Kıta Sahanlığı ve Balıkçılık Protokolleri: Kıbrıs’ta TC sömürgeciliğinin aynası

Aziz Şah – Yıl 2001…

Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer…

Başbakanı Bülent Ecevit…

Türkiye ile KKTC arasında balıkçılık alanında işbirliği protokolü imzalandı.

Protokolü Türkiye adına Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüseyin Yusuf Gökalp, KKTC adına Tarım Bakanı İrsen Küçük imzaladı…  

Kıbrıs’ın kuzeyindeki sömürge rejimi TC’nin kendi kurumlarından ve ‘anayasa’ niteliğindeki protokollerinden oluşur.

Her sene av yasağı başladığında Türkiye’den gelip balık yumurtalarını, doğayı talan ederek avlanan trol ve gırgır tekneleri gündem olur.

‘‘Yasadışı avlanan trol ve gırgır tekneleri’’ diye yazarız her sene gayriihtiyari bir şekilde. Ancak teknik olarak ‘yasadışı’ avlanmazlar. Dayanakları TC-KKTC Balıkçılık Protokolü’dür.

Madalyonun diğer yüzü av yasağı varken avlanmak zaten suçtur. Bırakın yasaları bir yana, doğanın kendisini yenilemesine saldırıdır bu! Ötesi ise, KKTC Karasuları denen bölge Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal altındaki denizidir. Neresinden bakarsanız bakın TC-KKTC Balıkçılık Protokolü denizin talan edilmesine paravandan başka bir şey değildir.

KKTC nasıl ki işgale perde ise, KKTC-TC protokolleri de Türkiye’nin garantörü olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gasp ettiği egemenlik bölgesinde işlenen suçlara perdedir.

Kıta Sahanlığı ve Balıkçılık gibi protokoller KKTC üzerinden Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin deniz egemenlik alanına tecavüzünden başka bir şey değildir. Türkiye Cumhuriyeti, asker ve sivil bürokrasisinin her fırsatta altını çizdiği ‘Garanti Anlaşması’nı feshetmediğine ve ısrarla savunduğuna göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün ortasında KKTC diye ayrı bir yapı olmadığını biliyorlardır.

KKTC olmadığı gibi, KKTC’nin kendisine ait karasuları da yoktur. Türkiye’nin ısrarla garantörü olduğunu hatırlattığı Kıbrıs Cumhuriyeti’ne aittir karasuları! Buna itiraz edip gazeteye tekzip gönderecek askeri makamlar, Türkiye’nin Garanti Anlaşması’nı feshedip feshetmediği konusunda da bir açıklama yapsınlar. Çünkü Türkiye KKTC’nin değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörüdür. Kıta Sahanlığı ve Balıkçılık gibi protokollerle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine tecavüz edilmektedir. 

Dahası var: Balıkçılık ve Kıta Sahanlığı protokollerini destekleyen diğer öğeler, TC-KKTC Sahil Güvenlikleri arasında işbirliği protokolü ve Geçitkale’de konuşlanmış İHA-SİHA’lardır. Yani, Kıbrıs-Türkiye arasında kalan ‘Mavi Vatan’ Türkiye Sahil Güvenliği ve Donanmasının denetimindedir.

‘‘Yasadışı avlanan Türkiyeli balıkçılar’’ dendiğinde hiçbir kurum çıkıp ‘‘Onlar yasal avlanıyor’’ diye açıklama yapmaz. Uyarmazlar ki uyuyan güzel uyanmasın, sistemi sorgulamasın…

Çünkü efendi-köle arasında imzalanan her protokol esaret belgesidir.

Kardeşliğin ön koşulu eşitliktir, eşit olmayanlar kardeş olamaz…

Bu balıkçılık protokolü, Kıbrıs Türk toplumunun Türkiye’ye Dolar borçlandırılması, Ankara’nın dayatmasıyla Elektrik Kurumu’na KAMU yatırımı yapılmaması, Kıbrıs’a yağan yağmur suyunun bile TC Devlet Su İşleri’nin malı olarak Kıbrıs Türk toplumuna satılması, Kıbrıs’taki köy yollarının inşaat projelerinin dahi Ankara’ya devredilmesi gibi çeşitli TC-KKTC protokolleri ile oluşturulmuş eşitsizliğin klasik bir örneğidir.

Eşit olmayanlar kardeş olamazlar, eşit olmayanlar aynı masaya aynı denklikte oturamazlar, otururlarsa esaret belgesi imzalamak için otururlar.  

TC-KKTC protokolleri “uluslararası anlaşma” kabul edilir. Halihazırda 90. Madde’ye göre Türkiye ile imzalanan anlaşmalar/protokoller “KKTC anayasası”na aykırı olsa bile yasa hükmünde sayılarak Anayasa Mahkemesi’ne götürülemez. Yani, sömürgeci protokolleri İngiliz ve Türk sömürgeci yasalarının melezi olan ‘KKTC hukuku’na tabi mahkemelere götürüp, rejimle ‘bağımsız yargı’ aracılığı ile mücadele edemez, hak arayamazsınız.

Burada ırkçı-sömürgeci bir sistem var. Sömürgecilik ve ırkçılık kurumlara dayanır. Efendi-köle arası eşitsizlik efendinin mahkemesinde çözülmez…

Bugün yaşadığımız her sorun bilinçli bir şekilde Erdoğan rejimine mal edilir. Erdoğan sonrası için ‘toz pembe’ hikâyeler anlatılır. Ancak Kıbrıs’taki TC Koloni İdaresi’ni Erdoğan kurmadı, sömürgeci kurumlar AKP’den önce de vardı ve AKP iktidarından sonra da olacak, AKP yalnızca bazı İslamcı kuruluşlar ekledi sömürgeci kurumların arasına.

1958’den beridir Türkiye Kıbrıs Türk toplumunun bütün seçimlerine müdahale etti. İstemediği aday olamadı, istemediği halde aday olup kazanan Ziya Rızkı da Mustafa Akıncı gibi kaybettirildi. Ziya Rızkı’ya ‘Eski Türkiye’, Mustafa Akıncı’ya ‘Yeni Türkiye’ kaybettirdi. Kıbrıs’taki Sömürge Rejimi açısından ‘eski’ ile ‘yeni’ Türkiye’nin ırkçı uygulamaları arasında bir fark yoktur. Aksine süreklilik arz eder: Kıbrıs Türk toplumunun ‘Müslümanlaştırılması’ için Elçilik’te raporlar 1990’larda yazıldı, uygulaması 2000’lerde AKP’ye düştü…

Her sene balıkların yumurtlama mevsiminde doğayı rahat bırakmayan trol ve gırgır tekneleri de bu sömürgeci zemin üzerinde imzalanan eşitsizliğe dayalı protokole yaslanarak yağmalıyorlar Kıbrıs kıyılarını…

Her sene Türkiye’den balıkçılar kıyılarımıza çıkarma yaptığında ve konu kamuoyunda tartışıldığında, yasadışı avlanan Türkiyeli balıkçıların 2001 tarihli TC-KKTC Balıkçılık Protokolü’ne dayanarak ‘yasal’ avlandıklarını açıklamaz ‘egemen ve eşit’ KKTC! Kamuoyu tepkisi olduğunda Hayvancılık Dairesi ve Tarım Bakanlığı bu gırgır ve trol tekneleri için “fırtınadan dolayı sığındılar” der her sene!

2001 yılında rahmetli İrsen Küçük’e imzalatılan bu protokol iki taraf arasındaki eşitsizliği ortaya sermesi açısından önemlidir. Bu protokole göre Türkiye’den gelip Kıbrıs kıyılarını yağmalayan balıkçıların denizden topladığı ganimetten pay sahibidir KKTC devletçiği…

Tam olarak, 1974 sonrasında bankalardaki Kıbrıs Liralarına TC Devleti’nin el koyarak, 1 Kıbrıs Lirası 500-600 TL’ye karşılık gelirken 36 TL’ye sabitleyip Kıbrıs Liralarını TL’ye çevirmesi gibidir TC-KKTC protokolleri: 1’e 500-600 kazandırır Türkiye’ye!

Önce Kıbrıs Lirası’nı TL’ye çevirerek soydular, sonra TL eridikçe soydular, en sonunda da TC-KKTC protokollerine ‘‘Türkiye KKTC’ye TL borç verir, Dolar borçlandırır’’ diye bir madde koyarak sömürgeci rantı arşa çıkardılar.

Aristoteles bu eşitsizliği Nikomakhos’a Etik kitabında şöyle açıklar: “Eşitlik olmadan mübadele, ortak bir ölçü ile ölçülebilme olmadan eşitlik olamaz.” 

