İTEM Yasası: Toprağı arsaya, ekmeği betona dönüştüren lanet

Aziz Şah – Badadezin başkenti Elye’nin şairi Feriha Altıok, 1982’de ‘‘Köyümden esen rüzgârlar’’ şiirinde şöyle der:

Ne zaman bir rüzgâr esse

sarısıcak buğday tarlalarından

anamı hatırlarım elinde orağı

gücü yüreği

*

ne zaman bir rüzgâr esse

sarısıcak buğday tarlalarından

çocukluğumu hatırlarım

bir ağacın cılız gölgesinde

hastalanır al al yanarım.

*

ne zaman bir bülbül sesi duysam

sarısıcak buğday tarlalarından

köylümün nağmelerini hatırlarım

tere karışan ağıda kaçan.

*

ne zaman yığın yığın buğdaylar

görsem harmanlarda

ilk isyanımı hatırlarım

emeği bizim bereketi kimin?

kara kara bulutlanır gözlerim.

*

ha yağdı ha yağacak

sarısıcak buğday tarlalarına.

(1982-Elye)

***

1982’den sonra 1983 geldi…

1983’de 1974 işgalinin üstüne bir kukla perdesi çekildi.

‘‘1983’’ Feriha Altıok’un tarla dediği toprağı arsaya çevirdi…

12 Eylül cuntasının eseri KKTC, 1983’te büyük bir ekonomik dönüşümün, dönüşürken çürümenin, toprağın bile kokmasının adıdır.

“KKTC neden kuruldu?” sorusuna her Kıbrıslı üç aşağı beş yukarı, ‘‘Denktaş Kıbrıs Türk Federe Devleti anayasasına göre sadece 2 kez arka arkaya başkan seçilebilirdi. Ölene kadar başta kalabilsin diye KKTC kuruldu’’ der…

Denktaş’tan daha önemli faktörler vardı bu dönüşümü tetikleyen. ‘‘Federe Devlet’ten KKTC’ye geçerken ne değişti?’’ diye bakarsak anlarız. Profesör Tarık Zafer Tunaya’nın dediği gibi ‘‘Her Anayasa değişikliği bir iktisadi dönüşüme denk gelir’’, KKTC’den KTFD’ye dönüşüm de ekonomi-politik bir dönüşümdür.

12 Eylül’ün Türkiye’de sopa zoruyla başlattığı dönüşüm, Kıbrıs’ta 12 Eylül cuntasının kurduğu KKTC’nin anayasası ile sağlandı. Sopanın yaptığını anayasa ile yaptılar!

İşin ironisi, Türkiye’de ‘‘Yetmez ama Evet’çileri’’ Kenan Evren’i yargılayacağız diye kandıran Erdoğan istibdadı gibi, Kıbrıs’ta da Evren cuntasının Büyükelçisi Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin anayasası değişmeyecek diye dönemin ‘‘Yetmez ama Evet’çi’’ solcularını kandırdı…

İsmail Bozkurt TC Elçisi tarafından aldatıldıklarını ve KKTC ilan edilirken Federe Devlet anayasasına nasıl darbe yapıldığını anlatmıştı. Ona göre, ‘sol’a karşı yapılıyordu bu anayasa değişikliği. Tabii, Evren’in eteğini öpen ‘sol’a ne kadar sol denirse…

KKTC’nin 35. kuruluş yıldönümünde konuşan İsmail Bozkurt, TC Elçisinden Türkiye’nin Federe Devlet anayasasının korunacağı garantisini aldığını söyleyerek ‘bizi kandırdılar’ demişti…

Bozkurt, Federe Devlet anayasasının korunacağı konusunda nasıl kandırıldıklarını şöyle anlatır:

