Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi (17) KIBRISLILIĞA KARŞI BİRLEŞENLER

Aziz Şah – Üç uzun alıntı var önümde…

Birincisi 1968 kuşağından Fadıl Çağda’nın Kutlu Adalı’nın öldürülmesinden sonra yazdığı yazı…

İkincisi Uğur Mumcu’nun RABITA kitabında geçen Kıbrıs bağlantısı: Suudi Arabistan petrol şirketi Aramco’nun finansmanıyla dünyada Siyasal İslamcı ideolojinin temellerini atan örgütlenme olan Dünya İslam Birliği-RABITA’nın Kıbrıs bağlantısı…

Üçüncüsü de RABITA’nın Kıbrıs bağlantısı içerisindeki Kıbrıslı İslamcıların Kıbrıslılık alerjisi…

Uzun zamandır bu üç alıntı aklımda. Zaten ‘‘Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi’’nin 15’inci yazısında şöyle demiştik:

‘‘Yavaş yavaş Kutlu Adalı’yı hedef gösteren, savunduğu Kıbrıslılık bilinci ve “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” şiarından dolayı kendisine saldıran RABITA’cılara da geleceğiz…

Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresinde Denktaş’ın RABITA’dan aldığı 627 bin 110 Dolar ile başlayan süreçte Kıbrıs’ta devşirilen İslamcılar da var…’’

İngiliz sömürgeciliği, Yunan milliyetçileri, Türkçüler, İslamcılar ve liberaller belli periyodlarla Kıbrıslılığa saldırır. Çünkü Kıbrıslılık hellim, molohiya, ceviz macununu, yasemin değildir; Kıbrıs’ın ekonomik-kültürel-sosyal bütünleşmesinin, bölgeler ve toplumlar arası eşitsizliğin aşılmasının, askersizleşmenin ve en nihayetinde bağımsızlaşmanın şartıdır.
Kıbrıslılık, Kıbrıslılar arasında siyasal eşitlik, emperyalistler karşısında birliktir. Bu sebeptendir soldan sağdan Hristiyan’dan Müslüman’dan emperyalistten BM’den yemediği hançer kalmadı…

Kıbrıslık bilincini savunanlar da sürekli saldırı altında oldukları için savunma psikolojisi ile garip bir muhafazakârlığa büründüler. 

Kıbrıslılığa saldırının başını da İngiliz çekti…

23 Ekim 1936 tarihinde İngiliz sömürge valisi Richmond Palmer Londra’ya gönderdiği raporda şöyle diyordu:

“Adada gelecekte de bir siyasal rahatlığımızın olabilmesi için, yönetimi istisnalara da yer verecek bölgeler temeli üzerinde sürdürmeliyiz. Böylece, Kıbrıs milliyetçiliği kavramı -ki, Enosis aşınmış bir değer durumuna geldiğinde, bu yeni kavramın yükselişi kaçınılmaz olacaktır- mümkün olduğunca uzak bir geleceğe itilip, karanlıkta bırakılabilecektir.”

İngiliz sömürge valisi ‘Kıbrıs milliyetçiliği’ diyor; korktuğu klasik anlamda milliyetçilik değil. Tam tersine, Kıbrıslıların milliyetçilikten arınması… Kıbrıslıların etnik milliyetçiliklerden arınıp Kıbrıslılık bilinci ile İngiliz sömürgeciliğini adadan söküp atmasından korkuyor. Bunun için de Sömürge Valisi Palmer’in dediği gibi –yükselişi kaçınılmaz olan- Kıbrıslılığın mümkün olduğunca uzak bir geleceğe itilip karanlıkta bırakılması gerekiyordu onlar açısından…

Bunun için nüfus sayımlarında Müslüman ve Hristiyan diye geçen Kıbrıslılar önce Türk ve Rum oldu.

Laik Arap milliyetçilerinin sömürgecilik karşıtı mücadelesini kırmak için kullandıkları İslamcılar gibi tehdit olarak gördükleri –adını kendilerinin koyduğu- ‘Kıbrıs milliyetçiliği’ne karşı liberalleri ve Türkçüleri kullandılar ve hâlâ kullanmaktadırlar. Enosis boşa düştü, Taksim gerçekleşti, İngiliz istediğini aldı, ancak Kıbrıslılığa karşı savaşları bitmedi, bitmeyecek de…

NATO’nun ortaya koyduğu ve bugün Kıbrıs Türk toplumunda ezici çoğunluğun tabusu olan ‘‘İki Bölgelilik’’ de İngiliz sömürgeciliğinin Kıbrıslılığın gelişmesini öteleme ısrarının bir parçasıdır:

İngiliz sömürge valisi “Enosis aşındığında Kıbrıs milliyetçiliği yükselecek” diyor. Mümkün olduğunca öteleyelim diyor Kıbrıslılık bilincinin gelişip toplumların kaynaşmasını… Bunu da “bölgecilik” (“İki bölgeli, iki toplumlu Kıbrıs”!) temelinde yapalım diyor.

