Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi (5) TETİĞİ ÇEKEN DEĞİL, DEKLANŞÖRE BASAN TETİKÇİLER

Aziz Şah – Kontrgerilla, Gladyo, Özel Harp Dairesi, paramiliter yapılar dediğimizde bazılarının kafasında kar maskeli, postallı, uzun namlulu tipler canlanır. Halbuki çıplak şiddet işin yüzde 10’udur. Esas işi yapanlar postallılar değil, takım elbiselilerdir, fraglılar, papyonlulardır, hatta bir otelin resepsiyonunda karşılaştığınız parmak arası terlik ve çiçekli gömlek giyen “muteber” adamlardır…

Aslolan ve asıl mücadelenin verildiği yerler siyasi partilerdir, medya, eğitim kurumları, finans kuruluşları, eğlence sektörü, düşünce kuruluşları-vakıflar-enstitüler, tarikatlar-cemaatler, sendikalar, meslek odaları, kültür dernekleri, hemşeri dernekleri, spor kulüpleri, kayıt dışı ekonomi dahil “kamusal alan”dır. Gizli saklı değil göz önünde sürdürülür Özel Harp…

Kıbrıs’ta 18 Ekim Darbesi’nde Mustafa Akıncı’ya yakın isimler Girne’de bir restorana çağrıldı, karargâha değil! Türkiye’de bütün dolaplar Paramount Otel’de Bodrum’da dönmüş. Kontrgerilla postal değil, parmak arası terlikle görmüş işini…

“Paramiliter yapılar” dendiğinde ilk etapta Hitler’in SS’lerini, Mussolini’nin “kara gömleklileri”ni, Alparslan Türkeş’in “Ülkü Ocakları”nı kast ediyoruz. Ancak esas mücadele silahlı değil, ideolojik alandadır.

Esas mücadele ideolojik olmasaydı silahların toprağa gömüldüğü kontrgerillanın “nekahet dönemleri”nde “tuğla” çoktan çekilirdi. Bu yüzden Susurluk’ta çekilemeyen “tuğla” bugün “ikiz kule” oldu…

Kıbrıs’ta gelmiş geçmiş en önemli Özel Harpçi kimdir? Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet’i vuranlar mı? Kavazoğlu’na pusu içinde pusu kuranlar mı? Bayraktar ve Ömerge Camilerini yakanlar mı? Türk Haberler Bürosu’nu bombalayanlar mı?

Hiçbiri!

Kıbrıs’ın gördüğü en önemli Özel Harpçi Ömer Sami Coşar’dır.

Milliyet gazetesi muhabiri olarak istihbaratçılık yapan Ömer Sami Coşar. Tetiği çeken değil, deklanşöre basandı en önemli “tetikçi”. Bugün “Barbarlık Müzesi” olarak bilinen propaganda ikonunun yaratıcısı…

“Banyo katliamı” diye bilinen ama banyoda işlenmeyen faili meçhul katliamın “fotoğrafçısı”.

Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın öldürülen eşi ve çocuklarının bedenlerini banyonun dışından banyonun içine taşıyıp, “en etkili pozu” yakalamak için farklı mizansenler kurgulayan “foto muhabiri”…   

Tetiği çeken mi daha tehlikelidir, yoksa bir katliam yerine gittiğinde cesetlerle mizansen yaratıp “en etkili” fotoğrafı yaratmaya çalışan “gazeteci” mi? Bir katliamın üç farklı fotoğrafı olur mu? Banyo boş, bedenler banyonun dışında. Banyonun içine taşınmış bedenler de iki farklı pozda…

Kimin aklına gelir bir katliam yerine vardığında cesetlerle “mizansen” yaratmak? Nasıl bir insanın? Nasıl bir görevlinin?

İşte “Özel Harp” dediğimizde, kontrgerilla, paramiliter yapılardan bahsettiğimizde “bunlar da çok uçtu” diyenler işin yüzden 10’luk kısmı olan silah ve postalı arayanlardır.

“Çıplak şiddet”in ne kadar görünür olduğu da toplumsal mücadelelere bağlıdır. Rejim tehdit altında değilse kontrgerilla “tahsilat” yapar, “müteahhitlik” yapar, “ithalat-ihracat” yapar. Rejim tehdit altındaysa katliam yapar.

Öte yandan kontrgerillanın yüzde 10’u şiddetse, en az yüzde 50’si de yurtdışındadır. Hele ki Kıbrıs özelinde neredeyse tamamı yurtdışı kaynaklıdır.

