Aziz Şah – Pandeminin ilk günleri, Lokmacı kapısı kapanmış ama güneye geçişler sürüyor. Bir fotoğraf düştü sosyal medyada önüme…
Feminist bir insan hakları aktivisti, AB’den fon alarak “sivil toplumculuk” kariyeri yapan bir avukat…
Güney Lefkoşa’daki ABD Büyükelçiliği’nden bir selfie paylaşmış!
“İnsan kaçakçılığı hakkında eğitime alındık” gibi bir şey yazmış üstüne.
Fotoğrafın altında tebrik mesajları, kalpçikler, “başarıları”nın devamını dileyenler. Eminim kıskançlıktan çıldırıyorlardır ABD Büyükelçiliği’ndeki eğitimde onlar değil de bir başkası olduğu için…
Fotoğrafa bakarken ilk anda öfkeleniyorum!
“İnsan hakları” ile ilgili ABD Büyükelçiliği’nde eğitime alınmış, utanmıyor, gururlanıyor, paylaşıyor.
Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından Ebu Garip zindanında Iraklı direnişçilere yapılan işkencelere ve tecavüzlere ABD emperyalizminin kısa tarihi gözlerimin önünden geçiyor…
İnsan kaçakçılığı hakkında “workshop”a katılmış…
İnsan kaçakçılığı deyince aklıma ABD’nin yarattığı IŞİD’in köle pazarlarında satılan kız çocukları ve kadınlar geliyor…
Çıldırıyorum!
Bir avukat, insan hakları aktivisti, feminist…
Onun için o kadar normal ki!
Sonra fotoğrafın altındaki “başarı” dileklerine göz gezdiriyorum…
-Başarı nedir, diyorum kendime…
Evet, bu sistemde başarı ABD Büyükelçiliği’ne davet edilebilmektir…
Hayır, benim için “başarı”, “gurur” ya da adı her ne ise, insan olmak başka bir şeydir!
Saygon’daki ABD Büyükelçiliği’nin çatısına konan son helikopter Vietnam’da kalan son Amerikalıları götürmek için gelmişti…
Vietnamlı işbirlikçiler o kadar emindi ki Yankee’nin kendilerini hizmetlerinden dolayı alıp “rüyalar ülkesi”ne götüreceğinden…
Çatıdaki o helikoptere çıkmak için dayanan merdivene tekme atmıştı Vietnam’daki son Amerikan deniz piyadesi. “Son tekme” diye geçti o fotoğraf tarihe…
Merdivenden aşağıya düştü işbirlikçiler!
Başarı ya da gurur Vietnamlı devrimcilerin o an yüzündeki gülümsemedir…
Muhammed Ali’nin “Benim Vietkong ile kavgam yok, hiçbir Vietkong bana ‘nigger’(zenci-arap) demedi” diyerek ezilen bir halka namlu doğrultmayı reddetmesidir insanın göğsünde taşıyabileceği en büyük madalya…
Karl Liebknecht’in Alman meclisinde, Jean Jaures’in Fransa’da tek başına savaşa karşı çıkarak insanlığa ders vermesidir…
Deniz Gezmiş’in idam sehpasında ettiği son sözleri…
Mahir Çayan’ın her ne pahasına olursa olsun ilkelerinden taviz vermemeyi ölerek geride kalan devrimcilere öğretmesi…
İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermemesi…
İşte bunlara selam durulur!
ABD Büyükelçiliği’nde eğitime alınmış olmakla övünen bir feminist insan hakları aktivisti benim için başarılı sayılmaz; isterse Joe Biden’la selfie de çekinsin. Gene başarılı değildir…
Sadece bunlar onu üst düzey bir işbirlikçi yapar…
Eğitime alınanların da kim olduğunun bir önemi yok. 1990’lardan bugüne binler geçti o tezgâhtan…
Aradan geçti 30 sene!
Körfez savaşı, Irak savaşı, Yugoslavya’nın parçalanması, Afganistan savaşı 20. senesini devirdi, Suriye, Libya, Yemen…
30 sene önce eğitilen “aydın”cıklar ara ara o eski “güzel günleri” yad ederler. Sosyal medyada yazarlar biz de okuruz gaflet uykularını…
Sorar dururuz neden Kıbrıs’ta savaş suçlarının yargılanması için hiç girişim olmadı diye…
Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi TC’nin Kıbrıs’a işgalden sonra illegal yerleşikler taşıyarak işlediği savaş suçlarını gündemine aldı.
Kıbrıslı “aydınları” eğiten ABD ise mahkemeye baskı uygulamaya başladı…
ABD’nin telaşı niye?
Yargılamaya başlarsak savaş suçlularını listenin en başında Henry Kissinger olduğundan olmasın…
(26 Şubat 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)