Gözde Bedeloğlu – 25/04/2014
Konuşmazdı. Sorardım, gözlerimin içine bakıp gülümserdi sadece. Merhamet eder gibi… Dünyanın çöpüne, pisliğine dokunmak için daha çok küçüksün, hiç bilme, hiç duyma, çocuksun, çocuk kal biraz daha, acı deyince, topunu kaçırdığın gülün altında etini çizen dikenlerden başkasını anımsama. Sana, kelebeğin ömrü bir gündür dediğimde ağlıyorken, insanın insana ettiği zulümden haberin olmasın daha, der gibi… “Hadi gel ben sana bir bardak naneli limonata vereyim, yanında da hellimli çörek…”
• • •
Mahallenin teyzeleri hanayda kahve içerken, göçmen evinin eski merdivenlerinden sessizce süzülüp odasına girerdim. Artık hiç yatmadığı yatağında serili o kıpkırmızı kadife örtünün üzerine, büyük ceviz dolabın içinde ne var ne yoksa boşaltır, giyilmemenin hüznüyle solmuş elbiseleriyle oynardım. O gün bana oyun bahçesi gibi gelen odanın derin yalnızlığını anlayabilmem için, biraz daha büyümem gerekecekti. Şimdilik, tadını çıkarıyordum.
• • •
Kızmazdı. Karıştırır, dağıtır, bozardım. Ses etmezdi. Başını yastığına koymadığı o yatak, aynasına bakmadığı o şifonyer, içinde unuttuğu elbiseleriyle o dolap, kullanmaktan imtina ettiği bir mabedin parçaları değil; artık yaşamayan, varlığıyla yokluğu bir, önemsiz nesnelerdi. İsmet teyzem, maddi dünyayla bağlarını koparalı çok olmuştu. O, kanlar içinde, başı direksiyona düşmüş kocasını kucakladığında, ömrünü yere düşürüp kırmıştı. Eşya dediğin neydi ki, tabiatı gereği anlamsızdı. Hepsi cayır cayır yansa, bir sandalye çekip karşısına oturur, üzerine bir de sigara yakardı.
• • •
Ahmet Muzaffer Gürkan Kıbrıslıydı, avukattı, yazardı, gazeteciydi, muhalifti, biricik İsmet’inin kocası, karısının dul kardeşi ve çocuklarına kol kanat geren büyük yürekli enişteydi. O çocuklardan biri, Gülten, Ahmet Gürkan’ın kendisi gibi avukat olan arkadaşı Ayhan Hikmet’le kuracağı Cumhuriyet gazetesinde çalışacak ve iki avukatın ölüm tehditlerine karşı nasıl göğüs gererek mücadele ettiğine tanıklık edecekti.
• • •
“Gazeteye sık sık telefon ederlerdi. İmzasız mektuplar da gelirdi. Tehdit içerikliydi. Huzursuzluk çıkarmak, korkutmak istiyorlardı. Bir defa bana denk geldi. Çaldı, açtım. Derinden gelen boğuk bir ses. Akıllı olun, diyor. Aksi halde bize yapacaklarını bilirlermiş. Avazım çıktığı kadar bağırdığımı hatırlıyorum. Siz kim oluyorsunuz da bizi tehdit ediyorsunuz, köpekler! Sinirden yaprak gibi titriyorum. Telefon kesildi. Korkmuştum; ama ondan fazlası çok öfkeliydim. Ahmet Gürkan ve Ayhan Hikmet’in adada barışın sağlanmasından başka bir isteği yoktu. Bölünmeden, başka bir ülkenin boyunduruğu altına girmeden, özgürce bir arada yaşamayı dilemek nasıl olur da ölümle tehdit edilmeye neden olurdu? Anlayamıyordum.” Tehditler sıklaştı. Gülten, eniştesi Gürkan’ın ısrarına rağmen gazeteden ayrılmadı.
• • •
Ben, acıdan katılaşan bir yüzü ilk İsmet teyzemde gördüm. Kahkahası bağırmak, gülmesi acımak gibiydi. Beni severdi. Söylemezdi, ama ben yine de bilirdim. Eğer yapabilseydi, dünyanın bütün çocuklarının masumiyetini korumak için hepimizi sarıp sarmalardı. Ne zaman derin bir ah çekse; ne zaman eniştemin fotoğrafını severken gözleri bulutlansa, dönüştüğü bu acı dolu kadın kim diye merakla izlerdim onu.
• • •
Bundan 52 yıl önce, 1962’nin 23 Nisan gecesi, Cumhuriyet gazetesi başyazarı eniştem Av. Ahmet Muzaffer Gürkan (38) evinin garajında, yazar Av. Ayhan Hikmet (33) karısının yanında, yatağında öldürüldü. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılmasını savunuyorlar ve adanın bölünmesine de, Yunanistan’a bağlanmasına da karşı çıkıyorlardı. Aldıkları sayısız ölüm tehdidine rağmen gazetecilik yapmaya devam ettiler. 24-25 Mart 1962 tarihlerinde Lefkoşa’nın Bayraktar ve Ömeriye Camilerine konan bombaların faillerini açıklayacaklarını duyurdukları gazeteleri o günün sabahı son kez çıktı. Gazetenin baskıya verildiği akşam öldürüldüler.
• • •
Yıllar sonra Kıbrıs’ta sivil direnişi örgütlemek için Türkiye’den gönderilen emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, bir gazeteye verdiği röportajda, “Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık. Bir cami yaktık” diyerek, Gürkan ve Hikmet cinayetlerinin nedenini itiraf etti.
• • •
Geride kalan ailelerine çok eziyet edildi. Rum tarafına kaçsınlar ki, vatan haini olduklarını uluyabilelim, diyenler vardı çünkü. Hikmet’in karısı iki küçük çocuğunu alıp gitmek zorunda kaldı. İsmet Teyzem yoksulluk ve yoksunluk içinde, tuvaleti bile olmayan dükkândan bozma tek göz odada ayakta kalmaya çalıştı. Bugün, kocasıyla yan yana yatıyor.
• • •
O, yüzündeki derin acıyı toprağa bıraktı, ben de büyüdüm. İçini yakan ne varsa bir bir işledim yüreğime. Gürkan’ın bir dolmakalemi var bende. Mürekkebi demokrasi, özgürlük ve kardeşlikle dolu. Yazınca hiç yanılmıyor. Sımsıkı tutuyorum onu elimde. Biliyorum; barış, umudun tek pusulası çünkü.
(25 Nisan 2014 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır)