Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi

Aziz Şah – “Yavru çukur”, “yavru Susurluk”, “yavru Kurtlar Vadisi”, “yavru lağım” diyenler var!

Demeyin…

Türkiye Cumhuriyeti devletinin lağımıdır bu, bize taşmasının sebebi işgal gerçeğidir.

Israrla “yavru” diyenler işgal gerçeğini anlamayanlardır…

Bunu da mı Sedat Peker’in söylemesini bekliyorsunuz?

Peker’in söylemediği ve söyleyemeyeceği şey budur: 1974’ten beridir Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan işgal rejiminin sebebi burasını “arka bahçe” olarak kullanma amaçlarıdır.

Uluslararası hukukun dışında korsan bir yapı olmamız için Denktaş’tan Erdoğan’a gelene kadar bu yüzden her fırsatı değerlendirdiler. Önce “Port of Famagusta” mührü ile ticaret yaparken Mağusa limanına ambargo uygulanmasını sağladı işgal rejimi; ardından da hem 1993’te Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nın hem de 2021’de Uluslararası Mağusa Limanı’nın ve Ercan Havaalanı’nın açılmasına karşı çıktı Türkiye…

1972’den 1991 yılına kadar Kıbrıs Türk toplumu “Port of Famagusta” mührüyle ‘tercihli özel gümrük uygulaması’ üzerinden Avrupa’ya ihracat yaparken “Port of Famagusta” mührü yerine “KKTC” mührü vuruldu ve ambargo başladı!

1993’te Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nın açılmasına Mümtaz Soysal, 2021’de de Ercan Havaalanı ve Mağusa Limanı’nın açılmasına Mevlüt Çavuşoğlu karşı çıktı. Türkiye ne yapmaya çalıştığını açık açık gösteriyor: Kıbrıslı Türkleri dünyadan izole ediyor!

Bu izolasyonun sonunda da Türkiye’nin her türlü pis işinin döndüğü, uluslararası denetim dışındaki marina ve limanlarda istediklerini yaptıkları “kurtarılmış bölge” oluyor Kıbrıs’ın kuzeyi…

Avrupa Topluluğu Adalet Divanı’nın (ABAD) 1994’te aldığı kararla elimizde sahte KKTC mührü ile kala kaldık. Ambargo başladı…

ABAD Davası’na da müdahil bile olunmadı; Hüseyin Angolemli’nin aktardığına göre,

-“Ankara öyle istedi. Biraz beklememi söylediler” dedi Derviş Eroğlu Meclis’te!

1994’te değiliz, 2021’deyiz… Serdar Denktaş ne dedi bize Kutlu Adalı davası için?

– “Aziz Barnabas’tan ne alındı, mağarada ne vardı; bütün bunlar bizim açımızdan cevapsız. Bilgimiz olmayan konular. Niye? Çünkü fiilen askerin karıştığı olaydı. Soruşturma durduruldu. “Devam ettirmeyin” dendi. Ne vardı, ne alındı, kime götürüldü; Kıbrıs’ta hiçbir makamın bilgisinde değil.”

“ABAD Davası’nın üstüne gitmeyin, bekleyin” dedi Ankara. Karşılığında ekonomik ambargoları yaşadık…

-“Kutlu Adalı davasının üstüne gitmeyin, çünkü askerin karıştığı bir olay” dedi Ankara. Sonunda AİHM’de suçlu çıktı Türkiye…

Hem ABAD kararlarında hem de Kutlu Adalı cinayetinde “üstüne gitmeyin” dedi Ankara.

Karşılığında da Kıbrıs Türk toplumu dünyanın dışında bir hiçbir yerde yaşamak zorunda kaldı!

Sedat Peker’in size söyleyemeyeceği işte budur…

Batista’nın Küba’sı ABD için ne iseydi, Kıbrıs’ın kuzeyi de Türkiye için odur. Bu pis işlere de “milli dava” denir…

Israrla “çete”, “mafya”, “görevini kötüye kullanan devlet görevlileri” diyenler var!

