Aziz Şah – 2014 yılıydı…
Ağustosun ilk haftası…
Günlerden Cuma olmalı…
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının 100. yılıydı…
100. yıl vesilesiyle farklı farklı anmalar ve konferanslar düzenleniyor, yazılı ve görsel medyada özel yayınlar yapılıyor, yeni kitaplar yayınlanıyor, tarih tartışmayı hiiiiiç sevmeyen Almanlar yeni bir tarih tartışması başlatıyordu…
Almanya’nın İsviçre’si dedikleri sakin bir şehirde yaşıyorum o sıra…
O Cuma günü de her zaman yaptığım gibi haftalık dergi ve gazetelere bakmaya gittim…
Spiegel dergisini elime aldım…
Her zaman yaptığım gibi gayri ihtiyari bir şekilde o haftanın silah satışları raporuna bakmak için silah ticaretini haber yaptıkları sayfayı açtım…
Bir de ne göreyim…
Alman emperyalizminin bir tank ihracatı haberi; bu olağan bir şey…
Yanında da barış çığırtkanı Jean Jaures anmasının haberi…
Savaş ve barış yan yana…
Silah ticareti ve Jean Jaures’in anmasının haberi yan yana…
Öfkelendim!
2014 Ağustos’unun ilk haftasıydı, dünya savaşının 100. yılı olduğu gibi, dünya savaşını başlatabilmek için 31 Temmuz’da öldürülen büyük barış çığırtkanı Jean Jaures cinayetinin de 100. yılıydı…
Öfkelenmemin sebebi, Jaures ile silah ticareti haberinin yan yana olması değildi; tam aksine, o iyi bir gazetecilikti. Dünyanın ironisini bir sayfaya taşımışlardı…
Öfkelenmeme sebep Jean Jaures’i utanmadan ananlardı…
Alman Sosyal Demokrat Partisi lideri Sigmar Gabriel gitmiş Paris’te 31 Temmuz 1914’te Jean Jaures’in öldürüldüğü yere karanfil bırakmış…
Çok öfkelenmiştim…
Spiegel’in o sayısını uzun süre yanımdan ayırmadım…
Katıldığım uluslararası sosyalist toplantılarına da götürdüm:
-Bakın sosyal demokratların utanmazlığına, unutmayın bu hainlerin bize ne ettiğini, demek için yanımda gezdirdim o dergiyi…
Çünkü Jean Jaures’in karşı çıktığı için öldürülmesine neden olan o savaşı Alman sosyal demokratları destekliyordu…
Katil sosyal demokrasi…
Jaures şöyle diyordu öldürülmesinden birkaç gün önce 26 Temmuz 1914’te verdiği söylevde:
-Her halk Avrupa’nın sokakları arasında elinde meşale dolaşıyor ve işte yangın çıkıyor…
1914’te elinde meşale ile dolaşanların başını Alman sosyal demokratları çekiyordu…
Öyle utanmazdırlar ki 100 sene sonra katili oldukları devrimcinin öldürüldüğü yere gidip karanfil bırakabiliyorlar…
Tarihi çarpıtarak baştan yazıyorlar.
“Savaş zamanı” savaşı desteklediklerini “barış zamanı” savaşa karşı çıkarmış gibi yaparak gizlemeye, çarpıtmaya, manipüle etmeye çalışıyorlar…
En adi hırsızlar bunlardır: Tarihi gerçekleri çalarlar…
Dahası var, bu hırsızlar katildirler de. Bizzat cinayete iştirak ederler…
Jean Jaures’i Paris’te öldüren bir milliyetçiydi. Ama o öldürülürken Alman sosyal demokratları savaş bütçesi için ellerini havaya kaldırmaktaydı. Bundan 5 sene sonra da 1919 Ocak’ında savaş bütçesi için kaldırdıkları elleriyle Fransız sosyalisti Jean Jaures’in yoldaşı Alman devrimcisi Karl Liebknecht ile Polonya asıllı enternasyonalist Rosa Luxemburg’u öldürdüler…
Sosyal demokratlar Rosa ve Karl’ı öldürüp Berlin’deki Landwehr Kanalı’na attılar…
Sonra da cinayeti işledikleri elleriyle gidip 100 sene sonra Paris’te Jaures’in öldürüldüğü yere karanfil bıraktılar…
İşte bu yüzden öfkelenmiştim Spiegel dergisinde gördüğüm o habere…
100 küsur senedir bu sebepten Alman devrimcilerin değişmez bir sloganı var:
-“Bize kim ihanet etti? Sosyal demokratlar. Kim haklıydı? Karl Liebknecht!”
