
Aziz Şah – Protokolleri yazmamdan sıkılmışsınızdır muhtemelen, haklısınız, çünkü ben de sıkıldım!
Yazacak onca şey varken ‘sömürge protokolle yönetilir’ deyip duruyorum. Yapacak bir şey yok, başkaları yazmayınca, bize yazmak düştü, kör göze parmak!
Çünkü sömürge protokolle/kararname ile yönetilir.
‘Sandığa giderek seçtiğiniz’ yüce KKTC Meclisi’nde oturan ‘milletvekilleri’ yönetmiyor Kıbrıs’ın kuzeyini…
‘KKTC Meclisi’ bir yasama organı değildir. İşgal rejiminin sömürgeci kararnamelerini geçirdiği bir korniştir. Üstüne perde takılır. Faşistler gazete binası taşlar, gazetecileri linç eder, yakmaya çalışırken kornişin perdesinin aralığından bakılır…
12 Eylül Darbesi’nin eseri olan ‘‘KKTC anayasasını savunmak görevimizdir’’ diyen KKTC’ci ‘solcular’ın zannettiği gibi ‘anayasa’ ile idare edilmiyor burası.
Çünkü protokoller anayasadan üstündür!
KKTC anayasasında 90. Madde’ye göre Türkiye ile imzalanan anlaşmalar / protokoller “KKTC anayasası”na aykırı olsa bile yasa hükmünde sayılarak Anayasa Mahkemesi’ne götürülemez. Sömürgeci her ayrıntıyı düşündü!
Olur da hukuki yolla birileri mücadele etmeye kalkarsa diye ‘hukuki olarak’ yolu kapattı KKTC anayasasının mimarı sömürgeci ırkçı Profesör Mümtaz Soysal!
Misal, imar planlarında bir ‘ara emri’ alınabiliyor; ancak protokoller sömürgeci kelamı olarak ‘anayasa’dan üstündür, ara emri ile durdurulamaz!
‘Anayasaya aykırı’ protokolleri yargılayamayan bir anayasayı; Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Kıbrıslılara karşı yürütülen kansız soykırım için dağıtılan binlerce vatandaşlığı düşüremeyen bir anayasayı; egemenliği yabancı bir ordunun askerine devreden bir anayasayı ‘‘savunmak görevimizdir’’ diye açıklama yapan ‘sol’, deli gömleğini takım elbise zannederek sömürge işbirlikçileri mezarlığında ıslık atarak gezer…
1960-63 arası kısa süreli kendi kendini yönetme şansını değerlendirmeyip Cumhuriyet’i Rumlara bırakırken başladı ‘protokoller’ devri.
BEY (Bayraktarlık-TC Elçiliği-Yönetim) tarafından idare edilen toplum 1974’ten sonra Üst Koordinasyon Kurulu (TC Elçisi ve TC’li iki General) tarafından idare edildi. Yapılan anayasa ve kurulan her sandık bu Askeri Rejim için ‘rıza’ üretir.
Sömürgeci ‘‘Hiçbir şeyi zorla yapmadık, kendi rızalarıyla sandıkta onayladılar, sandıktan çıkanlar da masada imzaladılar’’ diyecek hesap soran çıkarsa!
Bunca senedir protokolleri araştırırım. Hiç somurtarak protokol imzalayan işbirlikçi görmedim…
Arşivdeki ilk protokol 1976 tarihli görünür. Elektrikte Teknik Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşması. Halbûki ilk anlaşma işgalden 7 ay sonra 1975’te imzalandı. 2011’e kadar da gizlendi…
İlk protokol Kıbrıs’ın kuzeyini kolonileştirmek için nüfus taşıma protokolüdür…
Kıbrıs’ın kuzeyine sömürgeci yerleşimci nüfusu taşımak için Şubat 1975’te imzalanan ‘Tarımsal İşgücü Protokolü’nden beri TC ile ‘alt-yönetim’i arasında protokoller imzalanır. Her protokol bir diğerinin devamıdır…
Nüfus protokolü, elektrik protokolü, ekonominin uyumlulaştırılması protokolü diye arka arkaya ilhak belgeleri imzalandı…
1975’te imzalanan protokol 2011 senesine kadar gizli kaldı. Çünkü etnik arındırma (temizlik) ile Kıbrıs’ın kuzeyinden zorla sürülmüş yerli halkın evlerine, arazilerine, mallarına ve topraklarına yabancı bir nüfusun taşınması savaş suçudur. Türkiye yaptığının suç olduğunun gayet bilincindeydi. Savaş suçunun gizlenmiş imzalı delili 2011’de çıktı ortaya.
Her bir protokolün amacı Kıbrıs’ın kuzeyini Türkiye ile uyumlulaştırma, aynılaştırma ve entegrasyondur.
Nüfus, elektrik, ekonominin uyumlulaştırılması 1974’ten beridir sürüyor. Protokol protokolü kovalıyor.
