Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ele alınması gereken çifte standardı

Kate Hart* – “Yerleşimci sömürgeciliği” kavramı, son yıllarda İsrail’e vurgu yapılarak kullanılırken, 1974’te Kıbrıs’ın Türk işgali ve ardından Kıbrıslıların yerinden edilmesi göz ardı edilerek ihmal edilmiştir.

Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’ı işgali, en az 210.000 Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk’ün evlerini terk etmesine neden olmuştur. O zamandan beri Türkiye, etnik Türklerin Anadolu’dan adaya göçünü teşvik ederken, Kıbrıslı Rumların evlerine dönüşünü engellemiş ve yerli Kıbrıslıları topraklarından nakletmiştir.

2017 itibarıyla, Kıbrıs’ta adanın kabaca üçte birini kontrol eden yaklaşık 30.000 Türk askeri vardır. Bugün Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerden daha fazla Türk yerleşimci bulunmaktadır. Ağır koşullarla karşı karşıya kalan binlerce Kıbrıslı Türk, son yıllarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın içişlerine müdahalesine karşı protesto gösterileri düzenlemiştir. Bunlar uluslararası hukuka göre savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar olsa da Kıbrıslılar henüz Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden hak ettikleri muameleyi görmemişlerdir.

Kıbrıs, Türkiye işgal ettiğinde sınırları net bir devlet iken, Birleşmiş Milletler 1947’de 181 sayılı Kararı kabul ettikten sonra İsrail bağımsız bir devlet olmuştur. Bu karar Filistin’deki İngiliz Mandasını Arap ve Yahudi devletlerine bölmüş ve şu anda Doğu Kudüs ile Batı Şeria’da yaklaşık 700.000 İsrailli yerleşimci yaşamaktadır. Birçok insan hakları örgütü İsrail’i Filistin topraklarında adaletsizlikler işlemekle suçlamaktadır. Örneğin Uluslararası Af Örgütü, İsrail yerleşimlerini Filistinlilere karşı “kurumsallaştırılmış ayrımcılık” olarak nitelendirmektedir. Mart 2021’de eski UCM Savcısı Fatou Bensouda, İsrail’in Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’nde işlediği iddia edilen savaş suçları hakkında UCM’nin bu bölgelerde yargı yetkisine sahip olduğuna karar vermesinin ardından resmi bir soruşturma başlatmıştır.

Ne Türkiye ne de İsrail, birincil görevi soykırım veya zorla nüfus transferi gibi ciddi uluslararası suçlar için bir hesap verebilirlik sistemi kurmak olan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü’nü onaylamamıştır. Türk Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs’ta iki devletli çözüm çağrısıyla karşı karşıya kalan eski UCM Savcısı, Kuzey Kıbrıs’ın Türk işgali ile ilgili davayı karara bağlama taahhüdünde bulunmuştu, ancak görev süresi sona ermeden bunu başaramadı. İsrail ve Türkiye’nin aksine Kıbrıs, 2000’lerin başında UCM’ye katılmıştır. Bensouda, Kıbrıs davasında İsrail’de olduğu gibi aynı yargı konularını dikkate almak zorunda değildi, bu nedenle konuyla ilgili bir kararın ertelenmesi paydaşlarda şüphe uyandırmıştır.

Kıbrıs hükümeti, Kuzey Kıbrıs’ın Türk işgali ile ilgili bir davayı hiçbir zaman eski UCM Savcısı’na göndermedi, bu da soruşturmanın neden hızlandırılmadığını açıklayabilir. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ı işgalini sorgulayan ilk şikayet Temmuz 2014’te Avrupa Parlamentosu’nun Kıbrıslı bir üyesi adına yapılmışken, Filistin Ocak 2015’te doğrudan UCM’nin müdahalesini talep etmişti. Kuzey Kıbrıs uluslararası alanda tanınmaması nedeniyle ekonomik, siyasi ve askeri olarak Türkiye’ye bağımlı. Erdoğan’ın desteklediği Kuzey Kıbrıs Başkanı Ersin Tatar, yakın zamanda Kıbrıs’ta iki devletli bir çözüm için bastırdı. Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimi altında daha kavgacı hale geldi ve AB’nin dengesiz lideri kızdırmaktan kaçınma baskısına yol açtı. Türkiye’nin Kıbrıs’taki davranışına ilişkin bir UCM soruşturmasına uyma olasılığının da iç karartıcı olduğunu belirtmek de önemlidir.

Buna ek olarak, geçen yaz Türkiye, UCM’nin Filistin toprakları üzerindeki yargı yetkisine ilişkin kararını memnuniyetle karşılayarak, bunu İsrail’in Filistin topraklarında yaşayanlara karşı işlediği suçlardan “sorumlu tutulmasını” sağlamaya yönelik bir adım olarak nitelendirdi. Ancak Türkiye’nin kendi kendini bağımsız ilan eden Kuzey Kıbrıs işgaline ilişkin bir kararın yokluğunda, UCM’nin çifte standardı sorgulanmalıdır.

