Aziz Şah – Kızıl Ordu Başkomutanı Leo Davidoviç Trotskiy Odessa’lıydı…
Bolşeviklerin içinde en “kozmopolit” varsayılan, “yersiz yurtsuz” kabul edilen, “köksüz” bir göçebe olarak görülen oydu.
Sonradan Kızıl Ordu’yu kuracak, Petrograd Sovyeti başkanlığı yapacak ve Ekim devriminin iki liderinden biri olacak olan Genç Trotskiy’nin hali geliyor gözümün önüne ne zaman Odessa’nın adını duysam!
Trotskiy’nin Paris’i gördüğünde ne dediğini bilir misiniz?
-“Tıpkı Odessa, ama Odessa daha iyi…”
Lenin’in talimatı ile bir gün Trotskiy Sibirya’dan saman balaları altında bir at arabasıyla kaçmak için yola çıkar, Londra’ya varır…
Sabahın kör karanlığında Lenin ve Krupskaya’nın kaldıkları evin kapısını kırarcasına çalar…
Kapıyı Krupskaya açar ve bizim Trotskiy Lenin’in yatak odasına dalar. Yatağının ucuna oturur ve anlatmaya başlar memleket havadislerini…
Lenin Trotskiy’e Londra’nın tarihi anıtlarını göstermek ister…
Lenin’in kendisine neden “tur rehberliği” yapmaya çalıştığını anlamaz bizim Trotskiy…
Bana ne Londra’nın saatlerinden, meydanlarından, saraylarından havasındadır. Aklında olan tek şey Marksizm ve yaklaşan devrim. Kaba saba, hoyrat, el yordamı ile bir gözü açık iş yapan bir adam da değil Trotskiy. Edebiyat ve sanat eleştirmenliği ile ün salacak kadar titiz ve mahirdir. Ama ne Paris ne Londra başını döndürüyor. Paris’e bakıp Odessa’yı görüyor Yahudi çiftçinin oğlu…
“Rusya’yı anlamazsınız, sadece ona inanırsınız” demiş Puşkin.
Faize Özdemirciler de “Kıbrıslı olmak bir histir” demiş…
Sömürgeci ve büyük uluslarda ‘yurtseverlik’ (sosyal şovenizm-savaş çığırtkanlığı) dediğimiz şey bu inanca ve hissiyata aykırıdır.
Yurtseverlik başladığı anda hisler ve inanç bitiyor, kör kütük bir sarhoşluk başlıyor. Yurtseverlik başladığı anda savaş bütçesi için eller havaya kalkıyor. Savaş sarhoşluğu, ezen ulus olma sarhoşluğu, üstünde hakimiyet kurduğu halkların gururuyla oynayan bir sarhoşluk…
Mesela, Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko’nun Ukrayna iç savaşının başında söylediği şu sözler sarhoşluktan değil mi?
14 Kasım 2014’te kamuoyuna açık bir toplantıda şöyle demişti:
-‘‘Bizde (Batı Ukrayna) çocuklar okula, yuvaya gidiyorlar, onlar (Doğu Ukrayna) da bodrum köşelerinde oturacaklar. Çünkü hiçbir şey yapamayacak durumdalar. İşte böyle, tam da böyle kazanacağız bu savaşı…’’
Bu yüzdendir ki Trotskiy liberalleri aşağılarken “Yurtseverlik sarhoşluğunuza hâlâ devam edebilirsiniz” diyor…
Trotskiy Londra’ya gitmeden önce yazdığı “Slavcılığın köpekbalıkları” başlıklı yazıda şöyle diyor:
“Ey Rus yurttaşı, resmi Slavcılığın emniyet supabı yeniden açılmaya başlıyor ve böylelikle içerdeki kıpırdanışlar için bir kanal bulunmaya çalışılıyor. Yirmibeş yıl önce olduğu gibi (1878’deki Türk-Rus Savaşı) yine gazetelerin yurtseverlik malzemesi arşivlerinden indiriliyor. Pan-Slav kardeşliği yeniden çan sesleri arasında ortaya dökülüyor.”
Burada Trotskiy’nin Lenin’in 50. yaş günü vesilesiyle yazdığı ve devrimden iki buçuk sene sonra 23 Nisan 1920’de Pravda gazetesinde yayınlanan yazıya değinmek gerek.
Dünya tarihinde eşi benzeri yoktur Ekim Devrimi’nin ve Lenin’in. Çünkü beş ayrı ulusa bağımsızlık hakkını (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) tanıyan ne başka bir devrim var ne de başka bir lider!