Elementlerimize toprak (nüfus), ateş (elektrik), hava (ekonomi) dediğimizde, dördüncü element ‘su’ da Su Protokolü’dür!
Erdoğan’ın ‘Asrın Projesi’ dediği boru hattı ile Kıbrıs’ın su kaynakları TC Devlet Su İşleri aracılığıyla ‘entegre’ edildi. Massedildi. Yutuldu.
Su protokolünü eski bıyıklı devrimcilerden Ömer Kalyoncu ile Osmanlıcı fantezileriyle Ortadoğu’ya ateş salan ‘sıfır komşucu’ Ahmet Paşa (Davutoğlu) imzaladı…

Su protokolü dendi mi iki fotoğraf çıkar karşımıza:
Biri, imza töreninde gülümseyerek tokalaşan CTP’li Kalyoncu ve AKP’li Davutoğlu…
Diğeri ise, boru hattı projesinin açılış töreninde:
Fotoğrafta Tahsin Ertuğruloğlu, Ömer Kalyoncu ve Mustafa Akıncı yan tarafa bakıyorlar…
Karşıya bakanlar ise 1974 gazileri, Recep Tayyip Erdoğan, Sibel Siber, Derviş Eroğlu ve Derinya linçinin aktörlerinden Kenan Akın…
Her seçim zamanı aynı şeyi yazarım: Seçim tek liste, tek partidir!
Siz gider ‘solcu’, ‘devrimci’, ‘feminist’, ‘temiz’, ‘federalist’ falan filan feslikan diye oy vermek için bahaneler uydurursunuz kendinize. Onlar da gider tecavüzcüsü, linççisi, katili, hırsızı, peşkeşçisi, devletlû, savaş suçlusu ve her cinsten kahraman ve şarlatan omuz omuza aynı fotoğrafa girer. Aynı kurdelenin başına dizilir. Aynı protokole el kaldırır. Hepsinin ayakları çorbamıza girer. Siz de bahane arar durursunuz kendinize…
Çünkü sömürgecilik bir sistemdir. Irkçılık bir sistemdir. Irkçılık, sömürgecilik ve sömürgeci ırkçı rejim kurumlarla çalışır. Kişiler teferruat bile değil. Kurumları ve onların bağlı olduğu tüzükleri, yasaları ve kararname olarak ‘protokoller’i kavramadan sömürgeci sistem anlaşılamaz.
Karagözün perdesi işgalcinin kukla meclisinde alınmıyor bu kararlar. Sömürgeci kararname olarak protokollerin ‘anayasaya aykırılığı’ bile sorgulanamıyor!
Sömürgecilik analizidir bu yaptığımız. Devrimci teori olmadan pratik olamaz. Sömürgeciliği analiz etmeden de onunla mücadele edemezsiniz. ‘Mış gibi’ yaparsınız! Bu sebeptendir yarım asırdır hiçbir mücadele sorunun kaynağını menzil seçmedi kendine bu topraklarda…
Hukuki-ticari sözleşme dilinin içine gömülmüş protokolleri okumak sıkıcıdır. İnsan boş zamanında Dostoyevski, Tolstoy, Yaşar Kemal okumak ister…
Kim boş zamanında ‘kira kontratı’ belgesi okur ki!
İşte bu protokoller, kararname oldukları kadar işgal rejiminin kukla mahkemelerinin feshedemediği ucu açık ‘kira kontratı’dırlar da!
Protokol metinlerinin kendisi ve satır aralarındaki detaylar Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki işgaline ‘kılıf’tır. Kıbrıslı ise protokol dendi mi ‘memur maaşı ödemesi için gelen para’ zanneder sömürgeleşmiş besleme bilinci ile…
Kıbrıslı besleme olmadığını, besleme değil besleyen olduğunu anlamadı; protokollerle mali esaret altına alındığını, imzalanan her protokol ile bir neslin daha geleceğinin rehin verildiğini anlamadı. Anlamadı çünkü anlasa ayağa kalkacak. Kalkmak zorunda kalacak…
Kıbrıslı bir de yargısının bağımlı olduğunu anlamadı. Kıbrıslının kendi kendisine söylediği en yaygın yalandır ‘yargı bağımsızlığı’…
Tayyip Erdoğan’ın ‘‘Kıbrıs Türk Anayasa Mahkemesi’’ne hakaret etmesi ve ayar çekilmesi için talimat vermesi Kıbrıslının reaksiyoner bir şekilde bağımsız olmayan yargının ‘bağımsız olduğu’na inanması için yeterli: Çünkü Kıbrıslı akılla değil, anlık duygu patlamaları ve etki-tepki ile hareket eder. Tahlil, plan, program(atik), strateji ve örgütlenme bilmez!
