Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi (2)

Meral Akşener-Mehmet Ağar

Aziz Şah – Geçen Pazar yazdığım “Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi” yazısından sonra UZİ hakkında yeni söylentiler çıkarıldı.

Nasıl ki “derin”, “çete” ya da “yavru Susurluk” denerek, en çok da “çete” diyerek TC Devleti’nin kontrgerillayı azmettirici rolü aklanıyorsa, kontrgerillaya “çete” diyerek de Özel Harp Dairesi vaftiz ediliyor…

“Çete” diyerek Devlet’i akladıkları gibi, şimdi de Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’yi aklama yolunu arıyorlar. Yapılan açıklamalardan anlaşılan bu…

Çünkü Adalı’yı öldüren UZİ’yi çekerseniz duvar yıkılır!

Bu hafta duyduklarımız şöyle:

Kıbrıslı yurtseverlere “Kuyruklarını kıstırıp gidecekler” diyen GKK Komutanı Hasan Peker Günal Sözcü’den Saygı Öztürk’e şöyle dedi:

“Gazeteci Kutlu Adalı 6 Temmuz’da öldürüldü, ben Ağustos 1996’da göreve başladım. Adalı olayının aydınlatılması için çok çaba gösterdim. Polis Genel Müdürlüğü’nü güçlendirmek için  değişiklikler de yaptım. Tüm çabalarımıza rağmen bir sonuca ulaşamadık. Adalı’nın öldürülmesi olayında UZİ silahtan çıktığı anlaşılan bir kurşun dışında hiçbir iz yok. Olayın görgü tanığı da, kamera kaydı da, parmak izi ya da cinayeti aydınlatacak hiçbir bulgu yok. UZİ silahı kullanıldı diye başından beri Türkiye’ye yönelik eleştiriler var. Ama UZİ sadece bizim polis özel kuvvetlerinde değil, başka ülkelerde de var. (…) Atilla Peker’in ifadesinde, adaya UZİ silahıyla Korkut Eken’le birlikte geldiğini ama cinayeti işleyemeden döndüklerini söyledi. Böyle bir olaya ihtimal vermiyorum ama olmaz da diyemem”…

Mesela, Adalı’nın kapı komşusunun bile doğru dürüst ifadesi alınmazken “Tüm çabalarımıza rağmen bir sonuca ulaşamadık” yalanına girmeyeceğim. Başka bir yazıda detaylandırırız. Zaten çaba gösterilmediğini “Bir UZİ mermisinden başka hiçbir kanıt yok” rahatlığından anlıyoruz…

Ama burada Günal Paşa net bir manşet veriyor bize: “Bir UZİ mermisinden başka hiçbir kanıt yok”…

Yani UZİ vardır, UZİ cinayetteki tek gerçektir, mermisi 25 yıldır devletin kasasındadır.

-Adalı’yı öldüren UZİ’yi çekerseniz duvar yıkılır!

Bu hafta ortaya atılan ikinci iddiayı Günal Paşa bu sözü ile çürütüyor; hele ki TSK komutanının UZİ cinayetteki tek gerçektir sözüne karşı iddiayı ortaya koyanın KKTC Polisi olduğunu düşününce: Emri veren komutanın sözü mü, emir alan polisin sözü mü?

Sami Özuslu’nun Yenidüzen’de yazdığına göre önce KKTC’de balistik incelemeye alınan ardından Türkiye’ye gönderilen mermilerin kimliği belirsiz KKTC polisinin iddiasına göre. Sadece “‘Kullanılan silahın UZİ olabileceği’ yönünde kanaat vardı”…

Şöyle diyor Özuslu:

“1997-1998 döneminde görev yapan ve Başkanlığını UBP milletvekili Kenan Akın’ın yaptığı ilk araştırma komitesine Polis Genel Müdürlüğü adına Mehmet Özdamar ile Ahmet Soyalan bilgi vermişti.

(…)

Yaklaşık 3 yıl sonra, 2001’de oluşturulan ikinci komiteye ise dönemin TKP milletvekili, merhum Tahsin Mertekçi başkanlık yapmış ve bu sefer Özdamar ile Soyalan’ın yanı sıra toplantılara dönemin Polis Genel Müdürü Erdem Demirbağ ile Adli Şube Amiri Yusuf Özkum ve da katılmıştı.