Balıkçılık protokolündeki ‘Mübadele’ ve ‘Ölçü’ meselesine gelelim…

2001 yılında imzalanan protokole göre TC Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, KKTC Tarım Bakanlığı ve TC Dışişleri memurlarının katılımı ile komisyon oluşturularak Türkiyeli balıkçıların Kıbrıs kıyılarından topladıkları ‘mal’ taksim edilir, Kıbrıslı Türklerin payına düşen ‘mal’ teslim edilir!

Hiç böyle bir komisyon toplandı mı? Payımız nerede? Kıbrıs kıyılarına gelen balıkçı teknelerinin avlandıkları bile inkâr edilir, ‘fırtınada sığındılar’ denirken hangi mal taksiminden bahsediliyor!

Kıbrıs Lirası’nın TL’ye çevrilmesinde olduğu gibi 1’e 500-600 kazanmak değil de nedir bu? Ya da Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde kendi harcamalarını TL üzerinden yapıp, kendi harcamalarını Dolar üzerinden Kıbrıs Türk toplumuna ‘borç’ yazması 1’e 500-600 kazanmak değil de nedir?

Bize Türk Lirası borç verip Dolar borçlandıran, sonra da bize verdiği borçla sömürgede kendi harcamalarını yapan bir Türkiye ile eşit değiliz. KKTC zaten Kıbrıs Türk toplumunun iradesini temsil etmez. İşgal rejiminin perdesidir. TC-KKTC ilişkilerinde ‘eşitlik’ aramak ve talep etmek abesle iştigaldir. Üst yönetim TC ile alt yönetimi KKTC eşit olamaz. İlçe ile il, il ile merkezi idare nasıl eşit değil, hiyerarşiye tabi ise, TC-KKTC ilişkisi dedikleri de hiyerarşiktir. 

Et ve tırnak, kaderde, tasada ve kıvançta ortak değildir TC ile ‘yavru’su KKTC. Bu sebeptendir ki, Türkiye 3 milyar 850 milyon Dolar borcu olduğunu söylüyor (2017’ye kadar) KKTC’nin kendisine. Hem rehineyiz hem borç sömürgesi.

Dönelim balıkçılık protokolüne…

Sözde KKTC karasularının 12 mil içerisine gelip yabancı teknelerin avlanması yasak. Balıkçı teknesi deyip küçümsemeyin, bunlar en üst teknoloji trol-gırgır teknesi… Kıyıya kadar girerek avlanan devasa gırgır teknelerinin her bir seferi 20-30 milyon Dolar değerindedir, balıkçıların verdiği bilgiye göre… Devasa gırgır tekneleri, istila ordusu gibi denizi yağmalayıp, iliğini kemiğini sömürüp yumurtlama mevsiminde çölleştirir. Yavru balıklar, yumurtalar, ne varsa, bir sonraki mevsimin balıklarını da yumurta halinde yok eder bu avcılar. Bilgisayar sistemi ile balığın yerini tespit edip nokta atışı yaparlar. Bu balık avı değil, yağma ve ganimet toplamaktır.

2001 tarihli TC-KKTC protokolünde komisyon oluşturularak Kıbrıslı Türklerin payına düşen “mal” taksim edilecek deniyor. Balık teknelerinin avlandığının bile inkâr edildiği bir ‘ilişki’de taksimat mı yapılır?

18 Haziran 2018 tarihli ‘Afrika’nın ilk sayfasından verdiğimiz ‘‘Ankara’nın emri: Gırgırlara dokunmayın’’ başlıklı haberden aktarıyorum…

Afrika’ya bilgiyi veren balıkçı Deniz Yüksel Özatınç anlatıyor:

“Sahil güvenlik bu yasak avlanmaya müdahale ettiğini söyler ancak etmez… Geçen defa gelen gemileri GPS’lerden tespit edip bildirdik… Bir uyarı yapıldığını söylediler, cidden de radardan çıktıklarını tespit ettik. Avlanmaya çıktığım zaman bir de ne göreyim, hâlâ avlanıyorlar… Bir tanesine yaklaştım ve radarda görülmediklerini söyledim. Oradaki şahıs bana ‘sahil güvenlik bizi uyardı ve GPS’lerimizi kapatmamızı söyledi’. ‘O halde avlanalım dedi’. ‘Çünkü Kıbrıslılar bu konuda şikayetçi oluyorlarmış…’ Sahile döndüğümde hemen sahil güvenliği aradım. Bunları anlattım. Telefonda biraz tartıştık… Madem ki bu görevi yapamıyorsunuz ve yapmak istemiyorsunuz, geldiğiniz yere dönün dedim… Ardından da bir hafta sonra polis bana dava okudu. Sahil güvenliği taciz ve rahatsız etmişim diye”…

