Külliye’ye karşı küllü suyu gibi oturdular yerlerine!

Aziz Şah – Churchill der ki,

-“Önce biz yapılarımızı şekillendiriyoruz, daha sonra da onlar bizi şekillendiriyor”…

Meydanlar, mahkeme, okul, hastane, cezaevi binaları, parklar, caddeler ve dahi tuvalette oturduğunuz klozetin yapısına kadar her şey insana şekil verir!

-“Mekân” insanı kalıba döker!

Külliye’ye bakarken Denktaş’ın Kıbrıslıları “sinek”e benzeterek aşağılaması geliyor aklıma…

Denktaş sinek dedi, Erdoğan sinekleştirdi!

Devasa duvarların önünde yüksek tavanların altında küçüleceksiniz.

-Çok küçüleceksiniz…

Görkemli binalar insana kendisini küçük göstermek için yapılır. Küçültmek için…

Egemenlerin “mühür” vurmak için yaptırdığı “tarihi eser”in görevi budur: İnsanı ezmek!

Hem içine girenler hem dışarıdan bakanlar hem de kapısına gidecek olanlar ezilecek.

Hiçleştirme üzerine kuruludur Türk işgal ve sömürge rejimi.

Yarım asırdır “hiç”, “piç”, “besleme” olduğunuzu söyleyenler size “sinek” olduğunuzu anlatan devasa bir bina yaptı kapısına gittiğinizde küçüleceğiniz…

İşgal rejimi binayı şekillendirdi, bina da şimdi koloniyi şekillendirecek!

***

Erdoğan, 2021’de Türk işgalinin yıldönümünde ilan etti yeni bir meclis-saray-cami kompleksinden oluşan bir Külliye yapılacağını.

O günden beridir Kıbrıs’ın işgal bölgesinde “külliye testi”nden geçti ve geçiyor herkes ve her kurum.

Testin kendisi bir “terbiye” süreci…

Amaç sadece Külliye inşa etmek değildir. Betonu dökerken topluma da şekil vermektir…

-Terbiye ettiler sizi, siz terbiyesizlik yapamadan!

Yapımına başlanmadan önceki “yaptırmayacağız” naralarından, yapımına başlandıktan sonraki “külliye değil, hastane ve okul isteriz” ikiyüzlülüğüne, duvarlar yükseldikten sonra tamamen sinekleşen muhalefete…

-Külliyeye karşı küllü suyu gibi oturdular yerlerine!

***

“Külliye testi” daha uzun süre devam edecek…

Henüz duvarları yükselmeden, Fransa’nın Cezayir’i işgalinin 100’üncü yılında diktiği anıtı hatırlatıyordu!

Fransızlar işgal ettikleri Cezayir’de 100 sene beklediler anıt dikmek için, Türkler ise işgal ettikleri Kıbrıs’ta 50’nci senede diktiler anıtı.

Külliye’yi ta başından “soykırım anıtı” diye tanımladım. İşgal işbirlikçilerine hep “kansız soykırımın kasapları” dedim. Şimdi külliye ile bütünleştiler…

Betona şekli verdiler, şimdi beton koloniye şekil verecek.

Külliye ile anıtlaşan kansız soykırım rejiminde bundan sonra sendikalar ve meslek odaları olmayacak. Bu sürecin en büyük kaybedeni “dar korporatist” sendikalar ve meslek örgütlenmeleridir. Kıbrıs ve Kıbrıslılar kaybettiğinde bile onlar bir yolunu bulup hep kazandı ama külliyenin yapım aşamasından itibaren hükümleri ortadan kalktı.

-“Ama” ve “fakat” diye ‘mücadele’ eden yok olur!

İlkesiz ve tutarsız popülistler “saman alevi” gibi parlar “küllü suyu” gibi oturur. Külliye sürecinde de bu oldu…

Ankara,

-“Ne paranı ne memurunu ne paketini ne askerini” sloganını duyduğu zaman tilt olduydu.

Sendikalar ve meslek odaları,

-“Külliye değil hastane ve okul yapın” dediğinde diz çöküp etek öptü.

Sonrası mı? Ankara KTMMOB Yasası ve Tüzüklerini çöpe attı inşaat sürecinde. Bundan sonra mimar ve mühendis odalarını kim ciddiye alır?

Külliye’nin betonunu dökerken topluma şekil verdiler. Sendikaların ve meslek örgütlerinin hükmünün olmadığı bir koloni toplumu yarattılar.

En önemlisi “hüküm” de değildir…

Önce örgütlerin kendine saygısı kalmadı, sonra toplumun saygısı kalmadı…

Çünkü “hayır” diyebilmek insan onuru için vazgeçilmezdir. Onur ise insan kalabilmek için…

***

Külliye testi en zor aşamasına geldi…

Bundan sonra “meclis”in önüne eylem çağrısı yapıp kıçını TC Sömürge Valiliği’ne dönmek yok!

Ya TC işgal valiliğinin önünde olacak eylemler ya da Külliye’nin önünde!

İşte Külliye testinin en zor aşaması…

Külliye’nin önünde eylem yapmak da kolay iş değil:

-Anayolun üstünde “meclis”in ana kapısına 300-400 metre mesafede…

-Külliye’nin kapısını da Dianellos’un kapısını kırdığınız gibi kıramazsınız, geçti o devir!

Anladınız mı bina (yapı) nasıl toplumu şekillendirir?

O yüzden siz siz olun Külliye’nin önünde eylem yapmayın…

TC işgal valiliği ne güne durur!

About the author