Demeyin…

Bu iş ne ana-yavru ilişkisidir, ne de birkaç kendini bilmez memurun kontrolden çıkan eylemleridir…

Israrla Özel Harp Dairesi diyorum. Bugün Kutlu Adalı cinayetinde karşımıza dikilen kontrgerilla yapılanması Kore savaşı ile Türkiye’nin girdiği NATO’nun bir mirasıdır: Kıbrıs’ta Özel Harp Dairesi olarak çıktı karşımıza, 1970’lerde devrimci gençlerin karşısına Komando Kampları olarak çıktı, 1980’lerde “Ülkücü Mafya” oldular, 1990’larda Kürtlere karşı JİTEM oldular; bugün de başka isimleri var…

1955’te Atatürk’ün Selanik’teki evini bombalayarak başladığı kariyerine 1990’larda Kürt gazeteleri bombalayarak, gazete dağıtımcılarını ve gazetecileri öldürerek devam etti Özel Harp! 90’larda Kıbrıs’ta da patlıyordu o bombalardan, YKP’nin tabelasında hâlâ kurşun delikleri durur. 2000’de Avrupa-Afrika gazetesinin matbaası 2 kez bombalandı, gazetenin kapısında kurşun delikleri hâlâ durur!

“Çete” diyorsunuz, demeyin!

TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na göre bu bombalama emirlerini dönemin Başbakanı Tansu Çiller verdi: 30 Kasım 1994’te “Başta Özgür Ülke olmak üzere bölücü örgütlere destek verici yayın yapanlarla etkin mücadele yöntemlerinin derhal uygulanması” için gizli bir yazı ile talimat verdi. 3 Aralık 1994’te gazetenin İstanbul ve Ankara’daki bütün binalarında aynı anda bombalar patladı…

1990’larda Kıbrıs’ta patlayan bombalar haricinde, doğrudan ve dolaylı Kıbrıs’ı ilgilendiren 3 cinayet var: Kıbrıs’ta da yatırımları olan “Kumarhaneler Kralı” Ömer Lütfi Topal, Kıbrıs’ta off-shore banka sahibi MİT’çi Tarık Ümit ve bizim Kutlu Adalı…

1990’lardaki Özel Harp Dairesi faaliyetlerinin Kıbrıs’taki en önemli ayağı First Merchant Bank’tı. Bu bankaya bağlı diğer önemli bağlantı da HOSPRO şirketi…

Fikri Sağlar ve Emin Özgönül “Kod adı Susurluk” kitabında şöyle yazıyor:

“Susurluk albümünün önemli halkası, Tarık Ümit’in KKTC’deki ünlü tek şubeli First Merchant Bank’ın 1500 hissesine sahipken, trilyonlarca liralık bir karapara aklama işlemi dolayısıyla ortadan kaldırıldığı iddiası da ortada duruyor. Ümit’in kızı Hande, babasının bu bankaya ortak olduğunu ölümünden sonra öğrendiklerini ancak yaptıkları araştırmada banka kayıtlarında ortaklığına rastlayamadıklarını belirtiyor.  

(…)Bankanın ortakları arasında Suudi Arabistan Prensi Faysal’ın Özel Kalem Müdürü Kayzer Butt gibi çok ilginç isimler vardı. İstihbarat Dairesi eski Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı, banka ortakları arasına MİT mensuplarını da katıyor. Hatta Mehmet Eymür ve Mehmet Ağar’ın da bir yakını aracılığıyla ortak olduklarını açıklıyor. Peki Çatlı’nın bu banka ile ilişkisi yok mu, o da var.

First Merchant Bank’ın kasasında, (…) ödenmemiş bir çek bulunuyor. (…) Çekin sahibi Mehmet Özbay”… Yani nam-ı değer Abdullah Çatlı!

Susurluk’taki kamyon Kıbrıs’ta First Merchant Bank’ın vitrininden içeri girdi…

MİT mensubu Tarık Ümit’in ortak olduğu bu banka Belçika, İngiltere, Almanya ve İtalya’da Interpol operasyonlarında “yatırım dolandırıcılığı”ndan sobelendi. Ancak uluslararası hukukun dışındaki KKTC’de olduğu için işlem yapılamadı! Neden Kıbrıs’ın kuzeyinin uluslararası hukukun içine girmesini istemiyor Türkiye? Anlaşılmıştır!