Tansu Çiller 22 Mayıs 1996 günü TBMM’de DYP grup toplantısında “örtülü ödenek”ten harcanan 500 Milyar Lira’nın nerelere harcandığını şöyle açıklıyor:

“Bu sırlar açıklanırsa millet ayağa kalkar, dünya ayağa kalkar. İnsanlar, milletler birbirine düşer. Türkiye çöker, rejim tehdit altına girer. Herkes altında kalır. Halka halka, zincir zincir, o ülkeden buraya, her gün büyüyerek devam eder. ” (Yeni Yüzyıl, 23 Mayıs 1996)

“Dünya ayağa kalkar”, “milletler birbirine düşer”, “halka halka, zincir zincir ülkeden ülkeye yayılır”…

Türkiye’de “örtülü ödeneğin” nereye harcandığı açıklanırsa dünya devriminin koşulları oluşur diyor Tansu Çiller. Çünkü kontrgerilla küreseldir…

İşte bu yüzden 500 Milyar Liralık “örtülü ödeneğin” peşine düşen İçişleri Bakanlığı müfettişleri İsrail’e gitmek ister. Çünkü kontrgerillanın bir ucu İsrail’de bir ucu ABD’de!

Başta HOSPRO olmak üzere şirket ilişkilerini ve kayıtları incelemek, kayıp silahların izini sürmek için İsrail’e gitmek isteyen bakanlık müfettişleri Mehmet Ağar’ın yerine İçişleri Bakanı olan Meral Akşener tarafından engellenir. Çiller’in dediği gibi “halka halka, zincir zincir ülkeden ülkeye” bağlıdır emperyalist ilişkiler çünkü…

Bu yüzden Kutlu Adalı cinayeti için adalet talep etmek anti-emperyalist ve anti-Siyonist bir taleptir.

Dünyada Kutlu Adalı cinayeti ile ilgilenen bütün ciddi yazarlar cinayet silahı UZİ’nin bir tesadüf olmadığında hemfikir. Bu yüzden bu yazı serisinin başlığı “Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi” oldu…

Anti-emperyalizmi “milliyetçilik” olarak görüp küçümseyen, anti-Siyonizmi de “tuvalete Coca Cola dökmek” olarak algılayan garip bir “ilerici” türü oluştu. “İlerici” diyorum çünkü kendilerini öyle görüyorlar. “İlericilik” onlar için Batıcılık aslında. Siyasal İslam’ın yaratıcısı Batılılardır, ama bizim coğrafyanın “ilericileri”ne göre geri olan Doğu’dur, ileri olan Batı’dır.

Sorunun kaynağına duyulan hayranlıktır bizim sorunumuz. Ezilen ve başına bombalar yağan halklarla hiçbir “bağı” ve “duygudaşlığı” olmayan sömürge bilincidir bizim sorunumuz. “Hissizlik”tir sorunumuz!

Bombalayanlara hayranlık duyan, bombalananlardan tiksinen bir sömürge hali…

Güncelden örnek verelim:

Alman emperyalizminin Atlantikçi kanadından Avrupa Komisyonu Başkanı, eski Alman savunma bakanı, sıkı bir militarist olan Ursula von der Leyen,  Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 Temmuz’da işgal topraklarına yapacağı ziyaret konusunda, “Bu bizim için çok hassas bir konu. Bu ziyaretin elbette nasıl geçeceğini gözlemleyeceğimiz ve Avrupa Birliği olarak iki devletli bir çözümü asla kabul etmeyeceğimiz konusunda çok netiz. Bu mesajları açıkça verdik. Ben Cumhurbaşkanı’na bunu bizzat kendim de söyledim. Yani artık olumlu bir sinyal için gerisi ona kalmış durumda” dedi.

Atlantikçi militarist Leyen’in bu açıklaması incir çekirdeğini bile doldurmaz!

Hele ki 6 ayda 2 kez Türkiye’ye yaptırım uygulamak için toplanıp üçüncü toplantıda mültecileri esir olarak tutması karşılığında AB’den Erdoğan istibdadına sunulan 3 Milyar Euro’luk son paketi de ekleyince, AB’nin Kıbrıs’ta “iki devletli çözüm”e karşı olmasının hiçbir anlamı yoktur.

Çünkü ne Türkiye ne AB birbirinden vazgeçebilir; bu da TC ile AB’nin çözümsüzlükte uzlaşmasıdır. Ancak anti-emperyalizmi “milliyetçilik” sayan “İki bölgeli iki toplumlu çözüm”cüler Leyen’in açıklamasından gayet memnundur. 

