Oz Karahan, Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin Kıbrıs’taki yerleşimci sömürgeciliği hakkında konuştu

Kıbrıslılar Birliği Başkanı ve Halkların Uluslararası Mücadelesi Birliği‘nin Avrupa’dan Sorumlu Başkan Yardımcısı Oz Karahan, Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgal ettiği bölgelerde sürdürdüğü yerleşimci kolonizasyonu ve toprak gaspı hakkında Avrupa Parlamentosu‘nda konuşma yaptı.

Etkinlik, Avrupa Parlamentosu’ndaki en büyük sol grup olan Sosyalistler ve Demokratların İlerici İttifakı ve Kıbrıslı Avrupa Parlamentosu Milletvekili Kostas Mavridis’in ev sahipliğinde gerçekleşti. Oz Karahan konuşmasında Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinde yerleşimci kolonizasyonu ve toprak gaspının boyutlarına ilişkin ayrıntılı veriler sundu. Ayrıca bu faaliyetlerde Türk hükümeti ile Siyonist İsrail rejimi arasındaki işbirliğini vurguladı.

Karahan, Kıbrıs’ın özgür bölgelerinde vatandaşların şikayetleri üzerine tutuklanan İsrail, Türkiye ve Portekiz vatandaşı ve toprak gaspçısı Simon Mistriel Aykut’un durumunu özellikle vurguladı. İsrail Cumhurbaşkanı İzak Herzog’un Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ile şahsen temasa geçtiğini ve Aykut’un serbest bırakılmasını talep ederek Kıbrıs’taki yasal sürece müdahale etmeye çalıştığını kaydetti.

Karahan ayrıca Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgelerinde yasadışı yerleşimlerin inşası ile uyuşturucu kaçakçılığı gibi suçlarla bağlantılı kara para aklama faaliyetleri arasındaki bağlantıya dikkat çekti. Karahan, Kıbrıs’taki Türk işgalinin insanlığa karşı işlenen suçlar, yaygın insan hakları ihlalleri ve sınıraşan organize suçlarla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunun altını çizdi.

Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak, “Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesindeki mülk gaspı sorununun Kıbrıs meselesiyle çözüleceği iddiası yalnızca yanlış ve etkisiz değil, aynı zamanda yıkıcıdır” diyen Oz Karahan, Kıbrıslılar için Kıbrıs sorununun bir “işgal ve kolonizasyon sorunu” olduğunu belirtti. Kıbrıs sorununun iki toplum arasındaki bir siyasi sorun olduğunu öne sürenlerin, bu durumu mülk gaspı sorunu ile birlikte ele almalarını, “İnsanlığa karşı işlenen suçların sona erdirilmesi, siyasi bir sorunun çözümüne bağlı olamaz” sözleriyle eleştirdi. Ayrıca, “Bu utanç verici fikrin savunucularının, Kıbrıs sorununa apartheid benzeri siyasi çözümler önermeleri de dehşet vericidir” ifadelerini kullandı.

Oz Karahan’ın Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmanın tam metnini sizlerle paylaşıyoruz:

Bugün, Avrupa Parlamentosu çatısı altında, Avrupa Birliği’nin işgal altındaki topraklarında işlenmeye devam eden insanlığa karşı suçlar ve sınıraşan örgütlü suçların iç içe geçmişliğini ele alacağız.

Günün sonunda, Kıbrıs’ın işgal altındaki topraklarında malların gasp edilmesinin neden sadece Kıbrıs vatandaşlarının “şahsi bir meselesi” değil de uluslararası toplumu, devletimiz Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ve bir parçası olduğumuz Avrupa Birliği’ni ilgilendiren bir suç komplosu olduğunu daha net bir şekilde anlayacağız.

Kıbrıslılar olarak 2024 yılına yeni bir mesele ile girdik. Kıbrıslı Türk avukat Akan Kürşat, Kıbrıslı Rum mallarının gasp edilmesiyle ilgili Avrupa Tutuklama Emri uyarınca İtalya’da tutuklandı.

Bu dava, 2004 yılında gasp edilmiş araziler üzerine 300’den fazla lüks villa inşa eden İngiliz uyuşturucu kaçakçısı Gary Robb ile bağlantılıydı.

