Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi ( 10 ) “KIBRIS TÜRK SAĞI” LAİK DEĞİLDİR!

Aziz Şah – Denktaş’ın sözü ile başlayalım:

-“Halkın takdiri, Hakkın rızasına tercih edilemez”…

“Kıbrıs Türk sağı”nın laik ve demokratik milliyetçi olabileceği ya da olması gerektiği yönünde garip bir inanç vardır “Kıbrıs Türk solu”nda. Özellikle AKP ile UBP’nin nasıl dans edebildiğini anlamakta zorlananlar var…

Doktor Küçük’ün militan laikliğine ya da 1974’ten sonra taşıma nüfusun işlediği adi suçlardan sonra, yerleşik nüfusa karşı çıkmasına bakarak “Kıbrıs Türk sağı”nın “başka türlü olabileceği”ni hayal etmek saflıktır…

Veyahut içeriği muğlak bir Atatürkçülük’te buluşan Mustafa Akıncı ile Derviş Eroğlu’nun aynı potada erimesi ve Serdar Denktaş’ın zaman zaman içinden çıkıp Türkiye’ye diklenmesi “Kıbrıs Türk sağı”nın karakterini değiştirmez.

“Kıbrıs Türk sağı” denilen organizmanın tekmili birden kontrgerilladır.

Kontrgerilla laik değildir, demokrat değildir, anayasaya bağlı hiç değildir…

Denktaş hem Atatürkçü halk egemenliği vurgusu yapar, hem de “Halkın takdiri, Hakkın rızasına tercih edilemez” diye halk egemenliğinin üstüne Allah’ı koyar, hem de İngiliz sömürge savcısıdır…

Doktor Küçük hem militan laiktir hem de fundamentalist anti-komünisttir. Bir insan aynı anda hem anti-komünist olup hem laik kalamaz, çünkü Siyasal İslamcılığın temeli anti-komünizmdir.

Türkiye’nin “Kıbrıs Türk solu”nu yok ettiği gibi “Kıbrıs Türk sağı”nı da tamamen yutacağını biliriz. Ama bu sermaye birikimi üzerinden olacak, “kültür çatışması” üzerinden değil! Bunu UBP’lilerin kendileri de bilir. Ancak beklendiği gibi AKP ile UBP arasındaki çatışma “yaşam tarzı” tartışması üzerinden olmaz.

AKP tarikatlar koalisyonu, UBP ise meyhaneci diye çıkmayacak kavga…

Türkiye sermayesi ölçeğinde “küçük burjuva” sayılan UBP’nin “büyük sermayedarlar”ı iş yapamaz duruma geldiğinde çıkar ancak “çatışma” aralarında…

Bugün artık kamu ihalelerinde Kıbrıslı Türk işbirlikçi müteahhit sermayesine tek bir çivi çaktırmamaları bunun en bariz örneğidir. Mafyanın ekran yüzü Kıbrıslı Türk “babacıklar” da diğer bir örneğidir. Okkanın altına gidecekse Kıbrıslı “babacıklar” gidecek, mal sahibi Türkiyeli “baba”ların isimleri bile bilinmeyecek…  

UBP’cilerin viski şişesi etrafındaki “laik”liğine güvenip AKP’nin din bezirganlığı ile çatışacağı yanılgısından bir kurtulun. Laiklik zaten viski şişesi ile savunulamaz…

Özellikle “Kıbrıs Türkü laiktir” diye atılan nutuklar bir fetişizmin sonucudur. Hatta “Kıbrıs Türkü Atatürk ilke ve inkılaplarını Türkiye’den bile önce uyguladı” retoriğinin de altı tamamen boştur: Kara çarşafın çıkması bile TMT-EOKA kavgasına denk düşer. Türkçe konuşan Müslüman kadınlar sokakta tanınmasın ve hedef olmasın diye kara çarşafların çıkarılması için teşkilat verdi talimatı.

Kontrgerilla yeri gelir laik görünür, yeri gelir şeriatçı olur, yeri gelir mafya olur, yeri gelir banker, sanayici, müteahhit, muteber işadamı olur. Kontrgerilla konjonktüre uyar!

Kıbrıs Türk sağının kontrgerilla içerisindeki “inşa” sürecinde moda milliyetçilikti. Milliyetçi anti-komünizm. İlginçtir o dönem Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken 1960 darbesini yapan “laik” Cunta ile “laik” Kıbrıs Türk liderliği fazla takılmadı Makarios’un papazlığına. Makarios’a hep anti-komünizm üzerinden saldırdılar; “ Demokratik bir Cumhuriyetin tepesinde bir papazın ne işi var?” demediler. Öncelik her zaman anti-komünizm oldu, laiklik değil.

