Simon Aykut davası: Hipokrat müteahhit miydi?

Aziz Şah – Geçen hafta ve geçtiğimiz gün Simon Aykut’un kanser olduğu iddiasıyla ilgili duruşmalar yapıldı. Bugün de karar okunacak…

ABAD, AİHM ve Kıbrıs Cumhuriyeti içtihatına rağmen mahkemeyle inatlaşarak “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal bölgesinde yargı yetkisi yoktur” diyen Kıbrıslı Rum avukatlar Cumhuriyet’i AİHM’de dava etmek için 40 gün erteleme talep etti.

Duruşmalarda bugüne kadar Kıbrıslı avukatlar Maria Neophytou ve Nicoletta Charalambidou’nun Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliği ile inatlaşmasına tanık olduk “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yargı yetkisini tanımıyoruz” diyerek…

Şimdi de Kıbrıslı uzman doktorların karşısına İngiltere’den gelen pratisyen hekimi koydular. Altı aydır check up’tan geçiriyorlar Simon Aykut’u.

Kıbrıs Cumhuriyeti tepesinde AİHM ile AB Temel Haklar Şartı kılıcı sallanan bir devlettir. Ne doktorların ne yargıçların hata yapma lüksü var!

İngiliz doktor yarım yamalak ifade verdiğinde bedel ödemez ama Kıbrıslı’ya ödetirler…

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “büyük balık” olarak ibret olsun diye yargıladığı Simon Aykut’un sağlık hakkını gasp ederek davaya gölge düşürmek ve yarın AİHM’de mahkum olmak istediğini hiç sanmıyorum.

Aykut’un Kıbrıslı Rum avukatları mahkemeye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Yaşam Hakkı ve İşkence Yasağı maddelerinden itiraz ediyor.

Savcı Andreas Aristides ise cevap olarak,

-“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Devletlere özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin fiziksel sağlığını koruma yükümlülüğü getirir ancak bu madde bir mahkumun sağlık gerekçeleriyle serbest bırakılması ve hatta Cezaevi dışındaki bir hastaneye nakledilmesi yönünde genel bir yükümlülük getirmez. Kendisine sağlanan tıbbi tedavi yeterlidir ve kendi seçtiği bir doktor tarafından muayene edilmektedir. Bu davada Aykut’un şartlı tahliye ile serbest bırakılması olasılığını haklı çıkaracak istisnai bir durum yoktur” dedi.

Yalnızca avukatlar değil, sorulan hiçbir soruya cevap veremeyen İngiliz pratisyen hekim de Savcı’yı çıldırttı.

Savcı sonunda içinden çıktı ve şöyle dedi Dr. George Kay’e:

-“Sadece sanığın tutukluluğuna yapılan itirazı desteklemek için ortaya koyduğunuz görüşü tasarladınız, oluşturdunuz”…

Kıbrıs’a gelip Aykut’tan kan aldı, sonra kanı İngiltere’de iki laboratuvarda test edip “muhtemelen prostat kanseridir” dedi.

-“Muhtemelen”…

Savcı sorulara cevap alamadıkça tartışma Dr. Kay’in verdiği absürt örneklerden dolayı güldürüye dönüştü…

Dr. Kay sonunda şöyle dedi:

-“Hipokrat, kişinin ilk tedavisinin diyet olması gerektiğini yazmıştır. Ve o bir beslenme uzmanı değildi. Oysa bir pratisyen hekim olarak benim işim, bir hastanın risklerini belirlemek, onları çok yakın çalıştığım ilgili uzmana götürmek ve bir tedavi olduğunda hastaya bunu uygulamaktır”…

-Hipokrat diyetisyen değildi, ben de ürolog değilim, diye ifade veriyor!

Simon Aykut gibi bir parababası için koca dünyada bir tıp profesörü ya da en azından prostat kanseri konusunda uzman bir doktor bulamadılar. Yaşını başını almış ununu elemiş eleğini asmış emekli bir pratisyen hekimi getirdiler…

Yok muydu İsrail’de bir üroloji profesörü ifade verecek? Ya da İngiltere’den konunun uzmanı bir doktor neden gelmedi?

Kara para ve toprak gaspına dair 242 suçlamanın olduğu bir davada “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yargı yetkisini tanımıyoruz” diyen avukatların beceriksizliği midir bu durum, yoksa ifade verecek başka doktor mu bulamadılar?

-Diyet yapın, demiş Hipokrat!

Savcı cevap olarak şöyle dedi:

-“Bay Kay, Hipokrat da insanların hayatlarını sürdürebilmek için pek çok şeyi mühendislikten geçirdiğini söylemiştir. Siz de bugün Mahkemeye geldiniz ve bu görüşü sadece sanığın tutukluluğuna yapılan itirazı desteklemek için tasarladınız, oluşturdunuz”…

Almanya, İsrail, Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerde şirketleri var Simon Aykut’un. Uluslararası hukuk büroları ile çalışır. İşgal altında gasp edilmiş topraklarda inşaat yapmamasını hiçbir avukat söylemedi mi kendisine?

Yoksa, Filistin’de işgal edilen topraklarda hukuk tanımaz İsrail’in istediği gibi inşaat yapmasından mı güç aldı?

Kıbrıslı Türk avukatlar “arazilerin parasını sahiplerine öde” dedi, ödemedi.

“Toprağımızın parasını ver” diye kapısına giden Kıbrıslı Rum mültecileri kovdu…

Trikomoluları kanser etti, kendi de hapse girdi!

Kıbrıslı Türk toplumu ise müteahhitlerin işlediği suçun bedelini ödeyecek. Daha fatura kesilmedi!

About the author