Vladimir Putin’in Lenin ve Ekim Devrimi düşmanlığı da tam olarak buradan gelir. ‘Ezen bir ulus’ öncülüğünde yapılan bir devrimin yarattığı eşitlikle diğer uluslara tanıdığı ‘bağımsızlık hakkı’nadır Putin’in garezi. İlk kez de Ukrayna harekâtından önce dile getirmedi bu sözleri. Neredeyse Ekim Devrimi’nin her yıl dönümünde Ekim’i ve Lenin’i karalar Putin.
Yahudi çiftçinin oğlu Odessalı Trotskiy, ‘çok bilge bir mujik’ (Rus köylüsü) diye tanımladığı Lenin’in enternasyonalizmini şöyle anlatır:
‘‘Lenin’in enternasyonalizminin kimsenin övgüsüne ihtiyacı yok. Ama Lenin kendisi aynı zamanda köklü biçimde ulusaldır. Kökleri derinlemesine modern Rus tarihine bağlıdır, o tarihi kendi içine çeker, ona en yüksek ifadesini kazandırır ve tam da bu biçimde uluslararası eylemin ve dünya çapında etkinin en yüksek düzeylerine ulaşır.
Lenin’in “ulusal” bir şahsiyet olarak nitelenmesi ilk bakışta yadırganabilir, ama özünde bu tespit son derecede doğaldır. Rusya’nın bugün yaşamakta olduğu, halkların tarihinde eşi benzeri olmayan böyle bir devrime önderlik edebilmek için, çok açıktır ki, insanın halkın en derin köklerinden kaynaklanan temel güçleriyle çözülemez, organik bir bağı olması gerekir.
Lenin Rus proletaryasının cisimleşmiş halidir: Bu proletarya genç bir sınıftır, tarihi Lenin’in kendisinin yaşından pek az eskiye gider; ama köklü biçimde ulusal bir sınıftır, çünkü Rusya’nın bütün geçmiş gelişmesi onda özetini bulur, Rusya’nın bütün geleceği onda yatar, Rus ulusu onunla yükselecek ya da çökecektir. Sıradan ve basmakalıp olandan arınmışlık, sahtekârlıktan ve teamülden arınmışlık, düşüncede kararlılık, eylemde cüret (asla gözükaralığa dönüşmeyen bir cüret), işte Rus işçi sınıfının ve onunla birlikte Lenin’in özellikleri’’…
Lenin Rus’tu, köklerini Rusya toprağına salmıştı.
Trotskiy Odessalı bir Yahudiydi. Odessa’nın bugünkü kozmopolitizmi imparatorluklar çağının ticaret merkezi olmasından ileri gelir. İmparatorluk zamanının İzmir’i ve Selanik’i gibi…
2014’ten beridir Ukrayna’da süren iç savaş Odessa’nın bu renkliliğini kahverengiyle boyamak için yürütülen bir savaştır. Ne yazık ki Ukrayna burjuvazisi tarihi tekerrür ettirmektedir…
22 Nisan 1939’da yazdığı ‘Ukrayna Sorunu’ başlıklı yazısında Trotskiy şöyle der:
‘‘Ukrayna, ulusal kurtuluş mücadelesinin yanlış yolları konusunda özellikle zengin ve deneyimlidir. Bu alanda her şey denendi: Küçük burjuva Rada ve Skoropadski ve Petlura ve Hohenzollern’lerle “ittifak” ve İtilaf Devletleri ile kaynaşmalar. Tüm bu deneylerden sonra, yalnızca siyasi kadavralar, ulusal kurtuluş mücadelesinin önderi olarak Ukrayna burjuvazisinin fraksiyonlarından birine umut bağlamaya devam edebilir. Özünde devrimci olan Ukrayna proletaryası tek başına yalnızca bu görevi çözmeye değil, aynı zamanda [bu görevin] çözümü için inisiyatif almaya da muktedirdir. Proletarya ve yalnızca proletarya, köylü kitlelerini ve hakiki devrimci ulusal aydınları kendi etrafında toplayabilir.
