No, be annem!

Aziz Şah – Lisedeydim ilk siyasi kavgamı ettiğimde…

Gözümün önüne gelir o an…

Odada birkaç “Yes be annem”ci CTP’li genç vardı…

Bir asker çocuğu, bir de ben…

Annan Planı zamanları…

Kıbrıs sorunu konuşulurken laf birden Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’e gelmişti…

Ahmet An’ın “Fırtınalı Yıllar” kitabını yeni okumuştum o zamanlar…

“Yes be annem”ci gençler bilmiyor, ama asker çocuğu biliyordu öldürülen iki avukatı!

Hikmet ve Gürkan’ın “vatan haini” olduklarını söyleyince asker çocuğu, nevrim döndü!

“Ne vatan haini? Hangi vatanın haini?”

“Bu memleket bizim, hainine sen mi karar vereceksin?”

“Türkiye’den gelmişsin sen mi belirleyeceksin vatan haini kim, yurtsever kim? İşgalci!” dediğimi hatırlıyorum…

Bildiğiniz patladım…

Elim ayağım sinirden zangır zangır titriyor…

“Yes be annem”ci gençler beni sakinleştirmeye çalıştılar…

Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’i bilmedikleri için tartışmada CTP’li gençler o gün “tarafsız” kaldı.

Sonra da hep tarafsız kaldılar!

Haklı ile haksızın, ezen ile ezilenin mücadelesinde tarafsız kalarak hep haksızdan ve ezenden yana taraf oldular…

Yıllar sonra AKEL’ci Türk Kıbrıslılarla Enosis konusunda benzer bir tartışmamız oldu…

AKEL’in iki toplumlu kebap etkinliklerine gitmeyi devrimcilik ve AKEL’i komünist parti sayıyorlardı; AKEL’den başka da bir “güç” olmadığını ve olamayacağını söylüyorlardı…

AKEL’in tarihindeki Enosis ihaneti ile yüzleşmeyi reddediyor ve kestirip atıyorlardı konuyu…

Rum toplumunda AKEL’den başka bir “güç” olmadığı doğruydu. Ama bu “güç”ü sorgulamayı reddediyorlardı. Sorun burada…

Sorgulamazsanız sadece tapınırsınız!

Hiçbir tapınak da insanı özgürleştirmedi…

“Bu güç nasıl oluştu?” Esas mesele bu!

AKEL’ci Türk Kıbrıslıların Enosis konusunda söylediği “AKEL özeleştiri verdi”ydi. Başka söyleyebilecek bir sözleri yoktu…

1941’den 1974’e Enosis’i savunarak Taksim’i getiren bir “komünist parti” özeleştiri verse ne yazar?

Özeleştiri verseydi, AKEL yönetiminde Enosis’e karşı duran 5 kişiden biri olan Plutis Servas hayatı boyunca AKEL’in “lanetliler” listesinde mi olurdu?

“Özeleştiri” mezar taşına bırakılan bir kuru karanfil midir?

AKEL’ci Türk Kıbrıslılarla Enosis meselesini uzun uzadıya tartışmadım. Çünkü tarihi belgeleri inkâr ediyorlardı. Ya da içinde işlerine geleni seçiyorlardı. İnanmak istediklerine inanıyorlardı…

Bu inkarcı kafa yapısıyla tartışmamam gerektiğini öğrenmiştim.

Lisede asker çocuğu, liseyi bitirdikten sonra AKEL’ci Türklerle tartışmamın üzerinden biraz daha zaman geçti…

2008 yılıydı…

1968 devrimci dalgasının 40. yılı…

1968’in 40. yılı kongresi vardı Berlin’de. Berlin Özgür Üniversitesi’nin avlusunda yanıma biri yaklaştı…

“Sen Aziz misin?” dedi. “Evet” dedim. Hiçbir şey söylemeden sarıldı. “Senden çok bahsettiler kongrede bir Kıbrıslı var diye, seni arıyorum, ben Leo, ben da Kıbrıslıyım…”

Ben da ona sarıldım. İki Kıbrıslı Berlin Özgür Üniversitesi’nin o muhteşem mimarisinin ortasında etrafımızdaki kalabalığa aldırış etmeden Kıbrıs’tan konuşmaya başladık…

Adının Leo olduğunu duyunca, “Leo Davidoviç Trotskiy’den mi aldın adını” dedim. Gülüştük…

Laf döndü dolaştı AKEL’e geldi…

AKEL’in içinde grup kurduklarını, mücadele ettiklerini, dergi çıkardıklarını söyledi.