1950’lerde moda milliyetçi anti-komünizmdi. 1970-80’lerde moda yavaş yavaş İslamcı anti-komünizme evrildi. ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi”ydi bu.

Bugün gördüğünüz bütün cihatçı fraksiyonların atası olan RABITA Örgütü Kıbrıs’a kancayı atmıştı o dönem. “Laik” Denktaş’a para veriyorlardı, Kıbrıs’a yatırım yapıyorlardı ve kadrolaşıyorlardı…

Kıbrıs’ta Siyasal İslamcılara da kapıyı açan Denktaş’tı. Suat Parlar’ın kitaplarında ve Uğur Mumcu’nun Rabıta’sında Denktaş’ın İslamcılarla flörtüne değinilir. Suat Parlar bir Marksist olduğu için kontrgerilla mensubu Denktaş’a acımadan yerden yere vurur onu, laik Uğur Mumcu ise “başbuğ” saydığı Denktaş’a saygısızlık yapmaz. Denktaş putuna tapınan Türk aydınları onun “laik”liğe halel getirmesi karşısında bile soğukkanlılığını korur… 

Kontrgerilla konjonktüre uyar: Yeri gelir milliyetçidir, yeri gelir şeriatçıdır.

Suat Parlar’ın Kirli İşler İmparatorluğu kitabından aktarıyorum:  

“Kıbrıs 70’lerde kontrgerilla terörünün sıçrama tahtası olmuştur. Daha sonra ‘yeşil kuşak’ İslam Projesi’nde Türkiye’deki Amerikancı irticanın temelini KKTC’deki etkinlikler oluşturmuştur. ABD emperyalizmi ve ARAMCO’nun (Suudi Arabistan Petrol Şirketi) finanse ettiği Rabıta Örgütü ‘elden’ Denktaş Yönetimi’ne ‘yardım’ yapmıştır”…

Parlar’ın kitabından Uğur Mumcu’nun Rabıta’sında verdiği bilgiye geçiyorum:

“KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ülkesinin Rabıta’dan 627 bin 110 dolar yardım aldığını söyledi”…

Parlar’dan devam ediyorum:

“Girne’de bulunan Zefiros Oteli, Dar-Al-Mal-Al-İslami adlı kuruluşa, Faisal İslam Bankası adına onarım amacıyla 1985 yılında kiralanmıştır. 1987’de ‘İslam Kalkınma Stratejisi’ toplantısı KKTC’de yapılmış ve KKTC’nin ancak Şeriat’a dayalı bir sistemle kalkınacağı vurgulanmıştır. Bu dönem kontrgerillanın ‘yeşil kuşak’ İslam Projesi ilkelerine uygun hareket ettiği bir dönemdir.

Ve bu konferansın konuşmaları Amerikancı İslam’ın anadili olan İngilizce yayınlanmış, önsözünü ise Özel Harp Dairesi kadrolarının kontrolündeki ‘İhlas’ camiasının önde gelenlerinden, Aydınlar Ocağı’nın Türk-İslam sentezcisi kadrolarından Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş yazmıştır.

İşin ilginç yanı, konferansa İngiliz ve Alman Hristiyan ‘bilim adamları’nın da katılmış olmasıdır. Prof. Dr. David Browning, Prof. Dr. Horst Albach, Prof. Dr. Volker Nienhaus hararetle şeriat temelinde İslam Bankacılığı’nı savunmuşlardır. KKTC’de Lefke’yi Şeyh Nazım ve müritleri tam bir koloniye dönüştürmüştür”…

Burada Suat Parlar’ın anlattıklarının arasına gireyim. İslamcı sermaye Kıbrıs’ta çeşitli pratikleri denedi: Faisal İslam Bankası Kıbrıslı çalışanlarına başlarını kapadıkları takdirde ekstra maaş ödemeleri yapıyordu tam da bu anlatılan dönemde. Kıbrıslı çalışanlar da bu ödemeler için başlarını kapattı…

Parlar’dan alıntı yapmaya devam ediyorum:

“Burada, İslamcı Kalkınma Bankası’nın desteğiyle bir üniversite kurulmuştur. KKTC’deki ‘İslam Üniversitesi’ haberi basına şöyle yansımıştır: ‘Rabıta Genel Sekreteri Nazif, İslam Üniversitesi kurulması konusunda kararlı olduklarını söyledi. Riyad-Rabıta Kurucu Meclisi KKTC’de bir İslam Üniversitesi açılması için daha önce alınan kararda ısrar edilmesini istedi. Rabıta Genel Sekreteri Ömer Nazif ‘Bu konuda kararlıyız’ dedi.

Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri Ömer Nafiz, Rabıta Kurucu Meclisi’nin Afganistan ve Kıbrıs başta olmak üzere çok sayıda ülkeye yönelik önemli kararlar aldığını açıkladı”…

Anlaşılacağı üzere Kıbrıs ve Afganistan “model” olarak seçildi. Kıbrıs 1950-60’ların ve Afganistan ise 1970’lerin anti-komünist savaşlarıydı. Kıbrıs’ta Sovyetlerle dost Makarios’a karşı, Afganistan’da da Sovyetleri kuşatmak için verilen iki savaş.

Kıbrıs’a dışarıdan baktığınızda Türkler ve Rumlar arasındaki “kavga”yı göremezsiniz. Kıbrıslı da Kıbrıs’a dışarıdan bakmadığı için göremez Kıbrıs sorununu. Kıbrıs ya da Afganistan aynı şeydi o günün dünyasında: Anti-komünist savaş. Afganistan’da Sovyetlere karşı kontrgerilla Mücahitler, Kıbrıs’ta kontrgerilla EOKA’ya karşı kontrgerilla Mücahitler…

Ne aksi tesadüf: Bizim Mücahitlerin kıyafetlerinin Pakistan’dan geldiğini dinlemiştim büyüklerden. Afganistan’da savaşmaya giden Mücahitler de Pakistan üzerinden gidiyordu…

Madem “Pakistan” dedik, Suat Parlar’ın kaynaklarından aktarmaya devam edelim:

“El Medine Gazetesi’nde yer alan habere göre, Rabıta Meclisi’nin kararı uyarınca Kıbrıs’ta İslami bir üniversitenin açılması, bu üniversitenin maddi ve manevi yönden desteklenmesi, Kıbrıslı öğrencilere İslam üniversiteleri için burs temin edilmesi, Kıbrıs Türk kesiminin İslami kuruluşlarla olan ekonomik ve ticari işbirliğinin iyileştirilmesi sağlanacak” (Milli Gazete 6 Şubat 1990)

Bu üniversitede Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Bahreynli ve Kıbrıs Faisal İslam Bankası Genel Müdürü Abdullah Koheci, Pakistan Eğitim Bakanlığı Sekreteri Kureyşi, İslam Kalkınma Bankası Başkanı Muhammed Ali Yönetim Kurulu Üyeliği yapıyorlar.

Üniversitenin konumunu, Muhammed Ali şöyle açıklamıştır: “Rabıta ile işbirliği içindeyiz… İlgi alanlarımızın çakıştığı noktada, onların hazırladığı projeleri finanse ediyoruz. Şeriat hükümlerine göre çalışmak zorundayız. (Cumhuriyet, 25 Mart 1987)”…

Uğur Mumcu’nun Rabıta’sında aktardığı “başbuğ” Denktaş’ın aldığı 627 bin 110 doların faturasına bakalım:

“Denktaş dün (24 Mart 1987) Lefkoşa’da düzenlediği basın toplantısında KKTC’nin Rabıta ile olan ilişkilerini ‘tüm geçmişi’ ile anlattı. Devleti kesinlikle ipotek altına koymadıklarını söyleyen Denktaş şöyle dedi:

‘Rabıta bazı din adamlarımızın maaşlarının ödenmesinde doğrudan ya da müftülükler aracılığı ile yardımlarda bulunmuştur. 13 Mayıs 1978’de başlayan bu yardımların toplam tutarı 2 Kasım 1986’da son olmak üzere 627 bin 110 dolardır. Bu yardım tutarının 250 bin doları 21-24 Mart arasında yapılan Uluslararası Müslüman Gazeteciler Hazırlık Toplantısı ve Mart 1980’de yapılan Dünya İslam Kongresi 8. Genel Kurulu için harcanmıştır.”          

