Aziz Şah – Lisede öğretilen geleneksel sosyolojide “aile toplumun en küçük yapı taşıdır” denirdi.
Linç de faşizmin en küçük yapı taşıdır.
Bir gazetenin taşlanması, yakılması veya yakılmak istenmesi…
Bir siyasinin kalabalık bir gürûh tarafından yumruklanması, sığındığı evde yakılması veya yakılmak istenmesi…
Etnik, cinsel, dinsel, kültürel herhangi bir azınlık mensubunun sadece “söylem”le değil, fiziksel şiddete maruz kalması…
İşçi örgütlerinin, derneklerinin, sendikalarının “atomize” edilmesi, yani dağıtılması için fiziksel saldırıların gerçekleştirilmesi…
Bir gazetecinin 20-25 kişi tarafından sokakta kıstırılıp dövülmesi…
Şimdilerde abuk sabuk bir dil türedi. “Linçlemek” derler. Sosyal medyada ilgi çekmek için saçma sapan, hatta nefret suçuna varan sözler edip tepki alınca “linçlendim” der gençler. Bu linç falan değildir. Gerçeklikle bağını koparmış zamane insanının cinnetidir.
Halbûki bizim bahsettiğimiz “linç” sosyal medyadan önce de vardı, sonra da olacak. Sadece “sosyal medya” kitlelerin içindeki linç potansiyelini ortaya çıkardı ve kışkırttı.
Kıbrıs’ta en son cezaevinden kaçan Rus mahkum olayı “medeni” toplumumuzun içindeki linç cevherini gösterdi bize.
22 Ocak linçi gerçekleştiğinden beridir “linç rejimi” deriz. Askeriyle, elçiliğiyle, polisiyle, yargısıyla, basınıyla bir rejimdir bu.
Bu sene 22 Ocak’ın üçüncü senesiydi. Olaydaki polis komutanlarının aldıkları pozisyona ve yargıya verilen talimata dair yeni şeyler öğrendik. 5’inci senesinde başka yeni şeyler yazılacak. 10’uncu senesinde başka. Bir gün “9 kayıp saldırgan”ın sırrı da çözülecek…
22 Ocak bir linç rejimidir. “Linç rejimi” tabirini de bizim gazete dışındakiler kullanmaz…
22 Ocak’ı ya anlamadılar ya kendi başlarına gelmediği için önemsizleştirirler veyahut işgal ve askeri rejim olduğunu söylemeye dili varmayanlar “linç rejimi” mi diyebilir?
26 Ocak 2018’de Afrika’nın linç edilmesine karşı yapılan mitingde gazetenin adını bile bildirisine yazmayan ve ağzına almayan sendikalar 3 sene sonra “Erdoğan’ı sevmiyoruz” diyen Kıbrıslı yurtseverler tutuklandığı zaman TC Elçiliği’nin önünde hatırladılar 22 Ocak’ta Afrika’ya saldırıyı…
Başlarına taş mı düştü diye sormadan edemiyoruz!
İşte bu yüzden kaybettik! 3 sene sonra, 5 sene sonra, 10 sene sonra itiraf ederek… Bazısını 50 senedir inkâr etmeye de devam ediyoruz! Bazısını sormaya dahi cüret etmiyoruz…
Ha, biz yazıyoruz da suya yazıyoruz!
Bu bir linç rejimidir:
İşte linçe karışan her saldırganın TC’li bakanlar ve elçi ile bizzat resimleri var. Tatar’la olan kucaklaşmaları ne ki!
TC’li bakanlar her geldiğinde VİP’ten geçip kırmızı halının başında “dava arkadaşları”nı ve “ülküdaş”larını karşılar linççiler…
Festivallerde belediyelerin “protokolü”nde yer alırlarken 15 Kasım 2020’de Erdoğan’ın Maraş şovunda da “protokol”de yer aldılar. Şimdi de vatandaşlık dağıtılmasında “aracı”lık yapıyorlar!
Bunun adı linç rejimidir…
Ha, bu memleketteki ilk linç 22 Ocak değil. “Bayraktar ve Ömerge camileri yakılmış… Türk Haberler Bürosu’na bomba atılmış. Huuuurrrraaaaaa, ya taksim ya ölüm”den başlar…
1996 Derinya ve 1997’de barış için konser veren Türk ve Yunanlı şarkıcılar Burak Kut-Sakis Ruvas’a yönelik linçler…
Barbaros Şansal’ın Kıbrıs’tan “sınırdışı” edilip İstanbul’da linç edilmesi de bizim meselemizdir. Hatta 22 Ocak’ın habercisiydi. Şansal’ı jurnalleyenler ile bizi rapor edenler aynı “rejim”dir…
Baştan söylüyoruz:
Linç faşizmin en küçük yapı taşıdır.
(16 Mart 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)