Son emperyalist savaşın başlangıcında Ukraynalı Melenevski (“Basok”) ve Skoropis-Yeltukhovski, Ukrayna kurtuluş hareketini Hohenzollern generali Ludendorff’un kanatları altına yerleştirmeye çalıştılar. Bunu yaparken de sol söylemlerle kendilerini gizlediler. Devrimci Marksistler bir tekmede bu insanları kovdular. Devrimciler gelecekte de böyle davranmaya devam etmelidirler. Yaklaşan savaş her türlü maceracı, mucize avcısı ve tehlikeli yollar arayanlar için uygun bir atmosfer yaratacaktır. Ulusal sorun dolaylarında özellikle ellerini ısıtmayı seven bu beyler, işçi hareketinin topçu menziline girmemelidir. İster faşist ister demokratik olsun, emperyalizme en ufak bir taviz yok! İster dinci-gerici, ister liberal-pasifist olsun, Ukraynalı milliyetçilere en ufak bir taviz yok! “Halk Cephesi’ne” hayır! Emekçilerin öncüsü olarak proleter partisinin tam bağımsızlığı!’’…
İlk kez geçmiyor Ukrayna burjuvazisi bu yoldan; dün Hohenzollern’lerle ve Ludendorff’larla, bugün AB-ABD sermayesi ve NATO generalleriyle…
Yüzyılın başında Alman emperyalizminin parolasıydı ‘Drang nach Osten’ (Doğuya yöneliş-genişleme), 1930’larda Hitler’in parolasıydı, 1950’lerden sonra NATO’nun ajandasının bir parçası oldu, 1990’larda ise nihai hedef ilan edildi: Avrasya’nın fethi!
Ukrayna ve Polonya gibi ülkeler ‘Drang nach Osten’ politikasında hep paspas olmuştur, ancak ders almamışlardır. Bu ders almamışlığı Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy’nin Afganistan’daki gibi ‘Gönüllü Savaşçıları’ davet etmesinden anlıyoruz; Ukrayna Afganistanlaşırsa, Polonya da Afganistan’ın Pakistan’ı olur!
Tarih boyunca Rusya ile Avrupa arasında kalmanın ağır bedellerini ödemiştir Ukrayna ve Polonya. NATO’nun şarabından içerek Doğu Avrupa burjuvazisinin içine girdiği yurtseverlik sarhoşluğu Rusya kuşatmasında sadece bir mevziden ibaret olduklarını görmelerini engelliyor…
NATO’nun Afganistan’la başlayıp Ukrayna ile devam eden Avrasya kuşatması, tarihten bize miras kalan çözülmemiş ne kadar ulusal sorun varsa yeniden üretiyor. Ukrayna İç Savaşı 2014’te başladığında tetikleyicisi Ukrayna’daki çözülmemiş ulusal sorundu, tetiği çeken Batı emperyalizmi idi. Sovyetlerin dağılması ile Ukrayna’da yeni bir arayış başlar: 1980’lerden başlayarak Ukrayna’da tarihçiler, aydınlar ve politikacılar kimliğini/köklerini arama çabası ile meşguldü. ‘Ilımlı İslam’ gibi ılımlı milliyetçilikle Amerikancı 2004 Turuncu Devrimi’ne kadar geldiler. Bir sıçrama tahtası idi orası. Trotskiy’nin ‘yurtseverlik sarhoşluğu’ dediği şey 2004 sonrasında Nazizmle kucaklaşmaya kadar vardı: Turuncu Devrim’den sonra Viktor Yuşçenko liderliği ‘kökleri’ni arayan Ukraynalılara bir kahraman armağan etti: Hitler işbirlikçisi Stepan Bandera’yı Ukrayna’nın milli kahramanı ilan etti. Bu karar 2010’da seçilen Viktor Yanukoviç tarafından geri çekilse de AB-ABD-NATO destekli Banderacı faşistlerin 2014’te Yanukoviç’i darbe ile devirmesi ile ‘‘Ukrayna’nın kökleri’’ intikamını alır ve iç savaş başlatır!
Meselenin ironisi işe şu: Sovyetlerin dağılması ile tarihin sonunu ilan edenler, sınıf mücadelelerinin bittiğini, savaşların sona erdiğini ve dahi ulusun ortadan kalkarak çok kültürlülüğün hüküm sürdüğünü anlatıyorlardı… Gerçek ise tam tersiydi: Fransa’dan yeni bir grev dalgası yükseliyordu, Irak ve Yugoslavya’da savaş vardı, değil ulusun ortadan kalkması mikro-milliyetçilikler bile hortlamıştı; tarih baştan başlamıştı!
Batı’da ‘Sınıfla beraber ulus da öldü!’ diyenler ile Nazizm karakterli Ukrayna milliyetçiliğini ‘devrimci’ diye kutsayanlar aynı yamyamlardı!