Valinin kendi sözcükleri ile ‘iki bölgelilik iki toplumluluk’ da şöyle geçiyor: ‘‘Yönetimi istisnalara da yer verecek BÖLGELER temeli üzerinde sürdürmeliyiz’’…

İşte Taksim ile ötelendi Kıbrıslılık bilincinin gelişmesi, ‘‘iki bölgelilik iki toplumluluk’’ tabusu ile de perçinlendi.

Kıbrıs Türk toplumunda öldürülen aydınlarımızın hepsi ‘Kıbrıs Kıbrıslılarındır’ diyen sülaleden geliyor. İngiliz’in korkusunun maddi bir temeli vardı: 1948 Maden Grevi. Kıbrıs işçi sınıfı bir olduğunda adada kalamayacağını anladı…

1948’de maden grevine karşı Ortodoks Kilisesi ile Kıbrıs Türk Liderliği nasıl birleştiyse, İngiliz Sömürge Yönetimi ile Amerikan CMC şirketinin safında, Kıbrıslılık karşısında da aynı safta birleştiler…

Fadıl Çağda, Kutlu Adalı’nın da ‘Kıbrıs Kıbrıslılarındır’ dediğini belirterek cinayet üzerine 13 Temmuz 1996’da Ortam gazetesinde şöyle yazar:

‘‘(…) Kutlu Adalı bir (…) barış savaşçısı idi.

Kıbrıslı aydın sorumluluğu idi bu. Kıbrıs’ta toplumlararası barış istiyordu. Kıbrıs’ın iki toplumun sonsuza kadar barış içinde bir arada yaşayacağı bir barış adası olması en candan dileği idi.

Türk toplumunda yaratılmaya çalışılan şartlanmalar, dayatılan ayrılıkçı politikalara karşı kalemi ile mücadele ediyordu. Kıbrıs Türk Barış Derneği’nde de çalıştı.

Kıbrıs Kıbrıslılarındır diyordu. Kıbrıs’ta Türklerin, Rumlar kadar eşit haklara sahip olduğunun bilincinde idi. Bunun için de Kıbrıs Türkleri kendi kimliklerine sahip çıkmalıdırlar diyordu. Kıbrıs Türk kimliğini öne çıkardı. Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ta kendi kimlikleri ile var olacaklardır. Uydu politikalarla, işbirlikçilikle bir yere varmanın mümkün olmadığına, bu politikaların Kıbrıs Türkü’nü eriten bir politika olduğuna parmak basıyordu. ‘Gelen Türk, Giden Türk’ uygulaması ile Kıbrıs Türklerinin göç ettirilmesini kabul etmiyor, içine sindiremiyordu. Bu politika yanlıştır, diyordu.

Son yıllarda yaşanan göçün kitleselleşmesi onu çok üzüyor, ‘Mutlaka durdurulmalı’ diyordu.

Kıbrıs Türkleri silkinmeli, kendi benliğine sahip çıkmalı, yaratılacak barış adasında kurucu ortak olarak onurlu yerini alabilmeli idi.

Ana vatan-yavru vatan politikası ile buna varmanın mümkün olamayacağını gördü. Bu teslimiyetçi politikanın Kıbrıs Türklerini erittiğini işaret etti’’…

Fadıl Çağda’nın Adalı’nın öldürülmesinden sonra yazdığı yazının bir bölümü böyle. Günümüzde her gün kurulan cümleler bunlar, bugün Türkiye’nin Kıbrıs Türk toplumuna kansız soykırım yaptığını yazıyoruz. Ancak ‘ilk cümle’yi kuran temeli atar, ‘ilk taş’ da ona atılır…

‘‘Kıbrıs’ta İslami Kimlik Davası’’ kitabında Hüseyin Mehmet Ateşin ‘Kıbrıslılık’ı ‘‘Gayri İslami kimlik arayışı’’ olarak tanımlar.