Şubat 2024’te Kıbrıslılar Birliği, Kıbrıs Yeşiller Partisi ile işbirliği içinde, Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetini görevini derhal yerine getirmeye çağıran bir açıklama yayınladı. Hükümeti kararlı bir şekilde harekete geçmeye ve işgal bölgelerindeki Kıbrıslılara ait olan malların yasadışı gaspını ele almak üzere birlik ve ortak çaba göstermeye çağırdık.

Ancak Akan Kürşat aleyhindeki dava “tek tanık öldü” bahanesiyle kapatıldı. Bu kararın ciddi sonuçları oldu. Türk ve yabancı şirketler rahat bir nefes aldılar ve Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinde gasp edilen malları yağmalamaya devam ettiler. Ardından on binlerce konut projesi açıklandı. Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinde inşa edilen en yüksek konut sayısı 7.000’in biraz altında bir rakamla 2019 yılında kaydedildi. Akan Kürşat’ın serbest bırakılmasının ardından, ABD merkezli bir şirket tek başına 30.000 konutluk bir proje başlatırken, bir Türk şirketi de toplam 14.000 konutluk birden fazla proje başlattı.

Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesindeki malların yağmalanmasına karışanlar için, 2006 yılında ilgili yasaya eklenen 303A maddesi, gasp edilen malların satışını, kiralanmasını ve hatta reklamını yapmayı suç olarak sınıflandırmaktadır.

Avrupa Birliği Adalet Divanı tarafından da teyit edildiği üzere, bu suçun yargı yetkisinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait olduğunun altını çizmek gerekir. Ayrıca, bu suçu işleyenlere karşı Avrupa Tutuklama Emri veya uluslararası tutuklama emri çıkarılması mümkündür.

Buna rağmen, Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinde Kıbrıslılara ait mallar ve bunların üzerine inşa edilen yasadışı gayrimenkuller, Hollanda ve Almanya gibi Avrupa Birliği üyesi ülkelerde bulunan şirketler tarafından pazarlanmaya devam etmektedir.

Bu arada, çoğu Türk ve İsrailli inşaat şirketlerinden oluşan gaspçılar, bu yasadışı mülkleri Avrupa Birliği’nde düzenlenen emlak fuarlarında satmaktadır.

Bu süreç göstermiştir ki, 2006 yılında ilgili yasaya eklenen ve toprak gaspını 7 yıla kadar hapisle cezalandıran 303A maddesi zamanında uygulanmış olsaydı, Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesindeki yağma önlenebilirdi. Yine de hala çok geç değil ve mücadele için birçok yol var.

Kıbrıs’ta, adanın işgal altındaki bölgesinde mülk gasplarının sınır ötesi örgütlü suçlarla nasıl iç içe geçtiğini her gün örneklerle görüyoruz. Geçtiğimiz hafta haberlere yansıyan son örnek, Gürcistan tarafından iadesi istenen bir Bulgaristan vatandaşı ile ilgili Larnaka’da görülmekte olan bir dava ile ilgilidir. Haberlere göre bu kişinin davası, Kıbrıs’ın işgal altındaki kesiminde taşınır ve taşınmaz mal alımı yoluyla kara para aklamayı içeriyor. Medyada yer alan vakaların sadece Kıbrıs’ı değil Avrupa Birliği kurumlarını da ilgilendiren buzdağının sadece görünen kısmını temsil ettiğini biliyoruz.

Bugün Kıbrıs’ın işgal altındaki kesiminde mülklerin gasp edilmesi devam etmekte ve Kıbrıs sorununun çözümünü de zorlaştırmaktadır. Artan yasadışı yerleşimci sayısı ve 40,000 işgalci askerin varlığı Kıbrıslı Türkleri Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinde azınlık haline getirmiştir.

Başka bir deyişle, yasadışı yerleşimcilerin ve yerleşim yerlerinin artışı ve işgalci askerlerin varlığı hem Kıbrıslı Rumlar hem de Kıbrıslı Türkler için sorun yaratmaktadır.

Dönemin işgal rejimi altında nüfus transferinden sorumlu yetkilinin verdiği rakamlara göre, 1975 ve 1979 yılları arasında, ilk aşamada Türkiye’den toplam 82,500 yerleşimci getirilmiştir. O dönemde Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinde yaşayan yerli Kıbrıslı Türklerin sayısı yaklaşık 110,000 idi. Başka bir deyişle, işgalin hemen ardından Türkiye’den gelen yerleşimcilerin sayısı neredeyse Kıbrıslı Türklerin sayısına eşit hale getirilmişti.