İşte bu komitede cinayet silahı ve mermiler konusu yeniden konuşulmuş ve komite üyesi bazı milletvekilleri hayrete düşmüşler.

Zira ‘cinayetin UZİ ile işlendiği’ algısı onlarda da hakimdi, ama Genel Müdür dahil polis yetkilileri ‘kesin bir bulgu olmadığını’ söylüyorlardı!”…

25 sene sonra öğreniyoruz ki polis kanıtlarla değil kanaatlarla “araştırmış” cinayeti…

Düşünün ki Kutlu Adalı cinayetini soruşturan komitenin başında Solomos Solomou’yu “Keşke vuran ben olsaydım” diyen Kenan Akın var! Tabii ki sonuç alınamaz…

Sami Özuslu’nun yazdığından anladığımız üzere, UZİ’yi devletlûlar sulandırıp kafa karıştırmak da isteyecekler. KKTC polisi “Silahın UZİ olabileceği yönünde kanaat var” derken, dönemin GKK komutanı Peker Günal “Bir UZİ mermisinden başka hiçbir kanıt yok” diyerek kendisinin emrindeki KKTC polisini yalancı çıkardı…

Bazan ikrah ediyoruz emekli generallerin verdikleri demeçlerden ama iyi ki konuşup itiraf etmişler UZİ gerçeğini. Yoksa gel da çık işin içinden!

-Adalı’yı öldüren UZİ’yi çekerseniz duvar yıkılır!

Devletin 657’li memuruna “Çete” diyerek Devlet’i akladıkları ve NATO yapılanması olan Özel Harp Dairesi’ni vaftiz ettikleri gibi sıra UZİ’yi aklamaya geldi. 25 sene boyunca Kutlu Adalı davası rafta dururken sorun yoktu. Raftan inince Adalı cinayetinin Türkiye’de 1970’lerden 2000’lere işlenen bütün cinayetlerin düğümü olduğunu anlamış olacaklar ki bir aklama gailesi var…

Çünkü Adalı’yı öldüren UZİ’yi çekerseniz duvar yıkılır!

Belinde tabanca ile gezen Kenan Akın’ın başında oturduğu Kutlu Adalı cinayeti araştırma komitesinden bir sonuç çıkmamış olsa da TBMM’de Susurluk Komisyonu’ndan ortalığa saçılanlar yeter de artar işin boyutunu kavramak için…

TBMM Susurluk Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış şöyle diyor:

“Gladio, kontrgerilla, ne derseniz deyin o var. Devletin kendisi var işin içinde. Devlet görev vermiş. Şimdi bu iş, soruşturulur da her şey ortaya çıkarsa devletin büyük ayıbı, çetenin içinde ne varsa, kumar, uyuşturucu, faili meçhuller, cinayetler, ihale mafyası her şey ortaya çıkacak. (…) Mehmet Ağar bu konularla ilgili olarak MGK’da birtakım kararlar verildiğini, kendisinin de uyguladığını açıkça söyledi. Biz MGK’ya, Komisyon çalışmaları sırasında bu konular doğru mudur diye yazı yazdık, cevap almadık. (…) Susurluk olayı yüzünden ülke kaynıyor ama MGK’da Susurluk olayı hiç görüşülmüyor. (…) Bu iş iki-üç kişinin yargılanmasıyla ortaya çıkmaz. Bizim derin devleti masaya yatırmamız lazım. (…) Susurluk derin devlettir. Cindoruk’un dediği gibi devletin kendisidir. (…) Maalesef devletin içinde Susurluk skandalına karışmayan bir güvenlik kuruluşu yok. (…) Bu iş Ağar’ın işi değildir. Ağar uygulayandır”… (22 Aralık 1997 tarihli Yeniyüzyıl’dan aktaran Sibel Özbudun-Temel Demirer, Derin Milliyetçiliğin Siyasal İktisadı)   

TBMM Susurluk Komisyonu Başkanı’nın MGK vurgusuna devam edelim:

Gazeteci İsmet Berkan 1996’da kendisi ile görüşme talep eden “meçhul kişi” ile buluşur. Bu şahıs kendisine üzerinde Korkut Eken, Haluk Kırcı ve Abdullah Çatlı gibi isimlerin yer aldığı MGK Genel Sekreterliği antetli bir kağıt gösterir ve Mehmet Ağar’ın MGK Genel Sekreterliği ile yazışmalarını okutur. 6 yıl sonra bunu Radikal’de yazar Berkan: “Haberin özü, Susurluk’ta ortaya çıkan ‘gayri nizami savaş’ çetesinin sadece Emniyet Genel Müdürü sıfatıyla Mehmet Ağar tarafından kurulmadığı, devletin en üst güvenlik organı MGK’nın da bu çeteyi onayladığıydı”… (14 Mart 2002 tarihli Radikal’den aktaran Sibel Özbudun, aynı kitapta) 

Şimdi dönelim UZİ’nin şeceresine…

Susurluk’u Kıbrıs’a bağlayan iki şirket var: HOSPRO ve First Merchant Bank. Adalı’yı öldüren UZİ konusunda panikleyip aklama çabaları da buradan ileri geliyor. Çünkü Adalı’yı 1 silah öldürdü, aynı seride kayıp olduğu bilinen ise 10 silah var. Adalı cinayeti 10 silahın işlediği bütün cinayetlerin düğümüdür…

Tam olarak “Bir tuğla çekilirse duvar yıkılır” hikâyesi!

Adalı’yı öldüren UZİ’yi çekerseniz duvar yıkılır!

22 Ocak 1998 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan Tolga Şardan haberini sadeleştirerek aktarıyorum:

“MOSSAD’a örtülüden para” başlıklı haberde Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk raporunda yer alan “Apo operasyonu” için İsrail gizli servisi MOSSAD ile nasıl işbirliği yapıldığı anlatılıyor…

1994 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan’ı öldürmek için bir operasyon yapılacaktı. DYP lideri Tansu Çiller’in emri ile dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar İsrail ile bağlantı kurar. Başbakanlık örtülü ödeneğinden MOSSAD’a ödeme yapılarak uydu görüntüleri satın alınır.

Öcalan suikasti TC-İsrail Eğitim ve Güvenlik İşbirliği Programı kapsamında planlanır. Bu süreçte Ağar ve Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin sık sık İsrail’e gider.

Alınan uydu görüntülerinden Antalya Beydağları bölgesinde Öcalan’ın kaldığı Bekaa Vadisi’ndeki kamp gibi bir kamp kurulur. İsrail’den gelen dört kontr-terör uzmanı 20 kişilik bir ekibe 35 gün eğitim verir. İşte burada meşhur HOSPRO şirketi girer devreye… Kampta kullanılan silah ve malzeme bu paravan şirket aracılığıyla satın alınır. 20 kişilik başka bir ekip de Türk uzmanlar tarafından Ankara Gölbaşı’nda eğitilir. Bir ekip MOSSAD’la denizden, diğer ekip İsrail üzerinden karadan Apo’ya harekât düzenleyecek derken Çiller operasyonu iptal eder. Susurluk araştırması sırasında HOSPRO’nun örtülü ödenekten karşılanan operasyonlarda paravan olarak kullanıldığı anlaşılır. Bu yüzden olsa gerek “tuğla” hiç çekilmez, aksine korumaya alınır…

Birçok yerde HOSPRO’nun devlete silah hibe ettiği yazar. Ancak şirketin sermayesi 100 pound. Şirketin sahibi -daha önce de yazdığım gibi- Denktaş tarafından KKTC vatandaşı yapılan “seçilmişler”den Ertaç Tinar.

1937 Adapazarı doğumlu olan Bay Tinar, 1990’da başvuruyor 1991’de vatandaş yapılıyor. Ailesi İstanbul’da oturuyor, 100 pound sermayeli off shore HOSPRO şirketi ülke ülke dolaşıyor. Bir İngiltere’de kayıtlı çıkıyor, bir Fransa’da. Kendisi de Özer Çiller ve Mehmet Ağar’ın yakın arkadaşı…

İşte bu HOSPRO’nun hibe adı altında örtülü ödenekten Emniyet Genel Müdürlüğü’ne sattığı silahların bir kısmı kayboldu. Dönemin Emniyet Genel Müdürü bu konuya da açıklık getirir: “3-5 silah kayıpsa ne olmuş yani”…

Susurluk kazası olduktan, Özel Harp Dairesi’nin kara Mercedes’inden çıkan silahlar ile paravan şirket HOSPRO aracılığıyla İsrail’den alınan silahlar arasında eşleşenler ve eksikler sayılırken İçişleri Bakanı Mehmet Ağar istifa eder, yerine şu anki İYİ Parti Reisi Meral Akşener atanır.