Dünya çapında sayısız insan hakları örgütü ve sosyal hareket, İsrail’in Filistin topraklarındaki yerleşimlerini eleştirmektedir. İsrail’e karşı boykotları, tecritleri ve ekonomik yaptırımları teşvik eden Filistin liderliğindeki BDS (Boycott, Divestment, Sanctions) hareketi ana muhaliflerden biridir. Aralarında Senatör Sanders ve Temsilciler Alexandria Ocasio-Cortez, Rashida Tlaib ve Ilhan Omar’ın da bulunduğu önde gelen ABD’li politikacılar, ABD hükümetinin İsrail’e verdiği desteği sorgulamaktadır. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi gruplar sürekli olarak İsrail’in Filistin topraklarındaki davranışları hakkında ayrıntılı raporlar yayınlamaktadır.

Buna karşılık, Türkiye’nin Kıbrıs’ta binlerce Kıbrıslı’nın önderlik ettiği birleşme çabalarına rağmen kanunsuz hareketlerine dair haberler çok az. Kıbrıslılar Birliği, hem Filistin’deki hem de Kıbrıs’taki durumu “istila ve işgal” olarak nitelendirerek Türkiye’ye İsrail kadar sert davranan örgütler arasında yer almaktadır. Kıbrıslılar Birliği, Türk destekli liderin zaferiyle sonuçlanan Ekim 2020 seçimlerini, Türk yerleşimciler Kuzey Kıbrıs’taki Kıbrıslı Türklerden çok daha fazla olduğu için gayri meşru saymıştı. Kıbrıslılar Birliği gibi az sayıda örgütün desteğine rağmen, Kıbrıs’taki çoğu parti, misilleme korkusuyla seçimleri boykot etmekte isteksiz. Birkaç Kıbrıslı grup, Türkiye’nin siyasete “artan müdahalesini” öne sürerek, Kuzey Kıbrıs’taki en son parlamento seçimlerini doğrudan veya dolaylı olarak boykot etti. Şimdiye kadar bu gruplar Türkiye’yi kamuoyu önünde yerleşimci sömürgeciliği yapmakla suçlamak istemediler.

Egemen devletler, hesap verme sorumluluğu olmayacağını düşünerek genellikle uluslararası hukuku ihlal eder. UCM, Kıbrıs’taki Türk işgali yerine İsrail yerleşimlerine öncelik vererek, Mahkeme’nin siyasi bir araç haline geldiği yönündeki eleştirileri güçlendirmekte. Mahkemenin İsrail üzerinde yargı yetkisi olmamasına rağmen, insan hakları grupları defalarca İsrail yerleşimlerine soruşturma açılması çağrısında bulundu. UCM, yetkisi dahilindeki Türk yerleşimci faaliyetlerini çok uzun süre görmezden geldi. İnsan hakları grupları, etkinlikler düzenleyerek, mitingler düzenleyerek ve medyanın ilgisini çekerek Türkiye’nin Kıbrıslılara yönelik muamelesine aynı düzeyde ilgi göstermelidir. BM Güvenlik Konseyi, UCM’yi Kıbrıs üzerindeki yargı yetkisini kullanmaya davet edebilir, ancak veto yetkileri bu önlemi kesinlikle boşa çıkaracaktır. Türkiye’yi UCM’nin önüne çıkarmak, çeşitli kampanyalar yoluyla kamuoyu desteği toplamaktan fazlasını gerektirir. Paydaşlar, AB liderlerine, AB’ye kabul için Kıbrıs’la ilgili olduğu için insan haklarına ilişkin uluslararası hukuka uyulmasını talep etmeleri için baskı yapmalıdır. AB liderleri, UCM üyeliğini Türkiye’nin Birliğe katılması için bir ön koşul haline getirebilir. UCM, Türkiye tarafından işlenen insan hakları ihlalleri nedeniyle 2014 yılında Kıbrıs’a parasal tazminat ödenmesine hükmeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nin emsalini de kullanabilir. Kıbrıs, Filistin gibi, uzun yıllar halkına karşı işlenen küstahça ihlallerden sonra davasının uluslararası toplum tarafından görülmesini hak etmektedir.

*Uttryck Magazine, 5 Mayıs 2022
Uppsala Association of Foreign Affairs

Makalenin orjinali: https://www.uttryckmagazine.com/the-iccs-double-standard-that-needs-to-be-addressed/
(Çeviri: Avrupa-Afrika Gazetesi)

About the author