Ukraynalılar arasındaki eşitlik ve Ukrayna’nın bağımsızlığı sorunu olan ‘ulusal sorun’, 2014’ten sonra tamamen faşizm sorununa dönüşür. 1 Ocak Ukrayna milliyetçiliğini Nazizme dönüştüren Stepan Bandera’nın doğum günüdür. Her sene meşalelerle, faşist parolalarla ve flamalarla on binlerin kutladığı bir gün. Her sene oturur izlerim sosyal medyada canlı yayında bu yürüyüşleri. Siz de izleyin, o zaman anlayacaksınız 2 Mayıs 2014’te Trotskiy’nin Odessa’sında Sendika Evi’nde katliam yapan ‘toplumsal ruhu’…
Sovyetlerin dağılmasıyla Ukraynalı aydınlar ‘kökleri’ni bulmayı başarınca; Lviv’de Stepan Bandera çetelerinin 1941 yılında örgütlediği Yahudi pogromundan 2014’te Odessa Sendika Evi katliamına doğru uzandı köklerin dalları!
Kalk borusuydu Odessa, kalkmadı insanlık yattı!
On yıllardır Rusya ve Çin kuşatılıyor ve izole ediliyor. Rusya, NATO ve yaptırımlar ile; Çin ise Trump’ın başlattığı Biden’ın sürdürdüğü ticaret savaşı ile kuşatılıyor. Çin’e karşı ayrıca ‘‘QUAD’’ isimli ABD, Avustralya, Hindistan, Japonya ittifakı ile ‘‘Aukus’’ isimli ABD, Avustralya ve İngiltere ittifakı da kuşatmanın parçası!
Rusya’ya karşı Ukrayna’nın NATO’ya alınmak istenmesine paralel bir hamle olarak Çin’e karşı Avusturalya AUKUS’la sahaya sürüldü. Ukrayna’da Rusya’nın burnunun içine dikilmek istenen nükleer füzeler gibi, ‘Amerikan fedaisi’ Avustralya’nın “nükleer enerji ile işleyen” denizaltılarının menzili Tayvan’a kadar uzanmakta.
Çin ve Rusya’ya karşı Ukrayna’dan ve Avusturalya’dan yürütülen bu emperyalist kuşatmayı anlamadan savaşta tarafsız kalmak ancak sizin vicdanınızı rahatlatır Büyük Savaş’a kadar!
Hiçbir şey yapamıyorsanız bile, liberal safsataların peşine takılmadan sadece anlamaya çalışın!
Doğalgaz ihracı dışında orta ölçekte bir Avrupa ekonomisi kadardır Rusya. Hele ki şimdi yaptırımlarla kuşatıldıktan sonra, bu ekonomik zayıflıkla uyduruk bir ‘Rus emperyalizmi’ ve ucube bir ‘emperyal güç’ tanımıyla NATO ile eşitlenmeye çalışılıyor. ‘İki taraf eşitse, bu savaşta tarafsız kalalım o zaman’; liberal mantık öyle çalışır!
Ukrayna topraklarında gerçekleşen NATO-Rusya savaşını demokrasi ile diktatörlük çatışması olarak görmek de Irak savaşından kalma ‘liberal miras’tır: Diktatör Saddam’a karşı ABD demokrasisi, diktatör Esad’a karşı Batı demokrasisi, diktatör Kaddafi’ye karşı Fransız demokrasisi, diktatör Putin’e karşı NATO demokrasisi!
Putin’in bir Büyük Rus şovenisti olması ve ezilen uluslara bağımsızlığını veren Ekim’den ve Lenin’den nefret etmesi, Rusya’ya karşı yürütülen emperyalist kuşatmanın niteliğini değiştirmez.
İşin ironisi bugün Putin’e otokrat-diktatör diyerek NATO’nun Rusya kuşatmasını ‘haklı’ gören liberaller, daha düne kadar Putin’in nefretle andığı Lenin ve Ekim Devrimi için otokrat-diktatör diyordu!
Liberallerin en yaygın yalanıdır. Bütün savaşlar ve milliyetçilikler aynıdır: Ne bütün savaşlar aynıdır ne de bütün milliyetçilikler!
Ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliğini birbirinden ayırmayı Lenin’den öğrendik.
Nazi karakterli Ukrayna milliyetçiliği karşısında öz savunma yapan Doğu Ukraynalıların ‘yurtseverliği’ni de 8 senedir süren Ukrayna İç Savaşı’nda öğrendik.
Trotskiy Paris için, “Tıpkı Odessa, ama Odessa daha iyi” demişti.
Bugün ise Paris, Odessa’nın kaderine karar veriyor!
(6 Mart 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)