‘‘Yesinler birbirlerini’’ diyecek durumda değiliz!

Aziz Şah – Kıbrıs’ta 1958-1996 yılları arasında gazeteci ve sendikacılar öldürüldü Türk kontrgerillasınca.

Fazıl Önder, Ahmet Yahya, Ahmet Muzaffer Gürkan, Ayhan Hikmet, Derviş Ali Kavazoğlu ve Kutlu Adalı…

Türkiye’de 1970’li yıllarda faşistlerin ‘iç savaş stratejisi’nin kurbanı olarak da 1976-79 yılları arasında Kıbrıslı öğrenciler öldürüldü.

Özer Elmas, Mehmet Ömer, Muharrem Özdemir, Mustafa Ertan, Ercan Turgut ve Sadık Cemil…

Ne zaman duysam irkildiğim bir söz vardır:

-‘‘Yesinler birbirlerini’’…

İktidar bloğu içerisinde yaşanan mücadelelerde ya da kendisine uzak sandığı bir savaş için kolaylıkla ‘‘Yesinler birbirlerini’’ sözünü söyleyen korkak bir çoğunluk vardır.

Kahvede, evde, meyhanede, kulüpte, işte, sosyal medyada oturup Doğu Akdeniz’de, Karadeniz’de, Çin denizinde dünya savaşının örülen ağalarını izlerken “Yesinler birbirlerini” der.

Egemenler arasında mahkemeye taşmış ya da silahların çekildiği bir çatışma için de aynı şekilde ‘‘Yesinler birbirlerini” der. ‘Susurluk kazası’ böyle bir durumdu, Ergenekon davası ya da Sedat Peker’in ifşaatlarıyla başlayan kontrgerillanın kan tazelemesi…

İktidar bloğu içerisindeki çatışmanın ortasında kirli ilişkiler içinde öldürülen bir işadamı için de “Yesinler birbirlerini” der; ya da ‘Su testisi su yolunda kırıldı’ kolaycılığına kaçar.

O ‘testi’yi kırılması için yola kim yolladı, ‘testi’ kimindi, ‘testi’den kim su içiyordu, kim kırdı, testi kimin kafasında kırıldı diye sormaz. Çünkü korkar, korktuğu için “Yesinler birbirlerini” sözüne sığınır.

“Nedir yahu zaten olacağı, daha fazla ne olabilir ki” diye de kendi korkusunu bastırmaya çalışır. 22 Ocak linçinden sonra biz bu sözleri çok duyduk!

Bu hâl, ‘‘Bunlar daha iyi günlerimiz’’ pasifizminden başka bir şey değildir. “Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın” teslimiyetçiliğinden farkı yok ‘‘Bunlar daha iyi günlerimiz’’ ya da ‘‘Yesinler birbirlerini’’ söylemlerinin. İnsanın dili ne söylerse, aklına da o yatır. Bu teslimiyetçi dil de teslimiyetçiliği üretir. İnsanın direncini kırar. Sorgulanmadan o kadar çok tekrar edilir ki, tabuya dönüşür.

Psikiyatır Engin Geçtan’ın sözü cuk oturuyor tam buraya: “Korkan insan korkutur. Korkutulan insan, korkutanın da korktuğunu kendi korkusundan ötürü fark edemez…”

Korkan insan pısırıklaşır, pısırıklaşan insan umursamaz olur…

“Yesinler birbirlerini“, “Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın” ve ‘‘Bunlar daha iyi günlerimiz’’ diyen korktuğunu söyleyenden daha çok korkmuştur; o kadar çok korkmuştur ki korktuğunu söyleyecek cesareti bile yoktur.

Mussolini’nin zindanlarında İtalyan komünisti Antonio Gramsci şöyle yazıyordu: “Eski dünya ölüyor, yeni dünya doğmak için mücadele ediyor: Şimdi canavarlar zamanı…”

Yerel, bölgesel ve küresel farketmeksizin egemenler arasındaki mücadele dönemleri Gramsci’nin ‘‘canavarlar zamanı’’ dediği şeydir. ‘Yesinler birbirlerini’ kolaycılığı ise mezarınızı kazar!

Eski dünya ölür, yeni dünya doğmak için mücadele eder; korktuğunu söyleyecek cesareti bile olmayanlar ‘‘Yesinler birbirlerini’’ der.

Kıbrıs’ta 1958-1996 yılları arasında öldürülen aydınlarımız ‘‘Yesinler birbirlerini’’ denen bir dönemin kurbanıydı. Bir yanda Soğuk Savaş, anti-komünizm, Kıbrıs adasını paylaşamayan iki şovenist liderlik, onların ahmaklıklarını kullanan emperyalizm ile Özel Harp Dairesi’nin ve iktidar bloklarının ‘‘canavarlar zamanı’’nın tam ortasında kalan aydınlarımızı yediler.

Birbirlerini değil, bizi yediler!

1976-79 yılları arasında Türkiye’de öldürülen Kıbrıslı öğrenciler de Türkiye kapitalizminin o dönem geçirdiği dönüşümün ‘‘canavarlar zamanı’’nın kurbanları oldu.

Birbirlerini değil, bizi yediler!

(18 Şubat 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author