürülmüşler. 8 tanesi koltuk ve sandalyeler üzerinde göğüs ve başlarından delik deşik, kanlar içerisinde oturur vaziyette kalmışlar. Kadınlı erkekli beş kişi yerde, birbirlerine sarılmış ve gene kanlar içinde ölü. Giriş kapısının yanındaki bir sandalyede oturur vaziyette kalmış cesedin kafası yok, boyun kısmı bembeyaz.

11-12 yaşlarında cılız yapılı bir Rum kızı da kirletilmiş. Üzerine Rum askerlerinin kaputu giydirilmiş, Siskilip tavuk çiftliğinde bizim erlerle kahvaltı yaptırılırken gördük. Bizi görünce çaresiz bir tebessümle kalimeras diyor.”

Albayın anıları Erol Mütercimler’in “Satılık Ada Kıbrıs-Kıbrıs Barış Harekâtının Bilinmeyen Yönleri” kitabında yayınlandı. (Alfa Yayınları, Sayfa 641)

***

Siskilip’in bugünkü adı Akçiçek köyü…

11-12 yaşlarında kız çocuğu tecavüze uğramış. “Bizi görünce çaresiz bir tebessümle kalimeras diyor” diye yazıyor Albay…

Eskiden okumuştum, yeniden hatırladım Siskilip’teki evin hikâyesini…

Buraya nereden geldik?

Şener Levent’in Akova (Gypsos) köyünde gerçekleşen seri tecavüzler üstüne yazdığı yazıdan.

Ne aksi tesadüf; Akova, Akçiçek, “ak” diye gidiyor…

1974 Ağustos’undan Ekim’ine iki ay boyunca Karpaz’a uzanan köylerden Gypsos’ta (Akova) 20 kadar Rum kızı sistematik tecavüze uğradı. Şimdi 70’lerinde olan bu kadınlar anlatıyor yaşadıklarını. Afrika’daki kölelere yapıldığı gibi boyunlarından bileklerinden bağlı tutulmuşlar. Andreas Paraskos anlattı, Şener Levent yazdı…

Şener Levent oraya nereden geldi?

Andreas Paraskos’un yazdığı Maraş’ta askerlerin tecavüz edip evinin balkonundan attığı kadından…

Paraskos’a tanık olduklarını anlatmış Varoşalı Ksenya…

“Bunlardan birisi, demiş, komşum olan bir kadının hikayesidir. Türklerin elinde çok acı çekti bu komşum. Altı asker gidip onun evini yokladılar. Beşi ona tecavüz etti. Sonra onu kapıp balkondan aşağı attılar… Ölmemiş kadın… Çok acı çekmiş. Daha sonra öğrendiğime göre omuriliğinde kırıklar vardı ve çok uzun süre alçıda yaşamak zorundaydı. Hamile kalmış olduğu için de ikide birde bu alçıyı kırıp ona yeni alçı yapmak zorunda kalıyorlardı…”

Tarihimize dair pek bilmediğimiz yeni bir sayfa açıldı. Ama bir ölüm sessizliği hakim “aktivist”ine, “sosyalist”ine, “feminist”ine, insan hakları piyasasının STÖ’lerine. Ölüm sessizliği hakim kendini “aydın”dan sayanlara…

***

1974 tecavüzlerine dair pandoranın kutusu Ortodoks Kilisesi’nin tek sefere mahsus kürtajı serbest bırakmasıyla açıldı. 100’lerce kadın kürtaj oldu…

Denktaş ile Klerides arasındaki görüşmelerde konuşuldu…

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun 1976 yılı raporunda tanıklıklarla ele alındı…

Harekâta asker olarak katılan Prof. Yalçın Küçük’ün Yunanistan’da yayınlanan “Dalga Dalga” kitabında konu oldu…

Niyazi Kızılyürek’ten de tecavüzler konusunda güneyde iki kitap yayınlandığını öğreniyoruz: Birinci kitabı tecavüz mağduru kadınların kayda geçirilen ifadelerinden daha sonra polis komutanlarından P. S. Mahlouzaridis 1975’te derledi. İkinci kitap ise 2014 yılında “Öteki Savaş” başlığıyla yayınlandı. 1974 yılında görev yapan doktorların tanıklıkları derlendi…

Niyazi Kızılyürek bugün Avrupa Parlamentosu’nda. Her türlü imkânı var… 1955’ten 1960’a İngiliz’in Kıbrıslılara karşı işlediği suçları, BM askerlerinin Kıbrıslılara karşı işlediği suçları, 1955’ten 1974’e Kıbrıslıların birbirlerine karşı işlediği suçları, toplu katliam ve toplu tecavüz suçları ve 1974’teki savaş suçlarını iyi bilen bir tarihçi olarak gündeme getirmesinin önünde hiçbir engel yok! Avrupa Parlamentosu vekili olmadan önce de yoktu, bugün de yok. Bugün eli daha da güçlü. Parlamentoda bir buçuk senede ne bugünkü can alıcı sorunlara dair ne geçmişe dair hiçbir şey yapmadı. Göreceğiz bu 5 senede fırsat bulacak mı bunları gündeme getirmeye…

