Aziz Şah – 16 Mart’ta yazıyorum bu satırları…
16 Mart 1988’de Saddam’ın gerçekleştirdiği Halepçe katliamının yıldönümünde.
Bir yandan aklımda Kıbrıs’ta süren kansız soykırım, diğer yandan kalbimde Halepçe’de Saddam’ın Kürtlere yönelik kimyasal soykırımı…
“İstenmeyen ırkların soyunu kurutmanın, sistematik ve nispeten acısız, hatta oldukça kansız, pek çok yolu var” demişti Hitler…
“Entegrasyon ve asimilasyon” ile yok edilebilecek ırklar da mevcuttur. Her etnik-dinsel grup için toplama kampına, gaz odasına, çalışma kamplarına gerek yoktur…
Kimi yerlerin sadece ismi değişir, kimi yerlerin ise üzerine atom bombası atılır…
Kimyasal soykırım da bir yoludur “istenmeyen ırkların soyunu kurutmanın”, kansız, sessiz ve zamana yayılmış soykırım da bir yoludur soy kurutmanın…
Bugün “soykırım”- “jenosid” diye bilinen kavramın mucidi Yahudi asıllı Polonyalı hukukçu Rafael Lemkin isimli adamdır.
Soykırımın sadece kitle imha ile değil “asimilasyon ve entegrasyon” ile de yapıldığını yazan Lemkin’dir.
“Entegrasyon ve asimilasyon” sözcükleri 1974 sonrası Kıbrıs Türk siyaset sözlüğünün en çok kullanılan terimleridir…
Ekonomiden, kültüre, sosyal yaşama, eğitime, her alanda “entegrasyon ve asimilasyon”un hüküm sürdüğü herkesin dilindedir…
İşgal ve istila demekten daha kolaydır değil mi “entegrasyon ve asimilasyon” demek?
Evet daha kolaydır. İşgal diyenler bedel ödemiştir ama sadece “entegrasyon ve asimilasyon” diyenler askeri rejim tarafından “tehdit olarak” görülmemiştir hiçbir zaman…
“Soykırım” kavramının mucidi Rafael Lemkin ise tam tersini söylüyor…
“Entegrasyon ve asimilasyon” kansız soykırım şeklidir. Kanlı imhanın devamıdır, diyor…
Türkiye Kıbrıs’ın kuzeyini entegre ediyor ve asimile ediyor diyenler, “Türkiye Kıbrıslı Türklere karşı soykırım yürütüyor” diyorlar. Meali budur…
Uluslararası hukuka “soykırım” kavramını sokan adam böyle söylüyor…
Kansız soykırım için Nazilerin Lüksemburg’u Almanlaştırma, zorla entegrasyon ve asimilasyon sürecini örnek gösterir:
“Lüksemburg Fransızca ve Almanca olmak üzere yüzyıllardır iki dillidir. Bununla birlikte Alman Mülkî İdare Şefi 6 Ağustos 1940’da “Lüksemburg’un dili şimdiye dek olduğu gibi hep Almancadır… Alman dili ticari yaşamda olduğu gibi tek resmi dil olacaktır” diye bir emir çıkarttı. Tüm sokak ve yer adları Almancaya dönüştürüldü. Almanca dışında adları olan Lüksemburglular’dan adlarının Almanca muadillerini kullanmaları, bu mümkün değilse, bir Alman adı seçmeleri isteniyordu…”
Kıbrıslılara yabancı değildir bu satırlar. Kuzey Kıbrıs’ta da yer ve insan isimleri değiştirildi, soyadı kanunu getirildi.
Alman Mülkî İdare Şefi’nin “emir”leriyle yönetilir Almanlaştırılan Lüksemburg…
Ömrünü Kürtlerin tarihini araştırmaya ve özgürlüğüne adamış olan Türk sosyolog İsmail Beşikçi’nin meşhur bir sözü vardır:
“Sömürgeler kararnameler ile yönetilir…”
Kıbrıs’ın kuzeyinde ise, “emir” ve “kararname” denilen şeyin adı “protokollerdir”.
Kıbrıs’ın kuzeyi protokollerle yönetilir…
Eğitim, kültür, sağlık, ekonomi, güvenlik gibi bütün alanlar 1974’ten beridir protokollerle şekillendirildi.
Bu da kansız kültürel soykırım olan “entegrasyon ve asimilasyon”dan başka bir şey değil!
Lemkin soykırımın hedeflerini şöyle sıralar:
“…hedefleri, grubun sosyal ve siyasi örgütlerinin, kültürlerinin, dillerinin, ulusal bilinçlerinin, dinlerinin, ekonomik varlıklarının, güvenliklerinin sağlıklarının, özgürlüklerinin, insanlık onurunun ve hatta yaşamlarının yok edilmesi anlamına geliyor…”
1974’ten bugüne mali, eğitim, kültürel ve diğer protokollerle ekonomik varlıklarımızdan kültürel değerlerimize kadar herşeye savaş açıldı…
“Mali protokol” denilen şey KKTC bütçesini denkleştirmekle ilgili değil, Kıbrıs Türkünü yok etmekle ilgilidir.
