Evlatlar babalardan ileri midir?

Aziz Şah – Genç bir dostum anlattı…

22 Ocak linçinden sonra yapılan 26 Ocak 2018 yürüyüşünde ‘İŞGALE SON!’ pankartını alıp gitmiş CTP kortejinin yanında durmuş…

Pankartı gören bir partili, ‘Bu pankartla burada duramazsın’ diye kovalamış bizim militan genci…

İşin ironisi, ‘İŞGALE SON!’ pankartını da kendisini kovan adamın oğluyla hazırlamışlar bir gün önce beraber…

Oğlunun hazırladığı pankarta baba müsaade etmedi yani…

Nâzım haklı mı çıktı?

“Ben sadece ölen babamdan ileri,

Doğacak çocuğumdan geriyim,

Ve bir kavganın adsız neferiyim” demişti…

Oğul babadan ileri mi bu durumda?

4 sene önce gençleri işgale karşı çıktıkları için kovalayan muhterem, işgalle yatıp işgalle kalkıyor son zamanlarda… Daha da ileri gidip, temel sorunumuzun yerleşimci nüfus sömürgeciliği, yani taşıma nüfus politikası olduğunu da anladı…

İşgalin iradenin önüne nüfusla duvar ördüğünü kavradı…

1975’te, 1981’de, 1990’da, 2004’te değil; 2020’de Mustafa Akıncı süpürülünce anladı…

2018’de işgalin 44’üncü yılında anlamadıklarını son 4 senede idrak etti!

Ömrümüz birilerinin kafasının duvara toslayıp gerçeği anlamasını bekleyerek geçti…

Bendeniz 1990’larda Askerin Kıbrıs’ın işgal bölgesinde kurduğu baskı rejimini hatırlamam, çocuktum, bulup buluşturup okudum-okuyorum, ısrarla sordum ve dinledim…

-Anlat Ali dayı, matbaanın bombalanmasını anlat, bir daha anlat, derim…

O da bir daha anlatır, bergamot macunu eşliğinde…

2008’de Wall Street’te başlayıp dünyayı dolaşan Üçüncü Büyük Depresyon’dan sonra, hem Arap aleminde yaşananlar hem de dünya çapında krizler-devrimler-savaşlar sarmalında, TC Devleti’nin sertleşen Kıbrıs politikasını 2010’larda yaşadım.

Şimdi politika ile ilgilenen gençlerin çoğu 2010’larda çocuktu!

Bizim 1990’larda çocuk olduğumuz gibi; şimdi eylemlere giden gençler de ne Annan Planı ne Göç Yasası eylemlerini ne de Toplumsal Varoluş Mitingleri’ni gördüler…

Biz Temmuz 2000 mitingini sonradan öğrendik, onlar da 2010’ların mitinglerini ya duydu ya duymadı. Ama bilanço çıkarmadıkları kesin…

Politikada ‘bilanço çıkarmak’ hayat memat meselesidir. Gelecek için ders çıkarmaktır…

Bu ahali bu yüzden toplum ya da halk olamadı, 10 senelik hafızası bile yok!

Hafıza olmayınca aynı hataları tekrar edip farklı sonuç bekliyor…

2011’deki Toplumsal Varoluş Mitingleri’nin bilançosu çıkarıldı mı?

28 Ocak, 2 Mart ve 7 Nisan’da arka arkaya yapılan miting dalgası 50.000 kişi ile başlayıp nasıl 3-4 bin kişiyle balon gibi söndü?

2000’lerin başındaki 80.000’lik mitingler verdi on binlerini, kaldık 10’larca. Yanıltmasın sizi son mitingin kalabalığı. 11 sene önceki Toplumsal Varoluş Mitingleri’ni 50.000’den 3-4 bin kişiye düşürenler için zor değildir bir meydan dolusu insanı sünger gibi emmek!

Çünkü nicelik (sayı) nitelikten (siyasi program, amaç-talepten) sonra gelir; nicelik niteliği takip eder…

1 Nisan mitinginde bir köşede buldum 26 Ocak 2018 yürüyüşü için ‘İŞGALE SON!’ pankartını hazırlayan o iki genci. Sendikacıların konuşmalarıyla dalga geçiyorlardı…

Saraylar kendine gülündüğünde nasıl umursamıyorsa, hatta sokakla bağı olmadığı için anlamıyorsa; sendika bürokratları da tabanla bağları olmadığı için anlamıyor ve umursamıyor kendisine neden gülündüğünü…

Gene berbat bir hayat pahalılığı mitinginden sonra yazdığım 9 Eylül 2018 tarihli “Sendikal Platform’un cenaze töreni” yazısında şöyle demişim:

Sayılar ne zaman önem arz eder? Toplumun potansiyelini bildiğiniz zaman! Sendika bürokrasisinin 20 senedir sürdürdüğü politikalarla 80.000’den 80 kişiye düştü eylemlere katılım. 80’i baştan 80.000 yapmak sanıldığı kadar kolay olmayacak…

(6 Nisan 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author