‘Yargı bağımsızlığı’ konusunda ibret olması açısında Hindistan’da yerli halkın suyun özelleştirilmesine karşı açtığı davada mahkemenin verdiği karara değinelim. Çünkü TC sömürgeciliği Kıbrıs’ın yerel su kaynaklarına çöker ve suyu özelleştirirken aynı kararı bizim ‘bağımsız yargı’mız veremedi!..
Hindistan’ın Plachimada köyünde yerel halkın suyunu çalan, kirleten, tarım alanlarının su kaynaklarını yok eden Coca Cola’ya karşı kadınlar mücadele başlatır. Coca Cola suyu bol bir bölgede su kıtlığına neden olmuştur. Yerli kadınların başlattığı su mücadelesi küresel ölçekte yankı bulur. Sonuçta yerel Köy Konseyi Kerela Yüksek Mahkemesi’ne başvurur. Coca Cola’ya karşı kamu menfaati davası açılır.
Yargıç Balakrishnana Nair 16 Aralık 2003’te su özelleştirilmesine karşı aldığı kararda şöyle der:
-‘‘Kamu vakfı doktrini, esas olarak, hava, deniz, su, orman gibi belli kaynakların, tüm insanlar üzerinde önemli etkilere sahip olmalarından ötürü, özel mülkiyete konu olmalarının tamamen gayri meşru olacağı ilkesine dayanır. Sözü edilen kaynaklar doğanın birer lütfu olduklarından, konumlarından bağımsız olarak her insanın özgürce erişimine açık olmalıdırlar. Kamu vakfı doktrinine göre, hükümet bu kaynakların özel mülkiyete konu olmasına ya da ticari amaçlarla kullanılmasına izin vermemeli, bunları genel kamunun yararlanması için korumalıdır…
İngiliz örfi hukukunu temel alan hukuk sistemimiz, kamu vakfı doktrinini içtihadının bir parçası olarak içermektedir. Devlet, doğaları gereği kamunun kullanması ve yararlanması amacına hizmet eden bütün doğal kaynakların vasisidir. Genel kamu, deniz kıyılarının, akarsuların, havanın, ormanların ve ekolojik açıdan hassas konumda olan toprakların kullanım hakkına sahiptir. Vasi olarak devlet, doğal kaynakları korumakla hukuken yükümlüdür. Kamu kullanımına hizmet eden bu kaynaklar, özel mülkiyete dönüştürülemez’’…
Hindistan ve Kıbrıs, iki eski İngiliz sömürgesi, benzer içtihatları var, Hindistan bugün bağımsız olduğu için bu kararı alabilirken Yüksek Mahkeme, Kıbrıs’ın kuzeyi işgal altında olduğu için aynı karar alınamıyor!
Hindistan’da Kerela Yüksek Mahkemesi’nin aldığı bu kararı Lefkoşa’da duvarında aslan arması olan İngiliz’den kalma sarı taş binadaki Yüksek Mahkeme alamaz. Çünkü TC-KKTC protokolleri “uluslararası anlaşma” kabul edilir. Halihazırda 90. Madde’ye göre Türkiye ile imzalanan anlaşmalar/protokoller “KKTC anayasası”na aykırı olsa bile yasa hükmünde sayılarak Anayasa Mahkemesi’ne götürülemez.
Erdoğan buradaki yargı sistemine saldırdığında soldan sağa ‘bizim yargımız bağımsızdır, sizinkine benzemez’ böbürlenmesi boşunadır. Buradaki hukuk sistemi Osmanlı Vakıf hukuku, İngiliz hukuk sistemi, Kıbrıs Cumhuriyeti içtihadı, KTFD-KKTC yasaları ve AİHM içtihadını kapsasa da ‘can alıcı’ noktalar ‘Geçici 10. madde’ ve ‘90. madde’ gibi yasalarla kapatılmıştır.
Çünkü burada bir ‘devlet’ yoktur; işgal rejiminin kalıcılaşmış ‘geçici’ OHAL yönetimi vardır. Doğal kaynakların vasisi kamu adına devlettir diyor Hintli yargıç. Bayrak dikmekle devlet olunamadığı için Kıbrıs Türk Sömürge İdaresi’nin ‘anayasa’sına konan bir madde ile Su Protokolü gibi suyu tekelleştiren ve özelleştiren bir kararname mahkemeye götürülemez.
Sömürgeci TC’nin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile işgal rejiminin paravan ‘Başbakan’ı Ömer Kalyoncu tarafından Ankara’da imzalanan, “Türkiye ile KKTC Hükümetleri Arasında Su Temini ve Yönetimine İlişkin Hükümetler Arası Anlaşması” ile suyumuz tekelleştirildi, özelleştirildi, suyun egemenliğinin devrinin ‘Geçici 10. madde’si imzalanmış oldu.
İşte bu suda sömürgeciliğin yansımasıdır…
(12 Aralık 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)
