Aziz Şah – “Fake news” yalan ve uydurma haber demek…
Hayatımız ayaklı “fake news”lerle mücadelede heba oluyor…
“Fake news”ler yüzünden esas konuya giremiyoruz bir türlü…
Hem sağdan hem soldan geliyor “fake news”ler…
“Fake news”ler Körfez savaşı ile hayatımıza girdi, sosyal medya ile gerçeği esir aldı, savaşlardan mülteciler kaçarken cinnet halini aldı. İnsanların ezici çoğunluğu sosyal medyada kaynağı belirsiz “fake news”lerden bilgileniyor.
Özellikle mülteciler hakkında sosyal medyada okuduklarınızın neredeyse tamamı yalandır. Okurken yüreğim garışır, içim acır, özellikle bu “fake news”lere inanan güruhun mültecilere verdiği tepkileri gördüğümde kendimi çaresiz hissederim. Çünkü politikacısından gazetecisine aydın geçinenine birçok insan aracı oluyor yalan bilginin taşınmasına…
Ne oldu sonunda?
11 Ağustos 2021’de Ankara Altındağ’da Suriyeli mültecileri linç etti “fake news”lerle örgütlenmiş güruh…
Biz en iyi nereden biliyoruz “fake news”ü?
Türk istihbaratı Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atarak İstanbul’da Rumlara karşı 6-7 Eylül 1955 pogromunu örgütledi Özel Harp Dairesi eli ile…
Kıbrıs’ta Türk Haberler Bürosu’na atılan bombadan ve Bayraktar ile Ömerge Camilerinin yakılmasından biliyoruz “fake news”ü…
Bunlar büyük “fake news”lerdir, ülkelerin kaderini değiştirdiler, Türkiye-Kıbrıs-Yunanistan’ı 3 bomba ile altüst ettiler…
Bir de “Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir” cinsinden küçük “fake news”ler var, ardı arkası kesilmeyen…
Kıbrıs konusunda TC Devleti’nin 2008-9’dan beridir yürüttüğü “besleme” retoriğinden başlar, Mustafa Akıncı’nın devrilmesine, Ersin Tatar’ın yerine oturtulması sürecine uzanır…
Bir Türk/NATO tezi olan federasyonu Ankara’nın reddetmesi ve iki devletçiliğin sahneye sürülmesi de “fake news”lerle örülüdür: Her zaman Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyacağı ile başlar bu yalan silsilesi…
Tatar ayaklı “fake news” gibi dolaşıyor. Kurduğu her cümleden saçmalık ve yalan akıyor…
TRT’nin yaptığı “Bir zamanlar Kıbrıs” dizisi de bu amaçla çekildi. Dizide TMT’nin öldürdüğü gazeteci-avukat aydınlarımız Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’i Rumlar öldürmüş gibi gösterip, Denktaş’a da Gürkan ile Hikmet “mücahit kahramanlardır” dedirtiyorlar…
Hayat bu kadar saçma bir yer değildir. “Fake news”lerle saçma bir hale getirip direncimizi kırmaya çalışıyorlar, tek yaptıkları bu…
Saçmalığı açıklayamazsınız!
Saçmalık açıklanmazdır, saçmalığa karşı daha çok saçmalayarak onun anlamını kırarsınız…
Saçmalığın panzehiri saçmalıktır!
Tarih üzerine yürütülen sistematik “fake news” ve saçmalamaların amacı da bu, gerçeği içinden çıkılmaz bir hale sokmak.
