Aziz Şah – Erdoğan’ın Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği 2023 hazırlığı “20 Temmuz seçim mitingi” öncesi göze girmek isteyenler sıraya girdi…
Erdoğan Kıbrıs’a gelmeden aydınlar, yazarlar, sendikacılar hakkında yazdıkları, konuştukları, ekranda söyledikleri için dava açılsın diye şikayet kuyruğuna girdiler…
Hiç unutmam -cinsel taciz sabıkası da olan- ülkücü bir mafya ayakçısı bizim gazeteye açılan karikatür davasında TC Elçiliği’nin tanığı olarak şöyle demişti:
-Neden dava açtılar anlamadım, halbûki biz düzenli şikayet ederiz dava açılması için!
Sonuçta Kıbrıslı yurtseverlerin mahkeme salonlarında karşısına dikilmek bir mertebedir ülkücü faşistler için…
Türkiye’ye girişi yasaklanan Kıbrıslıların “Kara Liste” meselesi patlak verdi Erdoğan’ın gelmesinden önce. Bugün bir yanda “Kara Liste”den dolayı Türkiye’ye gezmeye gidebilecek miyim gailesi çeken Kıbrıslılar, diğer yanda Avrupa ülkelerinde sürgün hayatı yaşarken her gün yeniden doğrulanan “Ölüm Listeleri”nde ismini arayan ve okuyan Türkiyeli aydınlar!
Erdoğan’ın gelmesinden önce, son olarak faili meşhur cinayetlerle ilgili yazdığı yazısı bahane edilerek Serhat İncirli’nin Kanal T’deki işine son verildi. Jurnalciler çok uğraştı Serhat abiyle…
O jurnalciler ki “Sovyet tankları Kıbrıs’a çıktığında, Girne Kapısı’nda tankların üzerine çıkıp karanfil atacağım” diyen döneklerdir…
Serhat İncirli şöyle diyordu o yazısında:
“Siz, Dr. İhsan Ali’yi bu nedenle öldürmek istemiştiniz!
Siz, Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan’ı, bu sebeple öldürdünüz!
Siz, Ahmet Sadi Erkurt’u bu nedenle vurdunuz!
Siz, Fazıl Önder’i de bu yüzden katlettiniz; Kutlu Adalı’yı da!
Siz, Derviş Ali Kavazoğlu’nu da bu yüzden ortadan kaldırdınız!
Çünkü, hepsi çok zekiydiler!”
Erdoğan’ın gelmesinden önce son bir şey daha oldu memleketimizde…
Serhat İncirli’nin adını saydığı faili meşhur cinayetlerin faili olan NATO içerisindeki “Süper NATO” yapılanması Özel Harp Dairesi’nin “Kıbrıs Türk kolu” olan Türk Mukavemet Teşkilatı, faili olduğu cinayetlerin konuşulmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiren bir bildiri yayınladı. Yani, tehdit etti!
Artık “zararsız” kabul edilen bu eski tüfeklerin bildirileri haber bile olmuyor. Ama yazalım ki unutulmasın. Çünkü bu küstahlıklarını cezasızlıktan alırlar!
Cezasızlık ne ki, hepsi pusu kurup silahsız aydınları öldürdükleri için ödüllendirildiler…
İronik olan da TMT’cileri rahatsız eden Sedat Peker oldu. Ne kadar ilginç değil mi?
Türk birliğine “Turan ülküsü”ne bağlı bir faşist mafya reisinin açıklamalarından NATO için cinayetler işlemiş TMT bile rahatsız oldu. Çünkü Peker’in açıklamaları sonrası Kutlu Adalı cinayetinin gündeme gelmesiyle kaçınılmaz olarak bütün cinayetler gündeme geldi…
-Tuğlayı çekerseniz Saray yıkılır!
Üzerinden çok zaman geçmiş de olsa, yatağında uyurken, arabasını park ederken, yolda pusu kurarak, çarşının ortasında öldürdükleri insanların isimlerini duymaktan rahatsız oluyorlar belli ki…
Bu cinayetler olmasa yutturabilirlerdi “milli mücadele” ve “milli direniş” yalanını, ama toplumun aydınlarını öldürerek başlayan bir süreç bütün toplumun terörize ve militarize edilmesinden başka bir şey olamaz. Direniş aydınları öldürerek başlamaz, yok oluş başlar!