Alman Sosyal Demokrat Partisi şefi 2014 yılında Paris’teki anmaya katılmıştı, çünkü Berlin’deki anmaya katılamazdı. Cesaret ederse yumurtayı yerdi…
Hiç unutmam, Almanya’da sendikaların düzenlediği büyük bir mitingde Sosyal Demokratlar ve Yeşiller konuşma yapmaya gelmişti. Konuştukları süre boyunca yumurta yağdı kafalarına, konuşmalarını kesmediler. Şemsiyeler açıldı. Yumurtalar yağmaya devam etti. Karton karton yumurta atıldı. Utanmadan konuştular…
İşte bu sebepten Paris’teki anmaya gitmişti Alman Sosyal Demokratlarının şefi. Biliyordu, Berlin’deki cinayet mahalline dönerse yumurtayı yerdi…
Herkes safını bilir…
Bu sebeptendir, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) vakfının adı Friedrich Ebert Vakfı’dır. Friedrich Ebert, 1918 Alman devriminin önderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katilidir. Silahı tutan eldir…
Katil Ebert’in vakfı bizim memlekette de CTP, TDP, sendika bürokrasisi ve bilcümle liberal ile iş tutar…
Saflar dünya üzerinde her yerde aynıdır…
Her yerde anlatılan sizin hikâyenizdir…
İşte bu yüzden katil sosyal demokratların kurban Jean Jaures’i anmasına öfkelendim…
Jean Jaures’in yerine Derviş Ali Kavazoğlu yazın öyle okuyun…
Jean Jaures’in yerine Fazıl Önder yazın öyle okuyun…
Jean Jaures’in yerine Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet yazın öyle okuyun…
Jean Jaures’in yerine Ahmet Yahya yazın öyle okuyun…
Jean Jaures’in yerine Kutlu Adalı yazın öyle okuyun…
Katil-kurban ilişkisi hepsinde aynıdır. Katil veya katilin suç ortağı olay yerine gelip karanfil bırakır…
Kavazoğlu Kıbrıs’ta barış ve bir arada yaşam için mücadele ederken, Enosis çığlıkları atan AKEL’in, Jaures’in öldürüldüğü yere gidip karanfil bırakan Alman sosyal demokratlarından farkı yoktur…
Kutlu Adalı cinayetinin hesabını sormak için AİHM’de dava açan İlkay Adalı’ya davasını geri çekmesi için baskı yapan CTP’nin Jean Jaures’in öldürüldüğü yere gidip karanfil bırakan Alman sosyal demokratlarından farkı yoktur…
Hikâye hep aynıdır!
Katil ve suç ortağı olay yerine elinde karanfille geri döner…
En trajik nutku da katil ve işbirlikçileri atar!
***
Nereden geldik buraya?
Nasıl bir kör kuyuysa şu Kıbrıs içinden çıkamıyoruz…
Jean Jaures’in hayat hikâyesini yazacaktım, konu gene içinde kayıp kemikleri olan kuyuya geldi…
Fransız ozanı Jaques Brel’in bir şarkısı vardır “Jaures’i neden öldürdüler?” diye sorar:
“Sorun kendinize, ey güzel gençlik
Bir anının gölgesi kadar kısa bir an
Bir iç çekmenin nefesi kadar kısa bir an
Neden öldürdüler Jaurès’i?
