Aziz Şah – ‘‘Çocuklarımız bu ülkeden kaçıp kurtulabilsin diye çalışırız’’, diyen annelerin olduğu bir yerde yazı yazmanın hiçbir hükmü yoktur.
Ancak o anneler ‘Cumartesi Anneleri’ gibi ya da ‘Plaza de Mayo Anneleri’ gibi örgütlenirlerse kurdukları bu cümlenin ‘büyü’sü bozulur!
Çünkü ‘Çocuklarımız bu ülkeden kaçıp kurtulsun’ diyen annelerin de farkı yoktur Şili’nin ‘Siyah Başörtülü’, Arjantin’in ‘Beyaz Başörtülü’ ve Türkiye’nin ‘Çok Renkli Örtülü’ kayıp analarından…
Çünkü onlar da çocuklarını kayıplara yazdılar ve yazacaklar!
İşkence tezgâhlarında öldürülmüyor diye çocukları kayıp değil midir?
Asit kuyularında yakılmadı diye kayıp değil midir?
‘Polisten kaçarken’ vurulmadı diye kayıp değil midir?
‘Kendini gözaltında asanlar’dan değil diye kayıp değil midir?
Bavulunu alıp göç etti diye kayıplara yazılmaz mı evlatlar?
Kültürünü sömürgecinin mezbahasında, coğrafyasını işgalcinin yağmasında, kimliğini geride bırakıp ‘canlı olarak’ gitti diye kayıplara yazılmaz mı çocuklar?
Memleket bir kavanoz ceviz macunu, kültür Dillirga çalınca oynamak, dil ağızdaki et parçası, kimlik de ‘sınır’ geçerken kullanılan bir ‘kafakağıdı’ değildir.
Kendi kurtuluş mücadelesini vermemiş bir ahalinin çocukları ‘kaçıp kurtuldukları’ yerde de altlarına konan iskemleye oturduklarında ayaklara yere yetişmeyecektir. Hep sallanacaktır o ayaklar!
Kavafis’in lanetinden bahsetmiyorum…
‘‘Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler’’ demiyorum. Çünkü kendi ülkesinde kendisi olamamıştır ki, yenisini bulsun!
‘‘Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent’’ demeyeceğim. Çünkü kenti hiç tanımamıştır…
‘‘Dolaşacaksın aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların” da demeyeceğim!
Çünkü bu sokaklara, mahallelere, tapusu şaibeli eve bir aidiyeti olmayanın arayışı da olmaz…
Yani çocuklarınız bu ülkeden kaçıp kurtulamayacak, çünkü bir ülkeleri yok, ülkesizlikleri var, ülkesizliği beraberlerinde götürecekler.
Şili’nin, Arjantin’in, Türkiye’nin kayıp anaları çocuklarını insanlık onuru mücadelesinde kaybettiler…
1974 sonrasının Kıbrıslı Türk anneleri ise TC sömürgeciliğinin Kıbrıslıların onurunu yok etmesiyle kaybetti çocuklarını.
Mitinglerimizde açılan o pankart anlatır herşeyi: ‘‘74’TE BİR KEZ ÖLECEKTİK ŞİMDİ HER GÜN ÖLÜYORUZ!’’
Türkiye’nin Kıbrıs zaferi anadili Türkçe olan bir avuç insana bu yaşattığı duygulardır.
Arif Hasan Tahsin askerle ve Denktaş’la mücadele içinde oldukları 2000 senesinde kendi üslubuyla şöyle der:
‘‘İşte sonuç…
Denktaş-Türkiye yetkililerinin işbirliğinde Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan düzene bakın.
21. Yüzyıla girerken Kıbrıs’ın kuzeyini Türkiye’nin ‘manda’sı, ‘sömürge’si haline getirmek akıl işi miydi?’’…
Belki de bütün kabahatimiz Türkiye’nin Kıbrıslılara ettiklerinde akıl aramaktı hep. Faşizmin irrasyonalizminde akıl aranmaz. “Kıbrıs’ta bir tane Türk yaşamasa dahi Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi vardır ve bundan vazgeçmesi mümkün değildir” demişti Tuğrul Türkeş bu durumu özetleyerek!
Bütün nedenleri ve sonuçları ortadan kaldıran, o sonuçlara bağlı mantıklı çözümleri imha eden Türk sömürgeciliği Kıbrıs’ta insan yaşamı ile ilgilenmiyor. Akıl işi değil sömürgecinin işi!
Edip Cansever’liktir bu ülkesizlikten kaçıp kurtulacağını zannettiğiniz çocuklarımızın hikâyesi:
“…İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer/ Suyunda yüzen balığa / Toprağını iten çiçeğe/ Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine / Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir / Denize benzer ki dalgalıdır bakışları / Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına/ Öylesine benzer ki / Ve avlularına…”
İşte, bu Kansız Soykırım’ın kurbanlarının benzeyecekleri bir ‘yer’leri yok…
‘Baylar sizi tarih yargılayacak’, demiyorum. Çünkü yargılamayacak!
(19 Nisan 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)