Bırakın Muzaffer Gürkan’ı, Ayhan Hikmet’i, Fazıl Önder’i, Kavazoğlu’nu, Berber Yahya’yı… TMT’nin “özel grup” elemanı Alpay’ı öldürdü NATO’nun komutanları da kimse gıkını çıkaramadı…
Temmuz’dayız, hatırlayalım:
20 Temmuz’un ilk şehidi mücahit komutanı Ecvet Yusuf’u toplu mezara gömüp, ailesine de yalan söyleyen, ailesinin yıllarca yanlış mezara gitmesine neden olan, bu ortaya çıktığında da hiç yüzleri kızarmayan Özel Harpçiler, Ecvet Yusuf’un mezarı konusunda ailesine neden yalan söylediklerini açıklamazken, Sedat Peker’in açıklamaları ile faili meşhurların konuşulmaya başlanmasından rahatsızlık duyduklarını “bildiri” ile ilan ediyorlar!
Kendi silah arkadaşlarını toplu mezara gömüp ailelerine yalan söylerken değil, faili meşhur cinayetlerin gündeme gelmesinden rahatsız oldular…
Erdoğan’ın “20 Temmuz seçim mitingi” için gelmesinden önce Şener Elcil, Şener Levent, Mustafa Ertanın ve Serhat İncirli’nin yazılarından ve sözlerinden şikayetçi olundu. Serhat İncirli işten durduruldu. Bunlar yetmedi, TMT’ci Yılmaz Bora bildiri ile TMT’yi eleştirenler hakkında dava dosyalanması gerektiğini söyledi. Dava yetmez efendiler, öldürün…
Gürkan, Hikmet, Önder, Kavazoğlu, Yahya gibi…
Bora, “Hele akademisyen sıfatına sahip bazı kişilerin, araştırma yapmadan, gerçekleri öğrenmeden, bilmeden ideolojik ve/veya çeşitli nedenlerle TMT hakkında gerçeklerle bağdaştırılamayan açıklamalar yapması karşısında sessiz kalmamız beklenemez” dedi.
Ve devam etti: “Son günlerde yoğunlaşan haksız saldırı ve suçlamaları kesinlikle kabullenmeyeceğiz ve böyle saldırı ve suçlamalar karşısında hem ilgili yayın kuruluşu hem de ilgili kişiler hakkında yasal yollara başvurmak zorunda kalacağız. Yalanlarla ulusal dava ve ulusal değerlere saldıranların, devlet yetkilileri tarafından korunmaması, ödüllendirilmemesi aksine haklarında dava dosyalanmasının sağlanması gerekiyor”…
Hiç kimse yargılanmadı faili meşhur cinayetlerden…
Alpay cinayeti bile öyle kaldı!
Yargılanmadıkları için, her cinayet yanlarına kâr kaldığı için hâlâ tehdit edebiliyorlar yazanları, düşünenleri, çizenleri, aydınları, akademisyenleri…
Bir daha düşünsün eski kontrgerilla mensupları yazan, düşünen, konuşan insanları mahkeme ile tehdit ederken. Aydınlar mahkemeyi göze alır, peki siz mahkeme salonunda sorulacak sorulara cevap verebilir misiniz?
Bir bakmışsınız mahkeme tersine dönmüş, savunma yargılıyor…
Yoksa “sessizlik yemini ettik” mi diyeceksiniz yargıca?
