Aziz Şah – 03/02/2024
Kıbrıslı Rum mültecilere karşı mülkiyet temelinde işlenmiş iki tür suç var: Bireysel suç ve TC Devleti’nin işlediği savaş suçları.
Bir Rum arazisine inşaat yapan bir müteahhit bireysel olarak suç işlemiştir.
İşgal edilmiş toprağın yasal statüsünü kalıcı olarak değiştirmek için işlenmiş bir suçtur bu. Bir mültecinin özel mülküne yapılan inşaat yalnızca müteahhidin bireysel yağma, gasp, hırsızlık suçu değildir. Aynı zamanda Dördüncü Cenevre Konvansiyonu uyarınca işgal edilmiş toprağın yasal statüsünü değiştirmek için yapıldığı için işgalci güç olan Türkiye’nin işlediği bir savaş suçudur.
Müteahhidin bireysel suçu ile Türkiye’nin savaş suçu birbirinden ayrılamaz…
Rum arazileri üzerine yapılan inşaatlar yüzünden İtalya’da tutuklanan Avukat Akan Kürşat konusunda Türkiye’nin müdahil olmasının sebebi budur.
İşte bu yüzden üzerine yasadışı yerleşim birimi kurularak gasp edilen toprağın “tazminatı” ödenerek bu suç ortadan kaldırılamaz.
Meselenin müteahhitler, avukatlar, emlakçılar etrafından tartışılması sadece ateşi tutan “maşa”nın suçlu ilan edilmesidir.
Peki, “maşa”lar suçlu ilan edileceklerini bilmiyor muydu?
Kıbrıslı Türk “elitler” ne yaptılarsa kendi kendilerine yaptılar!
1973’te yargıçlığa atanan 2006’da emekli olan hukukçularımızdan Taner Erginel 28 Nisan 2009’da Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın Kıbrıs’ın işgal bölgesindeki sivil ve ticari konularda Kıbrıs Cumhuriyeti mahkemelerinin yetkili olduğunu ilan ettiği kararından sonra oturup olacakları “Uluslararası hukuk ve Kıbrıs Türkleri” adı altında bir kitap olarak yayınladı.
İncelemesinin bir bölümünde Erginel, ileride olacak yargılamalara bir örnek verdi:
-“İsterseniz bir örnekle durumu açıklamaya çalışalım. Kıbrıslı bir Türk işadamının KKTC’de meydana gelen bir olayda bir Rum işadamı ile anlaşmazlığa düştüğünü varsayalım.
Rum işadamı için en kolay çıkış yolu Türkü suçlayıp AB ülkelerinde tutuklatmak olacaktır. Diyelim ki KKTC yasalarına göre suçsuz fakat Rum yasalarına göre suçlu bir Kıbrıs Türkü, Rum işadamının talebi üzerine İngiltere’de tutuklandı ve yargılanmak için Güney Kıbrıs’a götürülmek isteniyor.
Türkün ilk başvuracağı kişi bir avukat olacaktır. ABAD kararından önce bu avukat tutuklanan kişiye,
-‘Hiç merak etme, AB yasaları kuzey Kıbrıs’ta askıya alınmış durumda. KKTC’de meydana gelmiş bir olay nedeniyle seni tutuklayıp güneye götüremezler’ diyecekti.
İşte ABAD kararı avukatın vereceği bu yanıtı değiştirmiştir.
Çünkü ABAD, 10’uncu protokolü yorumlamış ve,
-‘Gerçi AB yasaları KKTC’de askıya alınmış durumda, ancak buna rağmen Rum Yönetimi kuzeyde egemendir ve Rum mahkemelerinin kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi vardır’ demiştir.
Böylece Rum mahkeme kararı veya ‘Avrupai tutuklama emri’ ile İngiltere’de tutuklanan Kıbrıs Türkünün öne sürebileceği en önemli savunmayı elinden almıştır.
Bu nedenle başvurduğu avukat Kıbrıs Türküne,
-‘Yasalara göre haklı görünüyorsun ancak Avrupa Birliği hukuku konusunda en yetkili mahkeme olan ABAD bu konuda kararını vermiş durumda.
Hiçbir mahkemenin ABAD kararını değiştirme yetkisi yok.
Güneye giderek yargılanmaktan başka seçeneğin kalmadı’ diyecektir”…
2009’da ABAD tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti mahkemelerinin Kıbrıs’ın işgal bölgesinde Kıbrıs Cumhuriyeti yasalarına göre yetkili olduğu kararı alındıktan sonra Yüksek Mahkeme Başkanlığı yapmış olan Taner Erginel yazdı bu olacakları…
Erginel’in kitabında verdiği örnek neredeyse Kürşat davasını andırıyor. Tutuklama İngiltere’de değil İtalya’da oldu, Kıbrıslı Türk ve Rum işadamları çatışmadı; Rum malının üzerine inşaat yapıldı.
Başka? Hukuk profesörü Tufan Erhürman ile Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı, aynen Erginel’in örneğinde olduğu gibi “Rum malı yağmalamak KKTC hukukuna göre yasaldır” dedi… Ama Kıbrıs Cumhuriyeti hukukunda değil!
Kıbrıslı Türk “elitler” kendi etti kendi buldu.
Ancak ortada sadece bireysel bir suç yoktur: İşgal gücünün işgal edilmiş toprağın yasal statüsünü kalıcı bir biçimde değiştirmek için Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’ni ihlal ederek işlenen bir savaş suçu var ortada.
Suç yalnız Yanni’nin mülkiyet hakkına karşı değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine karşı işlenmiştir.
(3 Şubat 2024 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)