2001 tarihli protokolün ‘KOMİSYON’ başlığı altındaki 6. maddesinde şöyle deniyor:

‘‘(…) KKTC sularında avlanacak TC balıkçı gemilerinin sayısı ve adlarını, balıkçıların KKTC sözleşme yapacakları balıkçıları, şirket veya kooperatifleri tesbit etmek, avlanılan ürünlerden KKTC tarafına verilecek pay veya ödemelerin esaslarını belirlemek, avcılığa ilişkin diğer düzenlemeleri yapmak ve gelişmeleri değerlendirmek üzere bir komisyon kurulur.

Komisyon TC Tarım ve Köyişleri Bakanlığından iki, KKTC Tarım ve Orman Bakanlığından iki ve TC Dışişleri Bakanlığından bir yetkili temsilcinin katılımı ile oluşur.

Komisyon ilk toplantısını TC’de, bu protokolün imzalanmasını müteakip 30 gün içerisinde yaparak, yukarıda ifade edilen hususları belirler. Gerektiğinde, komisyon karşılıklılık ilkesi çerçevesinde, yeni toplantılar yapabilir.

Komisyon, bu toplantılarına, bilgi ve görüşlerini almak üzere ilgili bilim adamlarını, balıkçı, özel sektör, sivil toplum kuruluş temsilcilerinin katılımını sağlar.

Komisyon kararlarını konsensüs ile alır ve bu kararlar, TC Tarım ve Köyişleri Bakanı ile KKTC Tarım ve Orman Bakanı’nın onayını müteakip yürürlüğe girer’’…

Daha önce yazıp birçok kez sorduk bu ‘komisyon’un ve taksimatın akıbetini. Her zaman olduğu gibi cevap verilmedi…

Aristoteles’in “Eşitlik olmadan mübadele, ortak bir ölçü ile ölçülebilme olmadan eşitlik olamaz” ilkesinden yola çıkarsak, eşit olmayan iki taraf arasında imzalanan bu balıkçılık protokolüne göre ‘mübadele’ yani denizden çıkan ‘ganimet’in taksimatı gerçekleşmedi. Gerçekleşmesi de kurulu sömürgeci düzende mümkün değil!

Çünkü düzen 1’e 500-600 kazanmak üzerine kuruludur.

‘‘Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Türkünün haklarını koruyoruz’’ diye Mavi Vatan nutukları atan Türkiye’nin kurduğu sömürge rejimidir bu.

Devletin yoksa ne denizin dibindeki hidrokarbon yatakları hakkında, ne denizden çıkan balıktan ne de üstünden geçen uçaktan hesap sorabilirsin…

Kıbrıs Türk toplumunu devletsizleştirerek sömürgeleştirdiler.

Denktaş’ın dediği gibi, ‘‘Allah kimseyi devletsiz bırakmasın’’; devlet kuruyorum diye Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki devlet ortaklığını Rum toplumuna hibe edenlere de akıl fikir versin! Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki ortaklık haklarımızı ‘yama’ olmak sayanları da ıslah etsin!

24 Haziran 2020 tarihli gazetemizde ‘Günlük’ köşesinde vatandaşın şikayeti aktarılıyordu:

‘‘Gazetemize şikayette bulunan vatandaşlar, çoluk çocuk kumsalda, Dipkarpaz’da kaplumbağacılar plajında otururken 10’u aşkın trol ve gırgır teknesinin kıyıya 100 metreye kadar yaklaştığını, korkup kaçtıklarını bildirdi… ‘Savaşa gelir gibi geldiler’ diyor vatandaş… Gemiler karaya o kadar yaklaştı ki, biraz daha karaya çıkacaklar’’…

Evet, vatandaşımız haklı, savaşa benzer trol-gırgır balıkçılığı, hem doğayla savaşır hem de Kıbrıs halkının egemenliğiyle…

(14 Kasım 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author