Susurluk konusunda Meral Akşener’in ilk demeci:

-“Ağar’ın yükselttiği çıta düşürülmeyecektir”…

Sedat Peker’in “Meral abla” diye hitap ettiği Akşener “Peker videoları” için şöyle dedi:

-“İddialar çok vahim. Ortaya çıkanlar tam bir rezalet. Bu iç içe geçmişlik, hele kokain meselesi. Bir devletin derini, sığı olmaz. Devlet devlettir, kanundur, hukuktur, demokrasidir, kurumdur, kurallardır”…

Evet, devlet devlettir, derini sığı olmaz. Devlette süreklilik esastır. Bir tuğlasını çekerseniz de yıkılır…

-Adalı’yı öldüren UZİ’yi çekerseniz duvar yıkılır!

İşte bu yüzden Kutlu Adalı cinayeti konusunda hiçbir şey kesin değil diyerek UZİ’yi de muğlaklaştırmak istiyorlar. Çünkü UZİ Özel Harp Dairesi’nin imzasıydı. Çünkü Kutlu Adalı cinayetinde ipin ucu tutulursa Yarbay Korkut Eken’in TBMM Susurluk Komisyonu’na “Abdullah Çatlı’yı 1987-88 yılında tanıdım” sözüne kadar gider bu iş…

Ve ne tesadüftür ki Adalı cinayetinde adı geçen herkes birbirini tanıyor…

Türkiye’ye haksızlık etmemek lâzım, adalet için “düzen içi”nde dahi mücadele edenler vardır. İçişleri Bakanlığı müfettişleri kayıp silahların peşine düşer. Başta HOSPRO olmak üzere şirket ilişkilerini ve kayıtları incelemek için İsrail’e gitmek ister bakanlık müfettişleri…

“Ağar’ın başlattığı tüm çalışmaları sonuçlandıracağım” diyen Meral Akşener müfettişlerin İsrail’e gidip kayıp silahların izini sürmesine müsaade etmez.

“Düzen içi” adalet arayışı “tuğla”ya toslar!

Kıbrıslısı, Türkiyelisi, solcusu, sağcısı, muhalifi, yandaşı fark etmez. Kimisi inanarak, kimisi dalga geçmek için “yavru vatan” söylemine saplanıyor tüm bu ilişkilere bakarken. Konunun Kıbrıs’la alakası yok ama konu dönüp dolaşıp “yavru”luğa geliyor…

Bu bataklığa bakarken dalga geçmek için bile olsa “yavru” söylemine akıl sır erdiremiyorum. “Yavru” kelimesine öfkeleniyorum!

“Yavru Susurluk” varsa bunun bir Kıbrıs örgütlenmesi lâzım. Ancak Kıbrıs’taki pis işleri yapanlar da Türkiye’nin 657’li memurları!

“Çete” diyerek Devlet’i aklayanlar “yavru” diyerek Özel Harpçilerin suçlarını şirinleştirirler. Sömürgeci retoriği yeniden ve yeniden üretirler!

“Yavru vatan” saplantısı olduğu için Türk devlet yetkililerinin Kıbrıs’ta bir aydını öldürmesi bile “yavru vatan” söyleminde ciddiyetsiz bir konuya dönüşüyor. Tuğlaya bakmıyorlar, “yavru” diye sömürgeci fantezileri kışkırtıyorlar!

Adalı’yı öldüren UZİ’yi çekerseniz duvar yıkılır!

Polisiye yazarı Emrah Serbes’in yarattığı Behzat Ç. karakteri diyordu ki: “Burası sizin ne arka bahçeniz, ne de yavru vatan. Ülke burası, ülke!”

(6 Haziran 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author