-“İsmet Kotak beni aradı, ‘TC Elçisiyle görüş, bir kahvesini iç’ dedi… Elçiye gidip konuyu açtım ve ‘Türkiye bunun neresinde’ diye sordum… Büyükelçi ‘TC sizin bağımsız devletinizi ilk ve derhal tanıyan ilk devlet olacak’ dedi. ‘Türkiye ile birlikte mi yapılıyor bu iş’ diye sordum. Hiçbir yanıt vermedi… Bir de ‘Bu akşam yemeğiniz var. Belli ki bunu konuşacaksınız. Yemekten sonra istediğiniz vakit bana gelebilirsiniz’ dedi… Yemekten sonra yine elçiye gittik ve endişelerimizi yineledik. Ondan Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’nın da garantörü olacağı güvencesini aldım… Nitekim ertesi gün okuduğumuz bildirgede bize göre sıkıntı yaratacak bir şey görmedik ve bastık imzayı. Ve genel kurulda ayağa kalkarak oy birliğiyle KKTC’yi ilan ettikten sonra Denktaş çıkıp da, ‘Sizi yeni Kurucu Meclis’in üyeleri olarak selamlıyorum’ dediği anda şok oldum… Elçi Anayasamızın garantisi olacağı sözünü tutmamıştı. Aldatılmıştık!”…

İsmail Bozkurt, Kenan Evren’e gidişlerini de anlatıyor:

-‘‘Denktaş sürekli Anayasa’yı eleştirip, fazla hak ve özgürlük verildiğini savunuyordu. Başkanlık sistemine geçmekten söz ediyordu. En önemlisi, 1981 seçimlerinden sonra, Denktaş’ın çok önemli bir beyanatı vardı: Sol güçlendi, tedbir almamız lazım. Yani bize yönelik tedbir almasını bekliyorduk. Ne alabilirdi? Partilere kısıtlama getirebilirdi. Türkiye’deki 80 darbesinin de etkisi vardı tabii ki. Nitekim 15 Kasım’dan hemen sonra bir heyet Türkiye’ye gittik. Sırasıyla Başbakan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve Kenan Evren ile görüştük. Evren’e gittiğimizde ben söz alıp, kaygılarımızı dile getirince ‘Bilirim bilirim ben sizi! Askeri çekeyim oradan da görürsünüz’ yanıtını aldık. Ne demek istediğini ve konuyla ne alakası olduğunu anlayamadık… Oraya gidene kadar bir umudum vardı ancak bu görüşmeden sonra o da bitmişti… Seçilmiş bir meclis vardı ve Kıbrıs Türk halkının seçilmiş temsilcileri devlet ilanı kararı aldıktan sonra siz onları bir kenara bırakıp, kurucu meclis oluşturuyorsunuz. Bunun mantığı yoktu. Bu resmen darbeydi’’…

Türkiye’de devrimciler işkence tezgâhlarında öldürülürken, idam sehpalarında asılırken, Diyarbakır Cezaevi Kürtlerin Auschwitz’ine dönüşmüşken, kendine ‘Kıbrıs Türk solu’ diyenlere Evren’in ayağına gidip minnet etmek kalmıştı.

Bugünkü ‘‘KKTC’ci solun’’ karakteri de Kenan Evren’in ayağına gidenlerden geliyor. O gün onlar kuruluşuna ‘evet’ dedikleri KKTC’nin şokunu yaşıyordu; Kıbrıslıların iradesine darbe yapıldığını iş işten geçtikten sonra anladılar; bugünküler ise 12 Eylül cuntasının kurduğu bu işgal rejimini reforme edebileceklerini, demokratikleştirebileceklerini, ‘ev’in içini temizleyemezlerse de pencereleri açıp havalandıracaklarını söylüyorlar: ‘Ev’ olarak gördükleri işgal rejimini yıkmayı değil, duvarlarını beyaza boyamayı tartışıyorlar…

İşte bugünkü KKTC’ci sol Kenan Evren’in ayağına gidenlerin izinde yürüyor. Aynı yolu yürüyenler de farklı yere varamazlar!

İşte bugün KKTC meclisinde yasa yapıp panjurları pembeye boyayalım diyenler gibi, o gün de ‘anayasa’ tartışması yaşanıyordu…

Bozkurt anlatıyor:

‘‘(TKP olarak) Endişemizden dolayı, temel politikamızı, Anayasa’yı değiştirtmemek üzerine oturttuk. Yani biz tanınma istenecekse, devletin adını ve Anayasa’yı değiştirmeden tanınma istenmesinde ısrarlıydık. İlan tarihi belli olduktan sonra partideki tartışmalarda da çeşitli fikirler atıldı ortaya ama ana düşünce Anayasa’mızı kurtarmaktı.