***

Kızılyürek, 1975 yılında polis komutanı Mahlouzaridis’in yayınladığı kitaptan aktarıyor:

“Evliyim. Kocamın adı …….dir.  Altı çocuğum var, 7 ve 16 yaş arası…  Evimize dört asker geldi. Üçü Kıbrıslı Türk’tü, biri Türkiyeli. Onlar eve girer girmez kocam teslim oldu ve çocukları alarak dışarı çıktı. Türkiyeli olan evde kaldı ve dışarı çıkmamı engelledi. Silahıyla karnıma vurdu ve beni karyolaya itti. Külodumu çıkarmaya çalışırken korku içinde ağlayarak vazgeçmesini söyledim. Sonra beni dışarı çıkardı. Elimden sıkı sıkı tutuyordu. ….. yere kadar geldik (yer adı kasten belirtilmiyor).  Oğlum İ. arkamızdan geliyordu. …. Yolun orta yerinde oğlumun önünde bana tecavüz etti. Oğlum bağırıyordu; Türk ise sussun diye oğlumu dövüyordu” (93 Numaralı İfadeden)

15 yaşındaki çocuğun ifadesi:

“Saat 15.00 sularında erkekleri, yaklaşık 90 kişi, alıp götürdüler. Onları bir daha görmedim. Erkekleri götürdükten sonra genç kızları ayırarak yan taraftaki odaya götürüp onlara tecavüz ediyorlardı. Kızlar hem giderken hem de dönerken ağlıyorlardı. 17 Ağustos günü saat 10.30 sularında ben diğer kadınlarla birlikteydim. Türkiyeli biri geldi ve elimden çekerek beni zorla küçük bir odaya götürdü. Annem ile ben, çaresiz, karşı koymaya çalışıyorduk. Odaya girer girmez soyunmadığım için beni dövmeye, yüzüme ve ellerime vurmaya başladı. Beni yere yıktı ve silahı ile tehdit ederek bana tecavüz etti. Beni götürdüklerinde kız kardeşlerimi de götürmüşlerdi. Onları ayrı ayrı odalara koyarak onlara da tecavüz ettiler.” (61 Numaralı İfadeden)

60 yaşında Mia Milia’lı bir kadının ifadesi:

“İki Türk’ten biri el kol işaretleriyle beni kirletmek istediğini ifade ediyordu. Ben karşı koyuyordum. Sonra bana  elleri ve silahının kundağı ile vurmaya başladı. Zorla pantolonumu çıkardı ve kendi yatağımda bana tecavüz etti. Sonra öteki geldi ve o da bana tecavüz etti. Sonra gittiler. Bugüne kadar, 20 Ağustos 1974 Salı günü, evimde kaldım. Saat yedide yürüyerek ayrıldım ve Dimtiris’in tuğla fabrikasına geldim. Orada pek çok Türk askeri gördüm. Aralarında bir de Kıbrıslı Türk vardı. Kıbrıslı Türk halimi görünce bana acıdı ve beni Amerikan radyosunda bulunan Birleşmiş Milletler askerlerine götürdü. Onlar da beni Paliriotissa’daki bizim askerlerimize götürdüler. Ağır yaralıydım ve doktorların beni muayene etmesini istiyorum.” (E 57/2 Numaralı İfadeden)

14 yaşındaki çocuğun ifadesi:

“Dün, Cuma akşamı, 16 Ağustos 1974’te bir Türk askeri beni aldı ve deponun dışına çıkardı. Tarlalarda ellerim ve gözlerim bağlı olarak ve kıyafetlerimi çıkarmadan bana tecavüz etti. Bugün Cumartesi, 17 Ağustos 1974, saat sabah sekizde başka bir Türk askeri beni deponun yanında bulunan bir mandıraya götürdü ve o da bana tecavüz etti. Öğleden sonra saat 14 sularında bir Türk askeri -sanırım sabah gelendi- beni mandıraya götürüp bana yeniden tecavüz etti. (E. 52 Numaralı İfadeden)

Kıbrıs Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanlarından Yorgos Vasiliou’nun eşi Androulla Vasiliou Mia Milya’lı kadınların yaşadıklarını anlatıyor:


“Yorgulla ailesi ile birlikte Türklerin eline geçen Mia Milya’da/Haspolat’ta yaşıyordu. Köyün erkekleri esir alınarak Türkiye’ye esir kamplarına gönderildi. Yorgulla ve ailesinin de aralarında bulunduğu kadın ve çocuklar ise Pavlidis’in garajına götürüldüler. Orada kadınlara tekrar tekrar tecavüz ettiler ve üzerlerindeki bütün paraları ve mücevherleri aldılar. Yorgulla aralarında İngilizce bilen tek kadındı ve Türklere tercümanlık yapıyordu. Bu nedenle ona saygı gösterip tecavüz etmediler. Bu vahşi eylemlerini bitirince Yorgulla’nın bütün parasını aldılar ve iki çocuğu ile birlikte istediği yere gitmesi için onu serbest bıraktılar. Yorgulla Lefkoşa’ya kadar yürüyerek gitti. Palluryotissa’nın evlerine ulaştığı zaman, karşısına çıkan ilk evin kapısını çaldı ve düşerek bayıldı.”

Bu tanıklıklar Niyazi Kızılyürek’in İstanbul’da yayınlanan “Bir hınç ve şiddet tarihi” kitabından. Ayrıca 5 Ocak 2016 tarihinde ilk kez bir Rum kadın Antena televizyonuna çıkarak 1974 yılında 14 yaşında iken haftalar boyunca tecavüze uğradığını, aradan geçen yıllara rağmen kabuslar gördüğünü, hayatını ancak psikolojik yardım alarak sürdürebildiğini söyledi. (Aktaran: Kızılyürek)

***

Savaşın tecavüz ve katliamlarla kronolojisini bir bütün olarak ele almadan doğru bir şekilde konuşmuş sayılmayız. “Onlar da bize yaptı” noktasında düğüm olur kalırız. Zaten esas sorun ve yüzleşememe “Onlar da bize yaptı” noktasında arapsaçına döner!

Türklerin ve Rumların yaptığı katliamları kronolojik olarak sıralayın, üstüne de bu tecavüzleri koyun. Sadece bir tarafın değil, iki tarafın yaptığını aynı anda yazın. “Onlar da bize yaptı” cümlesini kuramazsınız. Çünkü katliamları yapan akıl “Onlar da bize yaptı” diyerek hınç ve intikam duygusuyla yaptı ne yaptıysa… Bir katliam diğer katliama verilmiş cevaptır, başka bir katliam tecavüzlere.

İki tarafta da katliamı yapanlar Kıbrıslılar bir daha bir arada yaşayamasın diye gerçekleştirdi bu eylemleri. “Onlar da bize yaptı” cümlesi Rum ve Türk faşistlerinin ortak “Ya taksim ya ölüm” parolasıdır…

Sen yaptığın için o yaptı, o yaptığı için sen yaptın. Aynı davaya hizmet ettin. Adını da “Onlar da bize yaptı” koydun…

***

Savaşta tecavüzün birincil sebebi soykırımdır: Militarist-erkek egemen ulus algısında “ulus”un sembolü olan kadını, ulusun devamlılığını sağlayacak “rahim”i, askerlerini doğuracak “ana”yı, kültürünü yeniden üretecek “emeği”, toprağını temsil eden “beden”i yok etmektir tecavüz.

1948’de BM’nin “soykırım” tanımı şöyledir: Etnik, dini, ulusal bir grubun tamamı veya bir kısmının yok edilmesi…

1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde ayrıca kadınlara yönelik tecavüz “bir grubun mensuplarının öldürülmesi, yaralanması, fiziksel ve ruhsal işkenceye maruz bırakılması, o grupta doğumların olmasını engelleyici önlemlerin alınması ve karşı grup tarafından çocuk doğumlarının zorlanması” olarak tanımlanır.

Etnik arındırma/temizlik/soykırım birincil olarak “üreme kaynağı” olarak kadınları hedef alır. Soykırımdaki birinci hedef “düşman”ın üreme olanağını ortadan kaldırmaktır.

Tecavüzün savaştaki amaçları kısaca şöyle sıralanabilir: “Karşıt grubun erkeklerini terörize etmek, askerlerin moralini artırmak, belli bir grubun kimliğini yok etmek için, birbirleri ile savaşan erkeklerin galibiyet ve mağlubiyet mesajlaşması olarak tecavüz, kadının bedensel ve zihinsel köleliğine, bağımlılığına işaret eder; bu bağımlılığını devam ettirerek eşitsiz cinsiyetçi ilişkileri tekrar üretir”… (Çiğdem Akgül, Militarizmin Cinsiyetçi Suretleri, Dipnot Yayınları, S. 192)

***

Bu yazıyı (1955-75) Vietnam savaşından döndüklerinde 1971 yılında Detroit’te kurulan Halk Meclisi’nde cinsel tecavüz ve cinsel işkenceden yargılanan 100 ABD askerinden birinin ifadesiyle bitireyim:

-“Standart prosedürü uyguladık”…

(3 Ocak 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author