Aziz Şah – Savaştan 76 sene sonra 100 yaşında bir Nazi gardiyanı yargılanıyor, adı “Josef S.”…
Toplama kampında gardiyan olarak 3 bin 518 esirin öldürülmesine yardımcı olmakla suçlanıyor…
Sachsenhausen kampında Sovyet savaş esirlerinin kurşuna dizilmesi ve diğerlerinin gaz odasında öldürülmesine suç ortaklığı yapmakla suçlanıyor…
İnsanlığa karşı işlenen suçlarda gördüğünüz gibi zaman aşımı yok. “Öldürmek benim sanatımdır” deyip sıyrılamazsınız…
İnsanlığa karşı işlenen suçlarda “suç ortaklığı” emri verenle başlar, yerine getirenle devam eder, orada bulunup da sesini çıkarmayanı da kapsar. Eğer suç halkın paramiliter örgütlenmesi ile kitlesel terör yoluyla pogrom şeklini alıyorsa, toplumsallaşır.
Savaş suçu ve insanlığa karşı işlenen suçlar dendi mi akla toplu mezarlar ya da gaz odaları gelir. Ancak insan hakları mücadelesi derinleştikçe “insanlığa karşı işlenen suçlar”ın kapsamı da genişledi.
Bugün artık hem uluslararası hukukta hem de kamusal kabulde “Ekokırım” ve “Feminicide” (kadın kırımı) yerini aldı.
Kadınlara tecavüz edilmesi de, sistematik olarak zeytin ağaçlarının yok edilmesi de, işkence ile sorgu da, gaz odasında insan yakmak da, insanları zorla evinden sürmek de, yerinden sürülen insanların evlerine nüfus taşımak da, bir etnik-dinsel-kültürel toplumun kansız bir şekilde asimilasyonu ve entegrasyonu da insanlığa karşı işlenen suç kapsamına girer.
100 yaşındaki Nazi gardiyanı gibi bu suçların parçası olanlar zaman aşımından yararlanamaz…
İnsanlığa karşı işlenen suçlar tehcir yani zorla evinden sürmek ile başlar…
Ancak esirlerin ensesine kurşun sıkıp bir çukura atmaktan ya da gaz odasında veya asit kuyularında yok etmekten ibaret değildir…
Sivil yerleşim yerlerinin, hastanelerin ve okulların bombalanması, köylerin yakılması ve dahi köylerin isimlerinin değiştirilmesi aynı suç kapsamında yer alır…
Köy ve insan isimlerinin Türkleştirilmesi ile başlayan 1974’ten beridir Kıbrıslıların TC işgali altında yaşadığı “Kültürel Soykırım” süreci ise BM’nin Yerli Uluslar Hakları Uluslararası Sözleşmesi’nde tanımlanıyor:
“Yerli halkları ayrı toplumlar olarak bütünleşmekten veya kültürel veya etnik karakteristik veya kimliklerinden yoksun bırakma amacı veya etkisi taşıyan herhangi bir eylem.
İletişim medyası, dini veya eğitsel kurumlar, resmi mevzuat, idare veya başka önlem veya araçlarla başka kültür veya yaşam tarzlarını dayatarak zorla asimilasyon veya entegrasyon.”
Türkçe konuşan Kıbrıslılar takılmış plak gibi Lefkoşa’ya “Lefkoşe” denmesinden ve Mağusa’ya “Magosa” denmesinden şikayetçi. Bütün köylerin isimleri değişti, bir Lefkoşe ile Magosa mı sorun?
Söyle Tufan Erhürman: Sorun 2020 Ekim’inden 2022’de yapılacak sahte KKTC seçimlerine kadar işgal rejiminin dağıttığı vatandaşlıklar mı?
1974’te evlerinden zorla sürülen Rumların yerlerine Anadolu’dan taşınarak vatandaş yapılan ilk yerleşiklerden bugüne sorun sadece son 3-5 bin kişi mi? Kaç bin kişi sizin için sorundur?
“CTP seçime girer ve o seçime müdahale, gözle görülür, elle tutulur bir veri olursa, öyle bir seçime devam etmeyiz. Gerekirse seçimden çekiliriz” diyor Tufan Erhürman.
1975’ten bugüne kadar taşınan nüfus seçime müdahalenin kendisidir zaten! Kaç bin vatandaşlık ve savaş suçu “elle tutulur”dur sizin için Bay Tufan?
İnsanlığa karşı kanlı ya da kansız suçların farkı yoktur. Nazi gardiyanı “Josef S.” gibi yargılanacaksınız insanlığa karşı suçlardan er geç!
(9 Ekim 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)