İngiliz emperyalizminin kendisine 1936’da mesele ettiği Kıbrıslılığı İslamcılar 90’larda, 1996’da mesele olarak görür. 1996’da –muhtemelen Adalı’nın öldürülmesinden hemen önce- yayınlanan kitabında Ateşin, Yeni Kıbrıs Partisi’ni, Adalı’yı ve o dönem yeni bir tartışma yaratmaya çalışan edebiyatçıları hedef seçer.

Adalı’nın 14 Nisan 1992 tarihli yazısından aktardığı alıntının bir bölümü şöyle:

‘‘…Konu Kıbrıslılık oldu mu, her ne halse Türk şovenlerle Rum şovenler ne söz özgürlüğü tanıyorlar, ne demokrasi dinliyorlar, ne insan haklarına, insan görüşlerine değer veriyorlar. Hele Rumlar, hem Kıbrıs’ta bölünmüşlüğe karşı çıkıyorlar hem de Yunanlılıktan, Yunan bayrağından, Yunan marşlarından Yunan ulusal günlerinden kopamıyorlar. (…) Özdeş durum Kıbrıslı şoven Türkler için de geçerlidir. Onlar da bir türlü Kıbrıslılığı içlerine sindiremiyorlar. Türk bayrağından, Türk marşlarından, Türk ulusal günlerinden vazgeçemiyorlar. Yani varsa yoksa Kıbrıs adasında Helenler ve Türkiyeliler vardır. Kıbrıslı diye bir halk, bir ulus yoktur.

(…) Kıbrıslı Rumlar ister Helen olsun ister olmasın. Kıbrıslı Türklerin kökeni ister Türk olsun ister olmasın. Hepimiz de Kıbrıs’ın insanları değil miyiz? Helence ya da Türkçe konuşuyoruz diye, Kıbrıslı olmamızı engelleyen bir insanlık kuralı mı vardır?

(…) Binlerce yıl boyunca Akdeniz iklimi, Akdeniz uygarlığı, Akdeniz ve Orta Asya insanı bizi tarihiyle kültürüyle, dölüyle kanıyla mayalayıp yoğurmuş, bir hamur yapmış, Kıbrıslıyı yaratmış; bu tarihsel gerçek karşısında Kıbrıslılık kimliğini yadsımamıza olanak var mıdır?

(…) Kıbrıs tarih boyunca doğurgan olmuş, Kıbrıslı’yı doğurmuştur. Aradan binlerce yıl geçse bile, gelecek bin yıllarda da, doğurgan olacaktır. Tarihin nelere gebe olduğunu kimse bilemez’’…

İngiliz sömürge valisinin dediği çıkar aslında: İşgal bölgesinde RABITA eli ile İslamcılığın temellerinin atıldığı 1980’lerden sonra, Türkçü faşizmin yükseldiği 1990’larda, bunların karşısında Kıbrıslılık tartışması açılır…

Sömürge Valisi’nin 1936’da geleceğin meselesi olarak gördüğü Kıbrıslılığı İslamcılar 1996’da mesele olarak bulur…

1990’larda Kıbrıslılığı mesele olarak gören İslamcılar ise Suudi Arabistan petrol şirketi Aramco finansmanında yetişen kadrolardandır.

Aynı sömürgecilik karşıtı laik Arap milliyetçilerinin karşısına dikilen İslamcılar gibi, Kıbrıslılık karşısında İslamcılar ortaya çıkar…

Uğur Mumcu’nun RABITA kitabından 21 Mart 1987 tarihli Cumhuriyet haberini aktarıyorum (S.252-4):

‘‘Haber Merkezi – Rabıta rehberinde ‘işbirliği yapılan kuruluşlar’ arasında sayılan Kıbrıs Türk İslam Cemiyeti’nin Rabıta’dan parasal yardım aldığı bildiriliyor. Kıbrıs Türk İslam Cemiyeti’nin başkanlığını Kemal Müderrisoğlu, Genel Sekreterliğini ise milyarlık stüdyo ihalelerinde adı yolsuzluk söylentilerine karışan BRT Genel Müdürü Özer Berkem yürütüyor.

1970’li yıllarda kurulan ve Nakşibendi Şeyhi Nazım Adil Kıbrıslı ile de o günlerde sıkı bağlantısı bulunduğu için Dr. Fazıl Küçük’ün büyük tepkisine yol açan cemiyetin, şeriatı savunduğu ve Atatürk ilkeleri aleyhtarı kişileri barındırdığı belirtiliyor.

Bayrak radyosu ve televizyonundaki dini programları da belgelere göre, 1980’den bu yana bu görüşleri savunan Kıbrıs Türk İslam Cemiyeti hazırlıyor.