Neden öldürdüler Jaurès’i?”
…
Jaures’in ölümü bir semboldür…
31 Temmuz 1914’te öldürülmesinden birkaç saat sonra seferberlik ilan edildi. En azılı barış militanının öldürülmesiyle Fransa savaşa girmiş oldu…
Jaures orta halli burjuva bir ailenin felsefe eğitimi alan oğluydu, diğer oğulları ise amiral oldu. Girdiği felsefe öğretmenliği sınavında üçüncü gelir; sınavda ikinci gelense ünlü filozof Henri Bergson’du. Böyle bir çevreden çıktı Jaures…
Jaures anlatıldığına göre Fransa tarihinin en iyi hatiplerinden biriydi. Üniversite kahvesinde otururken “Nutuk! Nutuk! Nutuk isteriz” diye koro halinde bağırarak onu masanın üstüne çıkıp nutuk atmaya davet ederdi gençler…
Biraz da bu yüzdendir, seferberlik ilan edilmeden birkaç saat önce öldürülmesi bu barış çığırtkanının…
Ordular savaşırken cephe gerisinde böyle barış çığırtkanları istemez…
Siyasete cumhuriyetçi olarak giren Jaures 30 yaşını geçtikten sonra sosyalist olur. Sosyalist olmasının sebebi de Fransa’da patlak veren işçi grevleridir…
1892’de Charmaux maden işçilerinin grevinden sonra Tarn’ın gerici milletvekili istifa edince onun yerine işçiler Jaures’i seçtiler. Böylece Sosyalist Parti’sine bağlandı…
1892’de Fransa’nın Charmaux bölgesinde başlayan bu grevler bir cumhuriyetçiyi sosyaliste dönüştürür. 1914’te öldürüleceği güne kadar Fransız sosyalizmi onda vücut bulur…
1894’te haksız yere casuslukla itham edilen Yüzbaşı Dreyfus’un davasında büyük romancı Emile Zola ile birliktedir. Yahudi düşmanları, milliyetçiler ve militaristlerin günah keçisi haline getirdikleri yüzbaşıya sahip çıkar…
Bugün bile Fransa dendiğinde ilk akla gelenlerden l’Humanité (İnsanlık) gazetesinin kurucusu ve uzun yıllar başyazılarını yazan kişi de Jean Jaures’ti. Bugün bile Fransa dendi mi akla ilk gelen laikliğin, özellikle eğitimin tamamen laikleştirilmesinin temeli olan yasaların mimarlarından biridir de…
1905 yılında parçalı Fransız sosyalist hareketini birleştirerek parti kurdu; “İşçi Enternasyonali’nin Fransız Seksiyonu” ismini koydu. “Enternasyonal” demek dünya partisi demektir: Bütün ülkelerde ayrı ayrı, bütün dünyada birlikte, bütün gökkubbeyi kaplayan ve bütün yeryüzünü kucaklayan tek bir dünya partisi… İşte o gün insanlık bunu hayal ediyordu. Jaures 1905’te partiyi kurarken kendini bir dünya partisinin Fransa kolu olarak ilan etti. 1892’de maden ve cam işçilerinin grevleri ile karşılaşana kadar sosyalizm nedir bilmeyen bir cumhuriyetçi olan Jaures, grevlerden 13 sene sonra dünya sosyalizminin partisini kuruyordu Fransa’da…
Kıbrıs’ın kuzeyine “ülke” diyen, güneyi ayrı bir “ülke” sayan, avuç içi kadar memleketi “iki bölgeli ve iki toplumlu” diye ayıran şovenist sahte “solcuların” yaşadığı bu memlekette biraz ütopist gelebilir size; burada yaşarken hayal etmesi zor ama “Yurdum bütün cihandır benim” diyordu Jaures 1914’te dünya savaşı başlamadan hemen önce öldürülene kadar…