Açın 2019-20 mali protokolünü inceleyin göreceksiniz:
Elektrik Kurumu’nun parçalanarak yerine Enerji Dairesi kurulmasından, öğretmenlerin özlük haklarına, kamu yasasından Kooperatif Merkez Bankası ile Vakıflar Bankası’na ve YÖDAK’a, Mağusa Yük Limanı, Kalecik Yük Limanı ve Mağusa Turizm Limanı ile Girne Antik ve Turizm Limanları ve Telekomünikasyon Dairesi’ne bütün kurumlar ve ekonomik varlıklar hedefte…
Önce Lemkin’in soykırım tanımına bakın, sonra okuyun protokolü…
Lemkin’in mücadelesi sonucu belli bir tanınırlığa ulaşan “soykırım” tanımı, BM’nin Yerli Uluslar Hakları Uluslararası Sözleşmesi’nde de yerini alır. Sözleşmede ‘kültürel soykırım’ şöyle tanımlanır:
“Yerli halkları ayrı toplumlar olarak bütünleşmekten veya kültürel veya etnik karakteristik veya kimliklerinden yoksun bırakma amacı veya etkisi taşıyan herhangi bir eylem.
İletişim medyası, dini veya eğitsel kurumlar, resmi mevzuat, idare veya başka önlem veya araçlarla başka kültür veya yaşam tarzlarını dayatarak zorla asimilasyon veya entegrasyon.”
“Soykırım”ı tanımlarken Rafael Lemkin “etnik karakteristik” üzerinde durur. Bir topluluğun karakteristik özellikleri ister imha yoluyla, isterse entegrasyon ve asimilasyon yoluyla yok edilsin. O bir soykırımdır.
1974’ten beridir Kıbrıslı Türklerin karakteristik özellikleri 80 milyonluk Türkiye’nin “melting pot” -eritme potası’nda- kaybolup gitmedi mi?
22 Ocak’tan sonra “Çok kültürlülük zenginliğimizdir” diyerek Tufan Erhürman katıldığı Karadenizliler festivalinde şöyle demişti:
“Birleşik kültür beni çok heyecanlandırıyor. Her defasında söylüyorum; Karadenizli kardeşlerimizin buradaki Kuzeyin Yıldızları’nın halk dansları ayrı bir heyecan kaynağı. Ama onun yanına, özellikle bu bölgede Adanalıları, Anteplileri, Orduluları, Hataylıları, onları da eklemenin zamanıdır. Onların yemeklerini de Kıbrıs’ın Kuzeyinde daha önceden beri var olan yemeklerle buluşturmanın zamanıdır. Ve bunu, bir zenginlik olarak yaşamalı…”
O gün Tufan Erhürman’ın “çok kültürlülük” ve “birleşik kültür” dediği şey, kültürel soykırımdan başka bir şey değil:
Bir topluluğun karakteristik özellikleri entegrasyon ve asimilasyon yoluyla yok edilirken siz buna “çok kültürlülük” diyemezsiniz!
Lemkin şöyle yazar:
“Soykırım iki aşamadan oluşur: Ezilen gruba has özelliklerin ve niteliklerin ortadan kaldırılarak yok edilmesi; ardından ezen güçlünün ulusal niteliklerinin ezilen gruba zorla kabul ettirilmesi. Bu durum yaşamasına müsaade edilen ezilen gruba uygulanır; ya da bu grubun yaşadığı bölge tamamen boşaltılarak, ezen gruba ait kişiler buralara yerleştirilerek kolonileştirme başlatılır.”