Kıbrıs Türk İslam Cemiyeti Başkanı Müderrisoğlu, Genel Sekreter Berkem ve yönetim kurulu üyeleri, 1983 yılında cemiyetin merkezi yapılıncaya kadar Lefkoşa’da Köşklüçiftlik’te Mehmet Akif Caddesi üzerinde Başak Apartmanından geçici olarak iki daire satın alıp birleştirerek dershane, yatakhane, yönetim odaları yaptılar. İçini gayet lüks bir biçimde dayayıp döşediler. Cemiyet lokali olarak kullanılan burası şimdi yüz milyon liranın üzerinde değer taşıyor.

Cemiyet, yazarımız Uğur Mumcu’nun yazı dizisinde ‘Türk İslam Vakfı’ (Turkish Islamic Trust) yönetiminde olarak adı geçen Kıbrıslı Ramadan Hüseyin Güney’le sıkı bağlantı halinde bulunuyor. Bu bağlantıyı sağlayan kişi Londra, Almanya ve Paris’teki İslam birlikleriyle ilişkiyi sürdüren Cemiyet Genel Sekreteri ve BRT Müdürü Özer Berkem. Berkem’in Güney’in Londra’da gizli radyo kurma ve yayın yapma girişimleriyle de yakından ilgilendiği öğrenildi.

Verilen bilgilere göre zengin bir işadamı olan Ramadan Güney, Rabıta’dan aldığı parasal yardımlarla yaptırdığı camiye ‘Şeyh Nazım Camii’ adını veren, ancak çok geçmeden aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle Şeyh Nazım ve müritlerini camiden dışlayan kişi. Bütün cemiyet yetkilileri şimdi bu camide namaz kılarken Şeyh Nazım ve müritlerine ait Londra’da yeni bir cami var.

Kıbrıs Türk İslam Cemiyeti, Londra’daki Şeyh Nazım Müritleri ile Suudi Arabistan arasındaki bağlantıyı Riyad’da bulunan Kıbrıslı Hüseyin Ateşin sağlıyor.

Londra’dan sağlanan bir bilgi de Ramadan Güney’in Kıbrıslı Türklere mezar yeri sağlayan tek kişi olduğu. Londra’daki Türkler ve Müslümanlar Güney mezar yeri sağlamazsa Müslüman adetlerine göre gömülemiyor.

KKTC İslamcı kadrosunun Türk-İslam sentezini savunan milliyetçilerle de dayanışma içinde olduğu kaydediliyor. Öğrenildiğine göre bunların hedefleri tek bir cephe halinde BRT’yi ele geçirmek, vakıflar ve müftülüğü kontrolleri altına almak, gazete ve okul yönetimlerinde yuvalanma girişimlerini güçlendirmek’’…  

Uğur Mumcu’nun RABITA’sından aktardığımız haberin son paragrafından başlarsak, Vakıflar (Evkaf) bugün İslamcıların ajandası ile çalışıyor, Kıbrıs’ta müftülük olmamasına karşın da ‘KKTC Din İşleri Dairesi’ emperyalistler ve BM tarafından yıllardır ‘dinler arası diyalog’ adı altında TC’den atanan yerleşimci başkanları ile ‘müftülük’ muamelesi görüyor!

Kıbrıslı İslamcıların Suudi Arabistan bağlantısını sağlayan Ateşin ise Kıbrıslılığı ‘gayri İslami kimlik arayışı’ olarak görüyor.

İngiliz Kıbrıslılığa karşı, İslamcılar Kıbrıslılığa karşı, Türkçüler-Yunan milliyetçileri de Kıbrıslılığa karşı, liberaller de Kıbrıslılığa karşı, ‘İki bölgeli iki toplumlu’ BM parametreleri de Kıbrıslılığa karşı. Bu kadar mı tehlikelidir bu meret?

‘‘Kıbrıslı yoktur, Türkler ve Rumlar vardır’’ diyen Tatar ile ‘‘Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan herkes Kıbrıs Türk halkıdır’’ diyerek yürütülen taşıma nüfus politikası içinde Kıbrıslıları eriten Tufan Erhürman ve ‘‘Gelen Türk giden Türk değil, gelen emekçi giden emekçi’’ diyerek Kıbrıslıları göç ettirme politikası karşısında göç ettirilen Kıbrıslıları yok sayan Doğuş Derya gibiler ortada Kıbrıslılığa karşı birleştiler. Kıbrıslınınsa bundan haberi yok…

(31 Ekim 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author