Kontrgerillanın Kıbrıs faaliyetlerine bakarken unutulmuş birçok vaka çıktı karşıma:
-Nasıl ki 6-7 Eylül 1955 linç, tecavüz ve yağmasının Kıbrıs ile bağı varsa, Türkiye’deki Maraş katliamı davasında ismi geçenlerden bazılarının da yolu Kıbrıs’tan geçmiş…
-Kontrgerillanın ilk saldırdığı gazetecilerden biri İlhami Soysal’dı. Dönemin Genelkurmay Başkanı’nı eleştiriyordu. Kaçırılarak dövüldü. Kıbrıs’ta görevli bir yarbay ve “kasap” namlı Salih isimli bir Kıbrıslının adı geçer bu olayda: Yarbay mahkemeye çıkarılmadan Kıbrıs’a kaçırıldı…
-Kutlu Adalı öldürüldüğünde kapı komşusu Adalı’yı yakından tanıyan TMT’nin Bayraktar’ı Kemal Coşkun’du. Polise verdiği ifadede Adalı’yı tanımadığını söyledi…
Profesör Çetin Yetkin, Kutlu Adalı ile kontrgerilla hakkında röportaj yaptı, 1989 yılında Milliyet gazetesine verildi. Yayınlanmadı…
Bu röportajın bir kısmı Adalı’nın öldürülmesinden sonra 6-7 Ağustos 1996’da Hürriyet’te yayınlandı. Daha sonra Adalı’nın ailesi ses kaydını Çetin Yetkin’den istedi. Kendilerine verilen ses kaydı da sansürlenmişti…
Çetin Yetkin’in birkaç röportajı daha var Kıbrıs hakkında. Suat Parlar’ın “Kirli İşler İmparatorluğu” (S.370) kitabından aktarıyorum:
“Kontrgerillanın paramiliter vurucu gücü olan MHP kadroları ve liderliğinin Kıbrıs bağlantısına Em. Tümgeneral Celil Gürkan’ın, Çetin Yetkin Hoca’ya yaptığı açıklamalar ışık tutmaktadır. Gürkan’a göre: ‘Türkeş’in aslen Kıbrıslı olması, partisinin ülkede gerçekleştirmek azim ve kararında olduğu koşullar kompleksinin niteliği dikkat nazarına alınırsa, yakın bir yerde Türk topluluğu içerisinde teşkilatlanma ve oradan alınacak güçle veyahut destekle Türkiye’ye yönelik kararlarını tatbik etme yoluna gideceğini beklemek doğaldır. O ki, Türkiye’de böyle bir MHP zihniyetiyle iktidara sahip olmak için ortaya çıkıyorsunuz, o halde Türkiye’nin kontrolü dışında ve fakat size dost görülebilen veyahut sizden olabilen bir toplum içerisinde teşkilatlanma ve dal budak sarma kaçınılmaz bir ihtiyaç olur. Bunu da yapmışlardır.’ Kıbrıs Cumhuriyeti Komutan Yardımcılığı görevinde bulunmuş olan General Gürkan’ın bu tespitlerini, TMT’nin eski komutanlarından Bayraktar’dan sonra gelen Sancaktarlar’dan, ‘Selahattin’ kod adlı Yarbay Hüseyin Yakış’ın söyledikleri tamamlıyor: ‘Bir aralık MHP’liler Kıbrıs’a kaçak gitmişler ve orada bazı yerlerde barındırılmışlardır.’
Hüseyin Yakış, Çetin Yetkin’e daha fazla bilgi veremeyişinin nedenini ise şöyle açıklamıştır: ‘Benden bir taahhütname aldılar. Bu taahhütname, Kıbrıs’taki yeraltı örgütlenmesi hakkında hiçbir yerde beyanat vermeyeceğime dairdir. Taahhütnameyi Sabri Yirmibeşoğlu aldı. Özel Harp Dairesi Başkanı’ydı’…”
***
Kıbrıs’ta cami bombaladık ve 6-7 Eylül 1955 linç, tecavüz ve yağması “muhteşem” bir Özel Harp Dairesi organizasyonuydu diyen Yirmibeşoğlu imzalatmış “sessizlik yemini”ni…
ABD ve Britanya gibi kirli işler imparatorlukları bile belli bir zaman geçince “gizli belgeler”i kamuoyuna açıklıyor. Türkiye’de ise “sessizlik yemini” sonsuza dek sürüyor. Sözde ülke menfaatleri için kendi ülkelerine karşı iş tuttuklarından olsa gerek…
Suat Parlar’ın “Kirli İşler İmparatorluğu” kitabından yaptığımız bu alıntıdan öğreniyoruz ki Alparslan Türkeş’in “Kıbrıslılığı” üzerine kurulmuş bir mit var Gladio/Özel Harp Dairesi-kontrgerilla-paramiliter unsurlar içerisinde.