Anayasa yapılırken komitede, cumhurbaşkanlığı iki dönemle sınırlansın diye öneri gelince, ‘Aman sınırlamayalım çünkü sınırlarsak bir darbe daha yapar, bir kurucu meclis daha oluşturulur’ diye espri yaptım.

Neticede Anayasa’da korktuğumuz kadar değişiklik olmadı yani 1960 Anayasası’ndan çok fazla geriye giden bir şey ortaya çıkmadı ama çok uzayan geçiş dönemi demokrasi açısından çok sakıncalıydı. Anayasa yapıldıktan sonra hemen seçime gidilmesi gerekirdi ama seçim birkaç kez ertelendi. Kurucu Meclis’e karşı çıktık. Anayasa’nın değişmesine karşı çıktık. Kurucu Meclis oluşunca Anayasa’nın en iyi şekilde olmasına çalıştık. Anayasa çıkınca da bir an önce normale geçmesini istedik. Normale geçmesinden sonra bir an önce seçime gidilmesini istedik.  Böyle kademe kademe verdiğimiz bir mücadele var’’…

Bozkurt’un ‘‘kademe kademe mücadele’’ dediği parlamenter dalkavukluk sonucunda çok önemli iki değişiklik yapıldı Anayasa’da. Denktaş’ın seçilip-seçilememesinden çok daha hayati iki değişiklik!

Denktaş öldü ancak Federe Devlet’ten KKTC’ye geçerken yapılan değişiklikler ayağımızda pranga olarak duruyor:

Birincisi, Federe Devlet anayasasında Geçici 10. Madde yoktu. KKTC anayasasına onu ekleyip İtfaiye Teşkilatımızı bile Ankara’ya bağladılar…

Kutlu Adalı cinayeti için ‘‘KKTC meclisi’’nde kurulan araştırma komitesine çağrılan dönemin ‘Kıbrıslı’ Polis Genel Müdürü ‘‘Ankara’ya bağlıyım size ifade vermem’’ diyecek kadar küstahlaşabildi bu sayede. Polisin İçişleri Bakanlığı’na bağlanması CTP-DP Hükümet Programı’na girdi sonra, ancak hayata geçemedi. En sonunda da Tufan Erhürman ‘‘Polis askere, asker başbakanlığa, dolayısıyla polis bana bağlıdır’’ diyerek aklımızla dalgasını da geçti…

Federe Devlet’ten KKTC’ye geçerken yapılan ikinci anayasal değişiklik bütün Kıbrıs’ın kaderini değiştirdi:

Federe Devlet anayasasında mülkiyet hakkı kutsaldı, Rumların mallarına tapu verilemez, alınıp satılamazdı. KKTC anayasasında bu değişti. CTP’ye yaptırılan İTEM yasası ile de Kıbrıs sorununa yeni bir boyut yaratan “mülkiyet sorunu” ayağımıza zincir olarak vuruldu…

İTEM’in yarattığı mülkiyet sorununun finansal ve uluslararası hukuki boyutu çevresel boyutun yanında devede kulak kalır. İTEM rantı ile yaratılan ekolojik kırım, çevre felaketi, tarım ve orman arazilerinin yok edilmesi, dağların taş ocağına çevrilmesi, kıyıların yağması, zeytin ve harnıp kırımının sonuçları matematikle hesaplanamaz. CTP rengini kırmızıdan yeşile dönüştürürken Kıbrıs’ın yeşilini yok etti!