Kutlu Adalı gibi bu faaliyetlere karşı çıkan Kıbrıslı Türk siyasetçiler ve aydınlar, Türk işgal rejimi tarafından hedef alınmıştır. Devam eden siyasi, kültürel ve ekonomik baskılar nedeniyle birçok Kıbrıslı Türk adayı terk ederek başka ülkelere göç etmiştir.

2011 yılında işgal rejiminin istatistik kurumu, işgal altındaki bölgede yaşayan Kıbrıslı yerli sayısını 120,000 olarak belirtmiştir. Bu rakam 2016 yılında Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in 117,000 Kıbrıslı Türkün Kıbrıs vatandaşlığına sahip olduğunu açıklamasıyla teyit edilmiştir. Ocak 2024’te, Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesindeki en küçük idari birim olan mahallelerde yaşayanların kayıtlarını tutan muhtarların derneği, Kıbrıs’ın işgal altındaki kesimindeki nüfusun 1 milyonu aştığını belirtmiştir. Bu rakam, konut, kayıtlı araç ve GSM operatörü abone sayısındaki artışlar da dahil olmak üzere, işgal altındaki bölgenin sözde kurumlarından alınan verilerle de desteklenmektedir.

Lefkoşa’nın Birleşmiş Milletler tarafından askerden arındırılmış bölgesinde, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlardan oluşan Kıbrıslı siyasi parti temsilcileri 1989 yılından bu yana, başlangıçta Çekoslovak Büyükelçiliği himayesinde, daha sonra ise Slovak Büyükelçiliği tarafından sürdürülen toplantılar düzenlemektedir. Bu yılın Eylül ayında Kıbrıs Yeşiller Partisi “Kıbrıs Sorununun Çözümünü Güçlendirecek Önemli Bir Güven Artırıcı Önlem Olarak Kıbrıslı Rum Mallarının Gaspına Son Verilmesi” başlıklı bir toplantıya ev sahipliği yapmıştır.

Kıbrıslı siyasi parti temsilcilerinin üzerinde mutabık kaldığı 25 Eylül 2024 tarihli bu toplantının sonuç bildirgesinde, Kıbrıs’ın işgal altındaki kesimindeki mülklerin gasp edilmesinin “temel insan haklarını etkilediği, mülkiyet sorunu için üzerinde mutabık kalınan çözüm yollarından biri olan iadeyi ortadan kaldırma eğiliminde olduğu, dolayısıyla Kıbrıs sorununun çözümünün niteliğini ve tüm Kıbrıslıların günlük yaşamını kötüleştirdiği” ifade edilmiştir.

Yerleşimci sömürgeciliği, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 1998 Roma Statüsü uyarınca savaş suçu ve insanlığa karşı suç teşkil etmektedir. İşgalci güç olarak Türkiye, Kıbrıs’ın demografik yapısını değiştirmek için nüfus transferi yapmaktadır. Bu suç, Birleşmiş Milletler’in 1968 tarihli Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşmesi ile de teyit edildiği üzere, uluslararası hukuk kapsamında herhangi bir zamanaşımına tabi değildir.

Size soruyorum: Bir ülke nasıl 50 yıl boyunca işgal altında kalabilir?

Bunun cevabı yerli nüfusun ortadan kaldırılması ve topraklarının gasp edilmesinde yatmaktadır. Bu, yerleşimci sömürgeciliği olarak bilinen insanlığa karşı bir suçtur.

Yerleşimci sömürgeciliği ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta işlediği suçları ele alan bir dava şu anda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Bugün burada bulunan Avrupa Parlamentosu Milletvekili Kostas Mavridis, 2014 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’ta işlediği savaş suçlarını UCM’ye taşımak üzere tarihi bir girişimde bulunmuştur.

15 Haziran 2021’de, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Fatou Bensouda, bu davayı karar verilmesi için yerine gelen Karim Khan’a devretmiştir. Savcı Karim Khan’ın, komşu Filistin’deki olaylara gösterdiği özveriyi, yerleşimci sömürgeciliğinin kurbanı olan Kıbrıs’a da göstermesini umuyoruz.