Rafael Lemkin’in takipçilerinden olan soykırım araştırmacısı Ward Churchill şöyle yazar:
“Söz konusu mesele, tüm kültürlerin, tüm insanların olduğu gibi var olmalarına zorla son verilmesidir. Sonuç, bu tasfiye ister ırksal/kültürel üstünlük adına gerçekleştirilsin, ister teknolojik/ ekonomik kalkınma temelinde yapılsın, soykırımdır…”
Devamında ise şöyle der:
“Soykırımın özü, her ne şekilde ve hangi kurala göre olursa olsun bizatihi insan gruplarının cebrî eliminasyonunda keşfolunacaktır…”
Yani zorla eleme, yok etme, devre dışı bırakmaktır soykırımın Türkçesi: “Entegrasyon ve asimilasyon…”
Tarihe ve hukuka “soykırım” kavramını ve suçunu sokan, kabul ettiren Rafael Lemkin, “kültürel soykırım” terimini açıklarken, asimilasyon süreçlerini Nazi örneğinde şöyle açıklar:
“Yok edilmemiş (savaşta öldürülmemiş) nüfusun Alman kültürel, siyasi ve ekonomik şablonuna entegre edilmesi…”
Bir kesim nüfus kanla yok edilir, bir kesim de entegrasyonla “elimine edilir”…
Rafael Lemkin “Genocide” başlıklı makalesinde şöyle der:
“Son savaş bütün dikkatimizi hem biyolojik, hem de kültürel olarak tüm nüfusun -ulusal, ırksal ve dinsel grupların- imhası olgusu üzerine yoğunlaştırmıştır. Özellikle işgal sürecindeki Alman pratikleri çok iyi bilinmektedir. Almanların genel planı savaş kaybedilse de barışı kazanmaktı…
Hedefe, Avrupa’daki siyasi ve demografik ilişkilerin Almanya lehine başarılı bir biçimde değişmesiyle ulaşılabilirdi. Yok edilmeyen nüfus Alman kültürel, siyasi ve ekonomik şablonuna entegre edilecekti…
Böylece, işgal altındaki Avrupa’da ulus kimliklerinin kitlesel anlamda yok edilmesi planlanmıştı…”
Soykırım iki aşamalıdır:
1. Kitlesel imha, etnik temizlik ve arındırma…
2. Entegrasyon ve asimilasyon…
Savaş kaybedilse bile demografik dönüşümle hedefe ulaşılabilir diyor Lemkin…
Rafael Lemkin’in tüm söyledikleri ve uluslararası hukuka yazdırdığı maddeler, KTÖS’ün Mevlüt Çavuşoğlu’na karşı yayınladığı bildiride yer aldığı için faşistler öfkeden deliye dönmüştü.
KTÖS diyordu ki:
“Uluslararası sözleşmelere imza koyup, bunları çiğnemeyi alışkanlık haline getiren Türkiye yetkilileridir. Sn. Çavuşoğlu garantörlük sorumluluğu çerçevesinde adaya asker gönderip, %37’sini ele geçiren, 1949 Cenevre Sözleşmelerine aykırı adaya nüfus taşıyıp demografik yapıyı değiştiren, Kıbrıslı Türklere zorla soyisim aldıran, adanın kuzeyinde etnik temizlik yapan, yerleşim yerlerinin isimlerini değiştiren, 1983’te ayrılıkçı bir devlet kurduran, adanın kuzeyini asker-sivil bürokratlarla ve kukla yöneticilerle yöneten siz değil misiniz?”
KTÖS’ün bu sıraladıkları soykırımın adımlarıdır. Bu yüzden o gün bugündür sendikalara daha sert vuruyorlar!
Kıbrıs’ta süren kansız soykırımın resmini yap deseler yapamam, ama kansız soykırıma uğrayan insanın bakışını, yüz ifadesini, hüznünü biliyorum…
Hani 1974’te ganimet evlere ilk girdiğinizde bütün Rum evlerinde duvarda asılı bir çocuk resmi vardı…
Meşhur Ağlayan Çocuk Portresi…
Her Rum evinde bir tane asılıydı diye anlatılır…
İşte o çocuğun bakışıdır, duruşudur, hüznüdür kanlı Temmuz savaşından kansız soykırıma giden yolda yürüyenlerin suratlarının şekli şemali…
Faize Özdemirciler de şiirini yazdı vakti zamanında o ağlayan çocuğun…
harçlığını aydede’den koparan çocukluğum usulca
açtı yazın kapısını. yıldızları atlattıkça temmuz’un
arka bahçesinde kemalettin tuğcu’yla buluşmakta
şimdi. önce papaz’a sonra paşa’ya yem oldu bir
zamanlar portakal bahçelerini sarhoş eden sultani.
*
ağustos’un alnına silâh dayadı temmuz, kanatarak açtı
sonbaharın kapısını. bir damla… bir… bir daha… sonra
çıt sesi. küçük tanecikler dil altına yuvarlanırken söz
nara dönüştü, hıçkırık ayvaya.
*
çalıkuşu’nu bitiremeden boyunlarına kurşun asan kızlar,
büyüdüler ve kolayca feda ettiler rahimlerini. coğrafyayı
andıran kadınyüzler hüzün ki nasıl, boydanboya.
-direnmek mi, henüz değil, belki sonra!-
*
çilingirdir sonbahar, kırarak açtı kışın kapısını. rum
evlerindeki ganimetin en ıslak olanı. şair’in kazılarında
en çok rastladığı. ah! o ağlayan… ağlayan çocuk tabloları!
(“ağlayan çocuk tabloları”, Deli Temmuz- Faize Özdemirciler)
(17 Mart 2019 tarihinde “Afrika” gazetesinde yayınlanmıştır)