Asya bebeğin yaşam mücadelesinde gördük “fake news”lerin ne kadar acımasız olduğunu ve hâlâ devam ediyorlar. Tedavisinden 8 ay çalınan bir bebek, iki kez Ankara’ya gidiyor, vatandaş değil diye ilaç alamıyor, dahası Kıbrıs’ta ailesinin sağladığı imkanlarla fizik terapisi yapılırken, Ankara’da hastanede fizik terapisi bile yapılmıyor, sağlığı geriye gidiyor, Asya bebeğe Kıbrıs Cumhuriyeti sahip çıkınca ise başlıyorlar, “Türkiye’de tedavisine başlanmıştı, bu nankörlüktür” diye… Susmuyorlar da utanmıyorlar da… Çünkü bunlar siyasi amaçları için Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atanlardır, bir bebeğin hayatı umurlarında değil. Çünkü bütün yalan haberler (fake news) milli davanın parçasıdır, yalanlarla örülüdür davaları…
Kıbrıs sorunu ve tarih üzerine üretilen “fake news”ler ile Asya bebeğe Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sahip çıkması sürecinde üretilen “fake news”ler birbirini tamamlıyor.
Tatar kukla olarak koltuğa oturtulduğundan beridir ne BM kararı bıraktı çarpıtılmadık, ne de Kıbrıs Cumhuriyeti tarihi hakkındaki temel bilgileri bıraktı…
Nikos Anastasiadis’in Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak “Kıbrıslı Türk vatandaşlarım” hitabına karşı Tatar’ın başlattığı saçmalama kampanyası bize çok kapı açtı, solumuz bu kadar saçmalamasaydı!
Evet, saçmalığın panzehiri saçmalıktır!
Ama tiyatro sahnesinde…
Dibini sıyırdığınızda saçmalamanın, iktidarı daha fazla gülünemeyecek duruma düşürdüğünüzde, yeterince saçmalamışsınızdır, iktidarı yıkmışsınızdır.
Ancak tarih sahnesinde saçmalama lüksünüz yoktur!
Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti Tatar ve Maraş haramilerinin pasaportlarını iptal ettiğinden beridir solumuz saçmalıyor.
Önce Tatar’ın Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportunu savundular, sonra Anastasiadis’in Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş teklifine karşı çıktılar, en sonunda da Anastasiadis’in BM kürsüsünde “Tek çözüm planı var, iki bölgeli iki toplumlu federasyon” sözüne protesto çektiler…
Solumuz ısrarla şöyle diyor:
“Anastasiadis’in Kıbrıs sorununun çözümü için üzerinde uzlaşılan BM parametreleri çerçevesi dışındaki önerilerini kınadığımızı, ucuz popülizme, milliyetçi, şovenist yaklaşımlara son vermesini talep ettiğimizi”…
Bugün Pazar, bugün Derinya’da eylem var…
Bugün Derinya’da Anastasiadis’i protesto edeceklermiş, BM parametreleri dininden şaştığı için…
Bu bir “fake news” yaklaşımıdır tam olarak: Haberi çarpıtma, uydurma, bilerek ve isteyerek söyleneni yanlış aksettirme politikasıdır.
Anastasiadis BM kürsüsünde federasyon için ne dedi?
-“Bizim için sadece bir plan vardır. Bu, BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararları ve AB kuruluş ilkeleri çizgisinde belirlenen, siyasi eşitlikle iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon temelinde bir çözüme varmaktır.”
Anastasiadis BM kürsüsünde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş” için ne dedi?
-Kıbrıslı Türkleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 Anayasasıyla kurulan devlet kurumlarına yeniden katılmaya davet çözümün kararlaştırılmış esasına bir seçenek anlamına gelmiyor… Kıbrıs Türk Toplumu’nun nihai çözüm bekleyen Devlete geri dönmelerini kolaylaştırmak anlamındadır.
“Bu öneri, benim geçen Aralık’ta önerdiğim ve maalesef Türk tarafınca reddedilen Güven Yaratıcı Tedbirler, kazan-kazan, oyun değişikliği paketiyle bağlantılı olarak da değerlendirilebilir”…
Tatar “İki devletli çözüm” derken Anastasiadis Kıbrıs Cumhuriyeti’nin feshi yerine dönüştürülmesi yolu ile “BM parametrelerine ve AB ilkelerine dayalı iki bölgeli iki toplumlu federasyon” dedi…
İki bölgeli iki toplumlu federasyon nakaratını BM kürsüsünde tekrar eden Anastasiadis Derinya’da AKEL önderliğinde “BM dininin dışına çıktığı için” protesto ediliyor…
Kıbrıslılardan duyduğum iki cümle çok yorar beni: “Dünya bunu kabul eder” ve “Dünya bunu kabul etmez”…
Çığırından çıkmış dünyanın canı cehenneme, sen ne istiyorsun Kıbrıslı?