Bu arada, yalnızca Türkiye tarafından değil, başka ülkeler tarafından da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine yönelik dış müdahaleler devam etmektedir. Raporlara göre İsrail Cumhurbaşkanı İzak Herzog, İsrail, Türkiye ve Portekiz vatandaşı olan Simon Mistriel Aykut’un tutuklanması konusunda Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ile temasa geçti. Türkiye ile aynı suçlardan sorumlu bir ülkenin liderinin, bir mal gaspçısını savunmak adına başka bir ülkenin hukuk sürecine müdahale etmeye çalışması dehşet vericidir.

İşgalin devam ettiği Kıbrıs’taki koşullar göz önünde bulundurulduğunda, devletimizin mal gaspı vakalarını ele almak için gerekli somut kanıtları elde etmesinin zor olabileceğinin farkındayız. Bu nedenle, Ağustos 2024’te Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinde mal gaspına karışan onlarca şirketin ve sahiplerinin isimlerini yayınladık. Devlet kurumlarımızın gerekli tedbirleri almalarına yardımcı olmak amacıyla bu eylemleri de kamuoyuna duyurduk. Çünkü bu gaspçıların, onları destekleyen siyasetçiler ve kurumlarla birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolündeki bölgelere hala erişebiliyor veya iş ve diğer amaçlarla Avrupa’ya seyahat edebiliyor olması vatandaşları derinden rahatsız etmektedir. Kıbrıs vatandaşları olarak, yarım asırdır devam eden bu suçların ardından devletimizin yanı sıra Avrupa Birliği ve kurumlarının da anlamlı adımlar atmasını bekliyoruz.

İşgale ve yerleşimci sömürgeciliğine karşı mücadelenin yaptırım, ambargo ve boykot çağrılarını da içermesi gerektiğini özellikle vurgulamak isterim. Bu yaklaşım, kısa bir süre önce çeşitli kesimlerden yüzlerce aydın, akademisyen, gazeteci ve aktif Kıbrıslı vatandaş tarafından imzalanan “Kıbrıs’ın Özgürlüğü için Pan-Kıbrıslı Seferberliği Bildirisi” ile de dile getirilmiştir. Türkiye’nin Kıbrıs’ta devam eden suçlarına karşı tüm hukuki, siyasi ve ekonomik araçları kullanmalıyız. Hem devletimizin hem de Avrupa Birliği’nin kurumları harekete geçmelidir ve biz Kıbrıslılar olarak bu kurumların sorumluluklarını yerine getirmeleri için baskı yapmaya devam edeceğiz.

Son olarak, “Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesindeki mülk gaspı sorununun Kıbrıs meselesiyle çözüleceği” iddiası yalnızca yanlış ve etkisiz değil, aynı zamanda yıkıcıdır. Kıbrıslılar için Kıbrıs meselesi, bazılarınca öne sürüldüğü gibi iki toplumlu bir siyasi sorun değildir. Bu bir işgal ve kolonizasyon sorunudur. Kıbrıs sorununun iki toplum arasındaki siyasi bir anlaşmazlık olduğunu savunanların, insanlığa karşı işlenen suçları önlemenin tek yolunun bu sorunu çözmek olduğunu öne sürmeleri utanç vericidir. Çünkü insanlığa karşı işlenen suçların sona erdirilmesi siyasi bir sorunun çözümüne bağlı olamaz ve olmamalıdır.

İnsanlığa karşı işlenen suçları fiilen aklayan bu utanç verici fikrin savunucularının Kıbrıs sorununa apartheid benzeri siyasi çözümler önermeleri de dehşet vericidir. Bu tür öneriler, Türkiye’nin yerleşimci kolonizasyonu ve toprak gaspı da dahil olmak üzere işlediği suçların hesabını vermekten kaçmasına olanak sağlayacaktır.

Başlangıçta da belirttiğim gibi, Türk işgali bugün insanlığa karşı işlenen suçlar, yaygın insan hakları ihlalleri ve sınıraşan örgütlü suçlarla iç içe geçmiş durumdadır. Bu meseleleri acilen ve ciddiyetle ele almak hepimiz için bir görevdir. Kıbrıslılar, dünyadaki diğer tüm milletler gibi, anavatanlarında barış, güvenlik ve her insanın hak ettiği haysiyetle yaşamayı hak etmektedir.

About the author