Halbuki ne Türkçü faşist Nihal Atsız Kıbrıslıydı, ne ulusal solcu Yalçın Küçük, ne de Kemalist İlber Ortaylı, ama hepsi de Türkeş gibi NATO perspektifinden bakar Kıbrıs’a…
Alparslan Türkeş’in “Kıbrıslılığı” da fazla abartılmış ve uydurulmuş bir hikâyedir. Bu konuda gazetemizde Oz Karahan’ın yazdığı “Türkçü bir ‘Rum’: Alparslan Türkeş” başlıklı yazıdan aktarıyorum:
“Kıbrıslı üsteğmen Alparslan Türkeş, ya da gerçek ismiyle Hüseyin Feyzullah.
Türkiye’nin modern siyaset tarihine yön veren ve yarattığı sentez ideolojiyle hala Türkiye’deki büyük bir kesimi zehirlemeye devam eden bu kişinin geçmişi ile ilgili yazılmış doğru bir eser bulunmamakta.
Kendisi Irkçılık-Turancılık davasında yoldaşlarını satan tek itirafçı olarak kayıtlara geçmiş, herkes gibi tabutluk denilen korkunç işkencelerden geçmekten kendini kurtarmıştı.
Kıbrıs’ta başlayıp Türkiye’de biten karanlık hayat yolculuğunun büyük bir kısmının hiçbir zaman bilinmemesi için büyük bir çaba sarfetti Alparslan yani Hüseyin.
İsmini bile değiştirmesinin sebebi aslında geçmişini silmek istemesiydi.
Kıbrıs’taki geçmişini…
Has ve has Kıbrıslı olmasına karşın Türkiye’de kendisine yarattığı yeni kimlik ile beraber yeni bir geçmiş de yazdı.
Bu hikayeye göre, ailesi Kayseri’nin Pınarbaşı köyünden bir arsa meselesi yüzünden Sultan Abdülaziz tarafından 1860’larda Kıbrıs’a sürgün ettirilmiş.
Savaştan savaşa koşan, imparatorluğun dört bir yanında yaşanan ayaklanmalarla boğuşan dev Osmanlı’nın Sultanı, boş bir vaktinde Kayseri’nin köylerinde arsa kavgası yapan ailelerle uğraşıyormuş anlayacağınız…
Bu “sürgünden” sonra Alparslan Türkeş’in babası dünyaya gelmiş.
Alparslan Türkeş 1917 yılında dünyaya geldiğine göre hakkında hiçbir şey bilinmeyen babasının muhtemelen 1890’larda doğduğunu tahmin edebiliriz.
Hüseyin babasına havalı da bir isim vermiş.
Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey.
Hangi Tuzla mı?
Mağusa’da Tuzla ismini 1974 yılından sonra alan Ekgomi köyü.
Ahmet Hamdi, hem “Tuzlalı” hem “Bey” olmuş daha dün babasının sözde vardığı “Rum” köyünde.
Evet, Osmanlı kayıtlarında, İngiliz kayıtlarında ve Kıbrıs Cumhuriyeti kayıtlarında da olduğu ve hepimizin bildiği gibi Ekgomi Rumca konuşan Kıbrıslılara ait köy aslında”…
***
Kıbrıs’ın bir Rum köyünden çıkıp Türk-İslam sentezi ülkücü faşist ideolojinin paramiliter suç örgütü MHP’yi kuran, sayısız gencin, aydının, işçinin, devrimcinin, sendikacının kanına giren, katliamlara imza atan Alparslan Türkeş’in MHP’si için Kıbrıs bir karargâhtı(r). Ancak Türkeş “Kıbrıslı” olduğu için değil, hem NATO’nun stratejisi gereği hem de adaların coğrafi kaderi gereği bu böyle oldu: Anakarada pis iş çevirenler adalara sığınır.
Anmadan geçemeyeceğim: “22 Temmuz” Alparslan Türkeş’in talimatıyla öldürülen Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Kemal Türkler’in ölüm yıldönümüydü.
Kıbrıs’ta Derviş Ali Kavazoğlu’nu öldürenler, Türkiye’de Kemal Türkler’i öldürdü.
19 Temmuz’da Kıbrıs’a gelen Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli Alparslan Türkeş müzesini de ziyaret ettiler.
Türkeş’in balmumu heykeli, Erdoğan ve Bahçeli bir odada…
Türkiye’nin 75 yıllık tarihi, üç tarz-ı siyaset: Türkçülük, İslamcılık ve Amerikancılık bir odada!
(25 Temmuz 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)