Uğur Mumcu Denktaş’ın “sorumluluğu” hakkında hiç yorum yapmaz… Biz parçaları birleştirmeye devam edelim:

Mumcu “Tarikat, Siyaset, Ticaret” kitabında “Rabıta ve CIA” başlıklı yazıda şöyle der:

“Rabıta örgütünce yayımlanan ‘A World Guide to Organisations of Islamic Activities’ adlı kitapta, İstanbul’daki şu kuruluşlar Rabıta örgütüne bağlı kuruluşlar olarak sıralanıyor:

-Doğu Türkistan Göçmenler Derneği…

-Milli Türk Talebe Birliği…

 -The Institute of Islamic Studies- University of İstanbul…”

Milli Türk Talebe Birliği bugünkü AKP’nin kurucu kadrolarının çıktığı yerdir…

Parçalar böyle bircik bircik birleşiyor işte!

Uğur Mumcu Rabıta’da şöyle yazar (21 Mart 1987):

“KKTC’de İslamcı kadronun Türk-İslâm sentezini savunan milliyetçilerle de dayanışma içinde olduğu kaydediliyor. Öğrenildiğine göre bunların hedefleri tek bir cephe halinde BRT’yi ele geçirmek, vakıflar ve müftülüğü kontrolleri altına almak, gazete ve okul yönetimlerinde yuvalanma girişimlerini güçlendirmek.”

21 Mart 1987 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Ecevit’in Rabıta Örgütü’nün Türkiye’deki faaliyetlerine dair demeci aktarılıyor:

“Bu çevrelerin faaliyeti her yönüyle incelenmeli, ülkemizde hangi kamu kuruluşlarının veya özel kuruluşların, hangi derneklerin veya vakıfların, hatta belki de kişilerin, bu çevrelerden ve bu çevrelerin ardındaki devletlerden ne gibi yardımlar, bağışlar veya hediyeler kabul ettikleri saptanıp açıklanmalıdır.

Bunun için bir Meclis araştırması kaçınılmaz olmuştur.

Ayrıca bu devletlerin ve çevrelerin gerek yurt dışındaki işçilerimiz ve gençlerimiz arasındaki, gerek KKTC’deki faaliyeti de her yönüyle incelenmelidir.

Yakından izlemeye çalıştığım Kıbrıs Türk basınındaki bazı yayınlara göre, KKTC’yi tanımaktan kaçınan bazı şeriatçı devletlerin ve onlara bağlı kuruluşların Kıbrıs Türk toplumunu da etkileri altına alma yolundaki çabalarını artırdıkları ve bu olanağın kendilerine verildiği anlaşılmaktadır.”

Bülent Ecevit ve Uğur Mumcu’nun bu tespitleri yaparken tek gözardı ettikleri şey “işgal”di…

Kıbrıs’ta Siyasal İslamcılığın yolunu Türk işgali yaptı. Kapıyı da 627 bin 110 dolar karşılığında Denktaş açtı!

Uğur Mumcu’nun “vakıflar ve müftülüğü kontrol altına alma hedefiyle hareket ediyorlar” dediği kadrolar bu adaya gökten düşmedi. Bir kısmı buralıydı, bir kısmı da hem Türkiye’den hem de Mumcu’nun verdiği bilgiye göre Londra, Paris ve Berlin merkezlerinden gönderildi…

Ecevit’in de “Kıbrıs Türk toplumunu etkileri altına alma olanağının kendilerine verildiği anlaşılmaktadır” dediği tekfirci mezhepçi din bezirgânlarına da bu olanağı Ecevit’in 20 Temmuz 1974 “Barış ve Özgürlük Harekâtı” ve sonrasında taşıma nüfusla yürütülen YERLEŞİMCİ SÖMÜRGECİLİĞİ verdi. Yerleşiklerle demografi değiştirilerek İslamcı politikaya alan açıldı…

Uzun zamandır Uğur Mumcu’nun dediği yerdeyiz…

Rabıta ile ilişkili Milli Türk Talebe Birliği’nin günümüzdeki izdüşümü AKP, Evkaf/Vakıflar eliyle yeni bir toplumsal düzen dayatmaktadır.

AKP’nin/Ankara’nın yerleşik “KKTC Din İşleri Başkanı” Kıbrıs Türk toplumunu “Kıbrıs Müftüsü” adıyla Birleşmiş Milletler platformlarında dahi temsil etmektedir.

Pandemiden önce senelerce İsveç Büyükelçiliği öncülüğünde papaz ile müftü “dinler arası diyalog” adı altında, sanki de Kıbrıs sorunu bir din sorunuymuş gibi emperyalizmin namlusu oldular Kıbrıs’a karşı!

Herşey Denktaş’ın aldığı 627 bin 110 dolar ile başladı…

(8 Ağustos 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author