Kraliçe penceresinden bakmıyoruz dünyaya!

Aziz Şah – Tarihe geç kaldık, tarihten ders almamak için inat ettik, aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekledik…

1950’de Enosis Plebisitine karşı Türkçe ve Rumca konuşan Kıbrıslılar hep beraber “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” demeliydi…

1956’da Ağrotur ilk kez bir savaşta Süveyş’e karşı Fransız ve İngiliz savaş uçaklarına üs olduğunda Türkçe ve Rumca konuşan Kıbrıslılar “Ölüm üslerine hayır” demeliydi…

1958’de Türkçe ve Rumca konuşan Kıbrıslılar birlikte kutladıkları 1 Mayıs’tan sonra TMT ve EOKA’nın anti-komünist terörüne karşı birlikte “Yaşasın Kıbrıs işçi sınıfının birliği” demeliydi…

Politika böyledir, demir tavında dövülür. Yapılması gereken zamanda gereğini yapmayan demiri değil dizlerini döver!

Adına yakışır bir barış hareketi ve mücadelesi oldu mu bugüne kadar Kıbrıs’ta?

Bir barış mücadelesi önce anti-emperyalist olur…

Klişe mi gelir “emperyalizm meselesi” size?

1956’da Süveyş savaşında kullanıldığı günden beridir genişleyerek ve geliştirilerek bugünkü halini alan İngiliz üslerine karşı çıkmadan Kıbrıs’ta barış savunulamaz…

Neden mi?

1956’da Britanya Sömürgeler Bakanı Ankara’ya gidip “Made in Britain” olan “Taksim Tezi”ni Türkiye’ye kabul ettirdiğinde TC Hükümeti Taksim’in bir parçası olarak “İngiliz enklavları”nı yani üslerini “milli dava” ilan etti.

Yani İngiliz üslerinin Kıbrıs’ta savunulması “milli dava”sıdır Türkiye’nin.

Bugün sorunumuz ne?

Taksim!

Taksim’in bir ayağı bölünme ise diğer ayağı İngiliz üsleridir.

Bu yazılanları herkes bilir! Bilir bilmesine ama siyaset yaparken ve fikir üretirken bilgiyi namluya sürmez: “BM parametreleri çerçevesinde iki bölgeli iki toplumlu federasyon” ve “Kıbrıs Cumhuriyeti’nden gelen haklarımız” dediniz mi barış mücadelesi zannedilir…

“Yes be annem” ve “Kıbrıs’ta barış engellenemez” sözleri de hiçbir şey ifade etmez…

24 Nisan’da İnönü Meydanı’na girdiğimde “zaman tüneli”ne girmiş gibi hissettim. Aynı slogan (Kıbrıs’ta barış engellenemez), aynı şarkı (Mevsimi geldi artık). Oysa barış engellendi, mevsimi çoktan geçti…

Zaman tünelinde yürürken Annan mitingleri sırasında kürsüdeki sunucunun “Bir alkış da ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell için!” dediği an avuçları patlarcasına alkışlayan kalabalığın ortasındaki çaresizliğimi hatırladım; evet, hatırlaya hatırlaya bunu hatırladım gene, çocuk yaşta Amerika’dan mazlum halklara dost olamayacağını öğrendim çünkü…

Bugün hâlâ ABD’nin ya da Britanya’nın “federal Kıbrıs”ı savunuyor olmasına bağlanmış bir umut var…

2003’te Ledra Palace kapısı açıldıktan sonra gazetemizi ziyarete gelen AKEL yöneticilerine sormuşlardı:

-“İngiliz Üsleri hakkında ne düşünüyorsunuz?”

AKEL de cevap verdi:

-“Şu anda işgale karşı mücadele ediyoruz, ikinci bir cepheyi İngiliz’e karşı açarak onu da karşımıza alamayız”…

İngiliz emperyalizminin karşısında olduğunun farkında olmayan bir “komünist” parti…

İngiliz işte böyle idare etti Türkü de Rumu da! İki taraf da İngiliz’i ürkütmeyelim ki müzakere masasında “bizim taraf”ta olsun dedi; İngiliz kendi tarafından, yani Taksim’den yana oldu…

AB ve ABD fonlarıyla ıslah edilmiş bir “sivil toplum” olan sahte sol bunları anlayamaz. Ancak da aynı ezberlerle aynı şeyleri yapıp farklı sonuç elde edeceğini zanneder. Müzakere masasının düzenine karşı çıkmak yerine, masada bir günah keçisi arar…

Fikret Demirağ’ın dediği gibi:

“ ‘Kraliçe Penceresi’nden bakanlar için: YES!

Yürek takvimi kullananlar için: NO, BE ANNEM!”

Tek başımıza da kalsak söyleyeceğimiz budur bizim…

(5 Mayıs 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author