Dünyanın neyi kabul edip neyi etmediğine bakarak mı biz nasıl bir Kıbrıs istediğimize karar vereceğiz?
Dünya ya da “uluslararası kamuoyu” dediğiniz emperyalizmdir.
Nasıl bir akıl tutulmasıdır bu?
Güneyde seçim sathı mahalline girildiği için AKEL pozisyon alıyor. Anastasiadis’in “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş” söylemine karşı mevzileniyor.
2008-2010 döneminde de Dimitris Hristofyas Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşü masaya koydu.
AKEL’in efsanevi genel sekreterlerinden Hristofyas’ın 2008-10 döneminde hedefi Üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki bölgeli iki toplumlu federasyona dönüştürülmesi idi. Bu konu Rum basınında o dönem yoğun bir şekilde tartışıldı.
Papadopoulos’un gözyaşlarını hatırlarsınız: Ben devlet teslim aldım, toplum teslim etmem, diyordu.
Hristofyas’ın yaklaşımının da farkı yoktu: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin feshi yerine, dönüştürülmesi…
Bu konuyu ayrıca başka bir yazıda irdeleyeceğim. Eksik yazmışım bugüne kadar: 1960 Cumhuriyeti’ni federalleştirmeyi Gromiko, Klerides ve Anastasiadis gündeme getirdi diye yazdım hep. Hristofyas’ın önerisini gözden kaçırmışım, eksik olmuş.
Bu durumda Anastasiadis de Hristofyas’ın önerisini koydu masaya: AKEL’in bu hıncı ne o zaman?
Buradaki meselemiz şudur: 1965’te Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Gromiko’nun, 2000’de Klerides’in, 2008-10 dönemi AKEL lideri Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın gündemi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federalleştirilmesi 2021’de Anastasiadis tarafından gündem yapıldığında yalan haberlerle solcular tarafından çarpıtılıyor…
Gromiko’nun önerisini Klerides, Klerides’in önerisini Hristofyas, Hristofyas’ın önerisini Anastasiadis gündeme getirdi.
Hristofyas’ın önerisini Anastasiadis gündeme getirdiğinde Hristofyas’ın çocukları “BM parametrelerine aykırı” diye yaygara koparıyor çünkü AKEL seçim sathı mahalline girdi…
Sağcıların ürettiği tarihi ve siyasi yalanlarla mücadeleden daha zordur solun ürettiği “fake news”ler ile mücadele…
Kendi altınızdaki toprağı kaydırıyorsunuz Anastasiadis düşmanlığı yapacağız diye “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federalleştirilmesi” önerisi konusunda yalan söylerken!
Tatar çıkar, 1964 yılında İsmet Paşa’nın desteği ile Makarios hükümetinin BM’de Kıbrıs’ın tek temsilcisi sayılmasını günde beş vakit kınar. Kınarken söylemez ama TC’nin de bu karara oy verdiğini…
16 Ağustos 1960’ta kurulan ama Temmuz 1963’te Türk ve Rum Kıbrıslı bakanların aldığı kararla “1 Ekim”de kuruluşu kutlanan Cumhuriyetimizin, kuruluş tarihinin değiştirilmesinin “Rum Cumhuriyeti olduğunun ispatı” olduğunu söyler Tatar. Ağustos sıcağında tören yapmak zor oluyor diye tarih Ekim’e alınmış, ama bu bile çarpıtılıyor…
AKEL ve kuyrukçuları da çıkar Anastasiadis’in BM kürsüsünde ağzından çıkan sözleri çarpıtır…
İşte bunlar sağ ve sol “fake news”lerdir…
Barışa, çözüme, adalete faydası yoktur. “Fake news”ten savaş, sorun ve öfke çıkar…
Ne BM kutsaldır ne BM parametreleri, ne dünyanın ne düşündüğünün önemi var ne de emperyalizmin kod adı olan “uluslararası kamuoyu”nun neye hükmettiğinin: Ülkenin üzerinde yaşayan insanlar karar verir ne istediklerine, kendi kaderini tayin hakkı denir buna da!