Bir Fransız enternasyonalistiydi Jaures ve söz konusu savaş olduğunda esas düşmanı ne Almanya’da arıyordu ne Rusya’da. Onun için düşman Fransa’daydı: Fransız burjuvazisiydi…
Düşmanı dışarda aramıyordu: Azgın milliyetçi ve gericileri “Yurdun en berbat düşmanları” diye tanımlıyor; barış için verilen mücadeleye ise “Kavgaların en büyüğü” diyordu…
Hatipliğiyle meşhurdu dedim… “Dedikodu”su yapıldı hep; konuşmalarını yazar mıydı, yoksa kafadan spontane mi yapardı diye…
29 Temmuz’da Brüksel’de İkinci Enternasyonal’in yürütme organı olan Uluslararası Sosyalist Büro’da savaş tehlikesi hakkında attığı son nutkundan önce yemek yerken kağıda iki sözcük yazmıştı:
-“Attila’nın atı”…
Bu iki sözcükle gelmekte olan savaşı tasvir ediyordu. Savaşın resmi uçurumun kenarında duran Attila’dır, atı ise tereddüt geçirmekte ve sendelemektedir…
Marx’ın yakın arkadaşı olan ve sonradan dönek olan Karl Kautsky bile itiraf ediyordu. Üniforma giymiş köylüler-işçiler arasında “Bugün siperlerde en çok sevilen adam Karl Liebknecht’tir.” Çünkü savaş sırasında savaşa karşı çıktı…
Fransız ozanı Jaques Brel şarkısında soruyor; “Jaures’i neden öldürdüler?”…
Bu sebepten öldürdüler: Savaş sırasında savaşa karşı çıkacak bir Jean Jaures yoksa savaşanlar daha rahat savaşır, cephe gerisinde “milli birlik” sağlanmış olur…
Fransa’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişi bu sebepten Jaures’in öldürülmesiyle özdeşleştirilir bugün bile…
Masal gibi “Savaş, Avusturya-Macaristan Prensi Saray Bosna’da öldürüldüğü için çıktı” diye anlatılır…
Hayır!
Savaşa “savaş zamanı” karşı çıkabilecek Jean Jaures’ler öldürüldüğü için çıkarabildiler savaşı…
31 Temmuz’da Jaures öldürüldü, 3 Ağustos’ta Fransa-Almanya savaşı başladı. Fransa’da Jaures öldürülünce, Alman parlamentosunda savaşa karşı çıkan Karl Liebknecht yalnız kaldı…
Jaures’in öldürülmesinden sonra onun partisinin diğer önderleri savaşı desteklediklerini açıklayıp asker yazılırlar. Fransız burjuvazisi ile “Kutsal İttifak” ilan ederler…
31 Temmuz 1914’te öldürülmeden, l’Humanité (İnsanlık) gazetesine makalesini yazmaya gitmeden önce Croissant kahvesinde akşam yemeğini yiyordu. İki el silah sesi duyuldu…
Kızıl Ordu başkomutanı Lev Davidoviç Trotskiy 1917’de onu anmak için yazdığı yazısını şöyle bitiriyordu:
“Fikirler atleti Jaurès, insanlığın ve insan soyunun en korkunç illeti olan savaş ile mücadele ederken arenada düştü. O, gelecek kuşakların belleğinde, acıların ve düşüşlerin, umutların ve mücadelenin bağrından doğması gereken insanın öncüsü, habercisi olarak hatırlanacak”…
Savaş zamanı savaşa karşı çıkan bu devrimci hakkında daha yazacak çok şey var ama sayfa bitti…
Yahya Kemal ile bitireyim…
“Eski Paris” şiirinde şöyle der:
“Eski Paris’te bir ömür geçti;
Jaures’in gür sedası devrinde
Tuncu canlandıran ilâhdı Rodin,
Verlaine absenti Baudelaire afyonuna
Karışan bir sihirli hazdı şiir.”
(31 Ocak 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)