Bu bankanın özelliği MİT’çi ortakları olması ve Kıbrıs’ta bulunması değil sadece…

Susurluk’taki kamyonun altında kalan ikinci şirket de HOSPRO: O da bizim “hemşeri”miz!

HOSPRO şirketi Türkiye’de emniyete 622 koli içinde çok sayıda silah hibe etti. İşte Kutlu Adalı onlardan biriyle öldürüldü…

HOSPRO şirketinin sahibi Ertaç Tinar. First Merchant Bank aracılığıyla karapara aklıyor.

Şimdi HOSPRO şirketi ile Atilla Peker’in ifadesi arasındaki örtüşmeye bakalım…

“Kod adı Susurluk” kitabından aktarıyorum:

“Mehmet Ağar Korkut Eken’e HOSPRO’dan gelen İsrail malı 30 adet Jeriko ve Uzi silah ile 30 adet susturucu teslim ediyor. Eken bu silahları yabancı bir ülkeye gönderiyor. O ülkede yapılacak operasyon ise amacına ulaşmıyor. Eken 30 silahtan ancak 20’sini geri getirebiliyor”…

Bizim “hemşeri”miz Bay Tinar’ın Özel Harpçilere hibe ettiği ve sadece devlet tarafından kullanıldığı bilinen 1990’ların suikast silahları kayıp!

Dönelim Atilla Peker’in verdiği yazılı dilekçeye:

“(…) Ben Korkut Eken ile THY’nin tarifeli uçağı ile Kıbrıs’a gitmek üzere kontrol yapılmadan uçağa doğru geçerken önce memurlara cebinden çıkardığı birkaç kimlik arasından seçerek Mustafa kimliği gösterdi ve kendini kaydettirdi. Korkut Eken bana ‘Jeriko’ bir silah verdi ve belimde silah olmak suretiyle uçağa bindik. (…) Kıbrıs’ta Sivil Savunma Daire Başkanlığı’na gittik. Orada Kurmay Albay Galip Mendi ile tanıştım, yardımcısı Enver Tosun Yarbay ile tanıştım. Sonrasında yan odada Korkut Eken ‘Uzi’ marka bir silahı bana verdi, bu silahın nasıl kullanılacağını ve susturucunun nasıl sökülüp takılacağını bana öğretti. (…)”

Evet, HOSPRO şirketinin İsrail’den alıp TC Devleti’ne hibe ettiği iki silah markası Jeriko ve Uzi…

Korkut Eken sahte kimlikle uçağa biniyor. Uçağa binerken beline tabanca takıyor. Anladınız mı şimdi Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nın ve Ercan’ın uluslararası doğrudan uçuşlara açılmasına neden hem 1993’te hem de 2021’de Türkiye’nin karşı çıktığını…

Adalı’yı öldürmek için gelirken bellerindeki JERİKO ve ellerindeki UZİ meşhur “kayıp silahlar”dan…

Bu silahları devlete hibe eden HOSPRO şirketinin sahibi Ertaç Tinar ile nereden “hemşeri” oluyoruz?

Bay Tinar 1991 yılında Denktaş tarafından KKTC vatandaşı yapılıyor. 1990’da vatandaşlık başvurusu yapıyor, ertesi sene vatandaş oluyor. Adapazarlı olan bu zat Cenevre’de yaşarken KKTC vatandaşı yapılıyor…

Bu “hemşeri”miz Denktaş’a başvurarak KKTC’nin İsviçre Fahri Konsolosu olmak da istiyor. Bunun için Denktaş’a dosya veriyor…

Bay Tinar Temmuz 1998’de “Kayıp Silahlar” konusunda Başbakanlık Teftiş Kurulu’na şunları anlattı:

“1993 yılı Eylül sonunda Mehmet Ağar, Ertuğrul Oğan, İbrahim Şahin ve Korkut Eken’le birlikte, İsrail hükümetinin bilgisi dahilinde (gayri resmi) İsrail’e davet edildik. Antalya’daki kurs, anti-terör eğitim amaçlı yapılmıştır. Kursun düzenleyici emekli Yarbay G. Cohan’dır. Kursun komutanı Albay Amos Golan’dı. Malzemeler, direkt İsrail’den gönderildi. Silahların, Emniyet’in elemanlarınca gümrükten çekilerek kampa gönderildiğini biliyorum. İsrail polisiyle yapılan görüşmelere Mehmet Ağar’dan başkasının katıldığını bilmiyorum”… (Aktaran: T24- Tolga Şardan, “Kutlu Adalı cinayeti ve kaybolan Jerikolar ve Uziler!”)