Vazgeçin BM’yi ve BM parametrelerini kutsallaştırmaktan, ne istediğinize kendiniz karar verin!
Kıbrıs’taki solun “BM parametreleri”ne bağlılığı bana hep rahmetli Tevfik Bey’i hatırlatır, Nazım Paşa’nın yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey…
Balkan Harbi sırasında bütün dinlerden ve mezheplerden din adamlarının oluşturduğu bir “Birleşmiş Milletler” kurulmasını hayal eder. Dünyanın bütün din adamları anlaşırsa dünya barışına ulaşılacağına inanır Tevfik Bey…
Balkan Savaşları sırasında Fransız gazeteci Georges Rêmond 12 Kasım 1912’de tarihe şöyle bir kayıt düşer:
“Daha önce Paris’te askeri ataşe olan Nazım Paşa’nın yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey’in çadırına girdim.
Bana dedi ki: “Dün hazımsızlıktan dolayı kustum. Eğer er olsaydım beni de koleralıların arasına koyacaklar ve işim bitecekti.”
Bundan başka savaşın kötü bir şey olduğunu ve ortadan kaldırmak gerektiğini bana izah etti. Şöyle ki: Dünyada ne kadar zengin fakir varsa, masrafına iştirâk ederek uluslararası bir büro meydana getirmeli ve bu büroda farklı mezheplere mensup hoca, papaz, protestan ve puperets râhiplerini toplamalı ve onları beyinlerinde birlik düşünceleri oluşuncaya dek alıkoymalıdır. Eğer bu fikir, düşünceden uygulamaya geçmez ise, savaş devam eder. Çıkmayacağı da malumdur ya! Şayet bütün bu ruhani liderler uyuşmaya muvaffak olurlarsa, ihtilafların başlıca sebebi olan ırksal ve dinsel düşmanlık ortadan kalkacağından hemen hemen genel barış kurulur. Paris’te ikamet ettiği esnada bu fikrini, Albert Vandal ve Paul Leroy-Beaulieu’ya da söylemişti. Her ikisi de kendisini istenilen derecede dinlememişlerdi. Şimdi de top sesleri ve ishalin acıları arasında bunu düşünüyordu.”
12 Kasım 1912 tarihinde bu sözleri eden, Osmanlı Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey, bu sözlerin üzerinden 2 ay sonra, 23 Ocak 1913 tarihinde İttihatçılar tarafından (büyük bir olasılıkla Yakup Cemil, ama Enver Paşa da olabilir) vurularak öldürülür.
“Farklı mezheplere mensup hoca, papaz, protestan ve puperets râhipleri” toplayıp “onları beyinlerinde birlik düşünceleri oluşuncaya dek alıkoyarak” barışa ulaşabileceğini hayal eden Tevfik Beylerden olmayın…
“Ruhani liderler uyuşmaya muvaffak olurlarsa, ihtilafların başlıca sebebi olan ırksal ve dinsel düşmanlık ortadan kalkacağından hemen hemen genel barış kurulur” safsatasına inanmayın…
Ne din adamları anlaştığında ne BM kararlarıyla barış olur…
“Fake news” ile gerçeği çarpıttığınızda ise kendi mezar taşınızı yazarsınız…
“Din adamları”nın (BM diplomatlarının, genel sekreterlerinin, özel temsilcilerinin) iki dudağı arasına bakan Tevfik Bey olmamaya bakın, ne istediğinize siz karar verin önce…
Çünkü din adamları ancak günah çıkarır!
(3 Ekim 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)