Denktaş’ın sonsuza dek başta kalmasından da Geçici 10. Madde’den de büyük belalar yarattı mülkiyet konusu: Ekonomik ve ekolojik boyutu bir yana, Kıbrıs’ın sonsuza dek bölünmüş olarak kalması için demografi mühendisliğinin maddi temellerini oluşturdu. Evrensel bir insan hakkı olan mültecilerin eve dönüş hakkını imha etmek için tasarlandı. Rum mültecilerin bir daha kuzeye dönememesi için yaratıldı bu sorun ‘anayasa değişikliği’ ve İTEM yasası ile…

Yani, işgal rejiminin ‘yasal mevzuatı’ işbirlikçi sola yaptırıldı…

İsmail Bozkurt’un ‘‘Neticede Anayasa’da korktuğumuz kadar değişiklik olmadı’’ dediği Federe Devlet’ten KKTC’ye geçerken değiştirilen anayasa ekonomi politiği, demografiyi ve ekolojiyi toptan dönüştürdü; Kıbrıs sorununu, çözüm olanaklarını ve Kıbrıslıların insani ve sınıfsal niteliğini bütünsel olarak yıkıma uğrattı.

“Mülkiyet” kelimesinin bu kadar sorun barındırdığı başka bir coğrafya yoktur…

Bugün ganimet diye bildiğimiz mülkiyet sorunu belasını yaratan Kıbrıs Türk Federe Devleti’nden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne geçişteki anayasa değişikliği KTFD Anayasası’nın 129’uncu maddesinin kaldırılmasıdır. CTP’nin yaptığı İTEM yasası ile de 20 Temmuz 1974’ün nihai hedefine giden yolun taşları döşendi:

“KTFD ANAYASASI MADDE 129

Kıbrıs Türk Toplumunun mülkiyet hakkı:

Kıbrıs Türk Toplumu adına, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin sahiller, ormanlar, meralar, parklar, su kaynakları ve madenler gibi devletin hüküm ve tasarrufunda bulunması gerekli doğal kaynaklar ile, arsalar, savunma alanları ile anıtlar, kamu hizmetlerinde olan binalar ve tesislerle, yasanın sahipsiz taşınmaz mal olarak nitelendirdiği, taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkı saklıdır. Bu hak Anayasa’nın herhangi bir kuralına bakılmaksızın gerçek veya tüzel kişilere devredilemez”…

Rumlardan kalan hiçbir taşınmaz mala Federe Devlet anayasasına göre koçan verilemezdi, sadece tasarruf belgesi verilirdi. Aynen bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türk malı tutan Rumlara koçan verilmediği gibi.

Bu maddenin değiştirilerek koçan verilmesiyle, Rum malları milyon Sterline satılmaya, toplum çürümeye, şehirler betonlaşmaya, doğa yok edilmeye, müzakere masasında da “mülkiyet sorunu” dosyaları birikmeye başladı…

Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti Rumlara, ‘‘Size Kıbrıslı Türklerin mallarının koçanını vermiyorum, çünkü geri döneceksiniz, kuzey sizin yurdunuzdur, yurdunuzun işgal altında kalan bölgesini unutmayın, savaşta evinden yurdundan sürülenlerin geri dönüş hakkı evrensel insan hakkıdır’’ diyor…

Bugün Kıbrıs’ın kuzeyindeki işgal rejimi ise Kıbrıslı Türklere, ‘‘Size Kıbrıslı Rumların mallarının koçanlarını veriyorum, çünkü geri dönmeyeceksiniz, güney sizin yurdunuz değil, KKTC’dir sizin yurdunuz; güneyde kalan topraklarınızı, anılarınızı, evlerinizi, bağlarınızı bahçelerinizi unutun; insan hakkı tanımayız biz, kanla aldık fethettik’’ diyor…

Bugün badadezden, buğdaydan, undan, sudan, topraktan, tarımdan bahsedecektim; ama gene yazı beni yazdı, ben yazıyı yazamadım. Memleket öyle bir ahvalde ki ‘toprak’la ‘arsa’nın farkını anlatmak zorunda kalıyoruz. 

Madem ki toprak ve ülke gerçeğinin şairi Feriha Altıok’la başladık yazıya, onunla bitirelim:

“Ölüm alçaktan uçarken üstümden

sana yazmak istedim

iyi bak kendine ve yurdumuza

öyle kayıtsız geçme

Kermiya Kapısı’ndan

kayıtlı geçme

nasıl derler ya:

yurdumuzun diğer yarısına!”

(26 Aralık 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author