Bu HOSPRO şirketi Mehmet Ağar’dan sonra “kara liste”ye alınınca Tinar’ın KKTC vatandaşlığı Hüseyin Angolemli’nin dikkatini çekiyor. Angolemli meselenin üzerine gidince Tinar’ın Kıbrıs’a son olarak “Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Eski Bakan”lardan Ayfer Yılmaz ile aynı uçakta geldiğini buluyor…

Dönemin Kıbrıs sömürge bakanı ile aynı uçakta adaya gelen bu silah tüccarı da Kutlu Adalı’nın öldürülmesinden tam bir ay önce 6 Haziran’da adadadır. 6 Haziran 1996…

Dedektifçilik oynamak isteyenler oynayabilir. Ancak Kutlu Adalı’yı Türkiye’nin NATO’ya girmesi ile kurulan Özel Harp Dairesi’nin, yani devletin resmi elemanları öldürdü.

“Çete” değil, “görevini kötüye kullanan memurlar” değil; Ayşe Arman’la söyleşisinde özel timci Ayhan Çarkın şöyle diyor: “Emir komuta zinciri olmadan olmaz. Bizim görevimizde adım atamazsın. Neticede Özel Harekâtçı da olsan 657’li devlet memurusun”…

26 Kasım 1996’da DYP grup toplantısında Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller -Kutlu Adalı cinayetinde de “parmak izi” bulunan- Abdullah Çatlı için şöyle diyordu:

“Bu millet uğruna, bu ülke uğruna, devlet uğruna kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için her zaman saygıyla anılır, şereflidir”…

Günlerdir, her gün bir komutan, bir Özel Harpçi, bir istihbaratçı açıklama yapıyor kendini Kutlu Adalı’ya kurşun atmış olma “şeref”inden kurtarmak için…

Kutlu Adalı İsrail malı bir UZİ marka silahla öldürüldü. Sözde devletin kaybettiği, kaydı tutulmayan ve sayısı bilinmeyen İsrail malı silahlardan sadece bir tanesiyle…

Sibel ablam ve hocam (Özbudun) da “Derin Milliyetçiliğin Siyasal İktisadı” kitabında bir not düşüyor:

“‘Susurluk vakası’ mahkeme aşamasına geldiğinde örneğin Emniyet Genel Müdürlüğü’nün MOSSAD’dan satın aldığı ve biri Susurluk’ta kaza yapan Mercedes’ten çıkan ‘kayıp silahlar’a ilişkin dava af kapsamına alınmış”…

Enis Berberoğlu da 26 Ağustos 1997’de Hürriyet’te şöyle yazıyordu:

“Dünyayı bilmeyiz, ama Türkiye’de Uzi marka silahı sadece Emniyet Özel Harekât Dairesi Başkanlığı kullanır… 28 Temmuz 1996 tarihinde Yeniköy’deki evine giderken vurulan Kumarhane Kralı Ömer Lütfü Topal’ın Mercedes marka aracının yanında Uzi şarjörü bulundu… Peki Kutlu Adalı cinayetinde kullanılan Uzi ile Topal’ın cesedinin yanında bulunan şarjörün balistik sonuçları acaba karşılaştırıldı mı? Bu konuda herhangi bir resmi açıklama yok… Gazeteci Kutlu Adalı ve Topal cinayetleri arasında tam 21 gün var”…

Adalı’yı öldüren silahı bulduk: Kayıp Uzi!

Yazılı “ölüm emri”ni kim verdi?

(30 Mayıs 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author