Nasıl ki Kıbrıs’ta üççeyrek yüzyıldan fazladır varlığını sürdüren İngiliz üslerine karşı değillerse, son yıllarda inşa edilen Türk-Fransız-Amerikan NATO üslerine de karşı değiller…

Geçitkale’deki Rapid Deployment Joint Task Force ve Larnaka’daki Cyprus Centre of Land, Open Seas and Port Security NATO üslerine bakarken Şair Ablam Faize Özdemirciler’in “Yabancı ordulara üs olmayı reddetmiş yurtsever memelerim var benim” dizesi geçer aklımdan.

“uzak kıtaların tuzaklarına kaptırdığımız

kollarımız bacaklarımız var bizim!

bayraklarla bağlanmıştır basiretimiz

mazaretimiz ya istiklâl ya da kir…”

Der Şair Ablam.

İşte biz o “kir”i kazıyoruz, dibini bulmak için…

Her faili meşhur o “kir”in bir katıdır…

Her kat “kir”in üstünde bir kat da bayrak vardır…

Yabancı kıtaların yaptığı açıklamalara sevinen akıllar, yabancı kıtaların çıkarları ile düğüm olmuştur.

Von der Leyen’in uyarısına neden olan 20 Temmuz’da gerçekleşecek Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinde Geçitkale NATO Üssü’ne Kanada, Alman, İngiliz teknolojisi ile yapılmış İHA ve SİHA’lar inecek.  

Bir yandan Alman emperyalizmi 3 milyar Euro’yu Erdoğan istibdadına cansuyu gibi akıtırken diğer yandan Türk silah sanayisine teknolojik destek sunarken, öte yandan Kıbrıs’ta çözüm konusunda iki cümle edip  “İki bölgeli iki toplumlu çözüm”cülerin kahramanı olurlar…

Anti-emperyalizm aklımızı kaçırmamak için de gereklidir bu kadar çelişkinin ve yüzsüzlüğün olduğu bir dünyada!

Anti-emperyalizm ekmek ve su gibi bir ihtiyaçtır!  

Kıbrıs gibi emperyalizmin çarmıhına gerili bir ülkede en az okunan, en az ilgi çeken, en az tepki alan şey emperyalizmdir.

Onun yapılarıdır: NATO’sudur, ABD’sidir, AB’sidir, BM’sidir, Özel Harp Dairesi’dir, Kıbrıs’taki askeri üsleridir.

Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde Özel Harp Dairesi’nin şubelerinin kuruluşları kutlanır. Celladının doğum gününü kutlar Kıbrıslı…

BM’nin “iki bölgeli iki toplumlu, üç Garantör’lü, bağımsızlığı Güvenlik Konseyi’nce yasaklanmış” çözümü tanrı kelamı sayılır…

İlk günden beridir koca koca puntolarla başlıklar attım yazılarıma: Kutlu Adalı’nın katili Özel Harp Dairesi’dir.

Bu çok soyut bir söylemdir. Polisin ve askerin yapmadığını yapıp dedektifçilik oynayıp “isimler” bulmamız istenir. Bulduğumuzu zaten yazıyoruz. Ancak işin “soyut” tarafı en somut tarafıdır. 

Kutlu Adalı’nın katili Özel Harp Dairesi’dir. Bu yüzden Kutlu Adalı cinayeti için adalet talep etmek anti-emperyalist bir taleptir. Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin peşine düşmek anti-Siyonizm’den geçer.

1990’larda Susurluk’un kayıp silahlarından 2010’ların Suriye’sinin kayıp silahlarına uzanan bir düğümün tam ortasındayız.

Suriye hakkında yazarken hep şöyle dedim:

“Suriye’de yılanın kuyruğu titrediğinde çıngırağı Kıbrıs’ta çınlıyor…

Kamışlı’da, Tel Abyad’da, Cerablus’ta, Münbiç’te yılanın kuyruğu titrediğinde çıngırağı Maraş’ta çınlıyor…

Zangoç elinde çanıyla haritanın bir ucundan diğerine koşup duruyor…”

Ya da:

“Kuyruğu Suriye’de titreyen yılanın gövdesi Dikilitaş’ın etrafında, başı ise Libya’dadır…”

Veyahut:

“Yılanın çıngırağı New York’ta titrediğinde zehri üçüncü dünya ülkelerine akıyor…”

Kıbrıslılar ise hep şöyle der:

-Denize düşen yılana sarılır!

Irak ABD emperyalizmi tarafından bombalanırken Annan Planı mitinglerinde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’in nasıl alkışlandığını bizzat yaşadım.

Çocuk halimle o çaresizliğimi hiç unutmam…

Barış için gittiğimiz meydanda savaşı alkışlattılar ahaliye…

Kontrgerilla, Gladyo, Özel Harp Dairesi, paramiliter yapılar dediğimizde “silah”ı arayanlar, bakın bakalım deklanşöre kim basıyor?

(27 Haziran 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author