
Aziz Şah – İki gündür yazı yazamadım. Gazetedeki köşemde eski yazılar çıktı…
Küçük bir Anadolu kasabası olan Nalbantoğlu Hastanesi’ndeydim. Tabip kapısındaydım, ilaç kuyruğundaydım, reçete yazması için “ilaç doktoru”nun kapısındaydım, ilaç deposundaydım…
Kuyruğundan tuttum da başı Anadolu’ya uzanıyordu.
İlk gün dereyatağının üzerine gecekondu gibi kaçak yapılmış Acil Durum Hastanesi’ndeydim. Ama durum hiç acil değildi. Acil olsa ne yazar, içeri girdiğimde mahşer yeri gibiydi…
22 Ocak linçinden sonra dağılan kalabalık kadar sükunet içinde yığıldı koloni gürûhu girişte.
Acil Durum Hastanesi işgal rejiminin prototipi gibidir. Dereyatağının üzerine kaçak yapılmış çakma Osmanlı mimarisi bir gecekondu.
Vitrininde birkaç Kıbrıslı durur. Aynı işgal rejiminin vitrininde Ersin Tatar, Ünal Üstel, Tufan Erhürman, Kudret Özersay, Serdar Denktaş’ın durduğu gibi…
Vitrini geçtikten sonra arka tarafa doğru gittikçe metre kare başına düşen Kıbrıslı sayısı azalarak sıfırlanır.
Girdim vitrinden içeri. Kıldan ince kılıçtan keskin koloninin içine…
Kıbrıslıları böyle yerlerde hemen ayırt edersiniz.
Çünkü hiçbir zaman vatanlarını savunmadıkları gibi kuyruktaki yerlerini savunurlar…
-Vatanlarını savunmuş olsalardı kuyruk o kadar uzun olmazdı.
Son zamanlarda fark ettim, bizim ihtiyarlar ne çıngar oldu öyle!
Eskiden öyle değillerdi, enselerine vururdun kuyruktaki yerlerini alırdın sesleri çıkmazdı.
1974’ten beridir vermedikleri mücadeleyi hastane kuyruğundaki yerlerini korumak için veriyorlar şimdilerde.
Hepsi emekli olunca muhalif olur zaten…
15 tayka eve erken ya da geç gitseniz ne olacak?
Angoniler bakayım hangi Avrupa ülkesindedir…
-Ama ben önce geldim!
-Sen sonra geldin, enayi miyim?
1974’te kaptırdın yerini Rum evlerine “TUTULMUŞTUR” yazarken…
Senin yerine geçtiler, senin adına konuştular, seni diplomasi masalarında pazarlık kozu yaptılar.
Vitrinde seni kukla yaptılar, vitrinin arkasında da vatanımızı parsellediler.
-1974’ten beri vermediğiniz mücadeleyi hastane kuyruğunda “bir sıra önde durarak” mı veriyorsunuz?
Girdim Rizeli Emrullah Turanlı’nın yaptığı hastanenin içine…
Salon Ercan Havalimanı gibi, Türkiye iç hatları…
Nüfus “Külliye” açılışından sonra dağılan kalabalık gibi…
Sistem mi çökmüş, memurlar mı gelmemiş, izne mi çıkmışlar diye işlem yapılmıyor.
Berikat eski başhekim Bülent Dizdarlı oradaydı da duruma el koydu.
Botokslu memurlar botoks ile şişirilmiş nüfusun kaydını yaptı…
Slogan atmadan olaysız dağıldı herkes. Vatanını yarım asırdır savunmayan deyze ve amca ise vatansızlığının idrakine varamadan kuyruktaki yerini korumanın huzuruyla evine gitti.
Ertesi gün baştan ilaç yazdırmaya gittim küçük bir Anadolu kasabası olan Nalbantoğlu’na…
Ne zaman hastanenin kapısından içeri girsen başlarım Denktaş’tan, Hakkı Atun’a, İsmet Kotak’a…
“KTFD Dışişleri Bakanı” Vedat Çelik, 1975’te Türkiye’nin Kıbrıs’ın işgal bölgesine taşıdığı nüfus konusunda BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim’a yalan söylerken Denktaş “toplum lideri”ydi, Kotak “İskân ve Rehabilitasyondan Sorumlu ilk Bakan”dı, Atun ise Türkiyeli yerleşimcilerin iskânından sorumlu “bakan müsteşarı”ydı vitrinde.
Silah zoruyla topraklarından kovulan Rumların evlerine yerleşimci kolonizasyonunu TC Elçiliği Yardım Heyeti yürüttü, vitrinde kullanışlı “Kıbrıslı” aparatlar durdu.
İsmet Kotak anlatır:
-“Mağusa’ya gemilerle gece getirirdik BM Barış Gücü resim çekmesin diye…
-…feribottan inerken muhtara sorarım, ‘Kaç, sayı kaç?’ derim. ‘Biz Kıbrıs’a nüfus istiyoruz kardeşim’ derim”…
-“Kaç, sayı kaç?”…
-“Biz Kıbrıs’a nüfus istiyoruz kardeşim”…
O “sayı” bugün hastane kuyruğunda…
Küçük bir Anadolu kasabası olan Nalbantoğlu’ndan girdim içeri…
İlaç doktoru ne büyük bir icattır! Dünyanın başka neresinde var bilmem…
Doktorun işi bilgisayardaki kayıtlı ilaçları sekreter gibi baştan yazmak.
Sıra numaram 51’di…
Ne tesadüf, işgalin 51. yılındayız.
5 saat bekledim…
İlaçlar ise eczanede yoktu.
-Saçma da olsa bekleyişin, bekle…
Salonda bir British, 3-4 Kıbrıslı vardı.
“51. Koğuş” diye bir hikâye mi yazsam acaba?
Çehov’un 6. Koğuş’u gibi…
6 Numaralı akıl hastaları koğuşunun statükocu ve kayıtsız doktoru koğuşa kapatılır ve ölür sonunda.
İşgal bölgesinde hastanede geçirdiğim iki gün sırasında kayda değer Kıbrıslı yoktu, arkalara gittikçe de sıfırlandı.
Geldim eve bilgisayarı açtım, sosyal medyada işgal rejiminin dalkavukları,
-“Kıbrıslı kimdir, Kıbrıslı Türk kime denir?” diye tartışıyor kendi kendine.
Sosyal medyayı kapattığınız zaman işgal rejiminin dalkavuklarının Kıbrıs’ta hiçbir karşılığı yoktur.
İşte bu yüzden “Kıbrıslıyım” diyenlere ve Kıbrıslılığı savunanlara nefretle saldırıyorlar.