Amcası girmiş önce AKEL’e, sonra kendi. 80’lerden beridir AKEL içinde “örgütleniyorlar”mış.

AKEL’den ne zaman kopacaklarını sordum. “Daha vakti var” dedi…

Anladım mevzuyu, “kopamazsınız” dedim.

Devrimcilerin büyük sosyal demokrat partilerin içine girerek orada örgütlenmesine “entrizm” denir Marksist terminolojide. Entrizmin amacı düzene teslim olmuş sol partiye girip, orada örgütlenmek, koparabildiği kadar kitleyi partiden kopararak partiden ayrılmak.

Tarihte pek başarılı “entrizm” örneği yoktur. Dünyanın bütün büyük sosyal demokrat ve sosyalist partilerine sızan böyle “hizip”ler olur. Bir süre sonra partiye sızdıklarını bile unutarak parti bürokratına dönüşürler. Bildiğim en başarılı örnek İngiltere’dedir: Labour’un içine sızan sosyalistler koparak Sosyalist Parti’yi kurdular. En azından içine sızdıkları partiden bir diş kopararak ayrılmayı başardılar. Çoğunlukla içine girdikleri partiden kopmayı göze alamaz hizipler… Mesela bugünkü Alman Sol Partisi, Die Linke, içerisinde kaç tane “sızmış” grup var, Allah bile bilmez! İçine sızdıkları partiden parti kararı ile ihraç edildikten sonra bile yeniden parti üyesi olmaya çalışanları bile gördü gözlerim; bu yüzden 80’lerden beridir AKEL’in içinde “hizip olarak örgütlendikleri”ni anlattığı zaman Leo Berlin Özgür Üniversitesi’nin avlusunda bana, AKEL’den hiçbir zaman kopamayacaklarını anlamıştım…

AKEL’den kopamıyorlardı çünkü parti hem ekonomik hem de politik tekeli elinde tutuyordu: Hem işçinin hem işverenin birlikte örgütlendiği sendikal konfederasyon, hem işçi hem patron aynı partiye üye, hem de partinin kendi mülkleri ve üretim araçları/fabrikaları var; yani parti aynı zamanda işverendir. Mesela Laiko kahvesini üreten AKEL ve PEO üyesi işçi hak mücadelesi verebilir mi?

AKEL’in nasıl bir “güç” olduğu ve neden Rum toplumunda başka bir “güç”ün ortaya çıkmadığı sorusu yıllarca kafamı kurcaladı. Neden 100.000 kişilik bir toplumda bu kadar grev oluyor da 800.000 kişilik toplumda “tık” yok…

Ortada öyle bir “güç” var ki 1941’den 1974’e kadar Enosis’i savunarak Taksim tezini güçlendirmesine rağmen Türk Kıbrıslı solcular bu “güç” hakkında soru sormak bile istemiyor…

Kavazoğlu hakkında Hristakis Vanezos’un yazdığı ve Galeri Kültür tarafından Türkçesi yayınlanan “tarihi belge” bile AKEL’in sorgulanması için yeterli gelmiyor… Ya da ilk AKEL Genel Sekreteri Plutis Servas’ın AKEL’i yargıladığı ve tam 20 sene önce Galeri Kültür’ün yayınladığı Ortak Vatan kitabı bile koparması gereken gürültüyü 20 senede koparamadı! 

Bütün dünyada “komünist partiler”in tarihi ters yüz edilirken, bizde kendine “komünist parti” diyen AKEL’in tarihine karşı bir ilgisizlik var. Efsaneler ve parti resmi tarihi tartışılmıyor…

Kavazoğlu ve Mişaulis’in ölümündeki payı bile konuşulmuyor. Cinayetten efsane yaratarak beslenmeye devam ediyor parti…

Koca bir demir perde var efsane ile gerçek arasında…

Laf dönüp dolaşıp AKEL’in sadece Annan Planı’na “hayır” demiş olmasına geliyor! Bir tarafın evet, diğer tarafın hayır demesi için yapılan bir planda AKEL de üzerine düşeni yaparak hayır dedi.

Bunda şaşıracak ne var?

AKEL 1974’e kadar Enosis dedi. 1974’ten sonra “yeni şartları” ilk kabul eden parti oldu. “İki bölgeli iki toplumlu federasyon”u Rumlar içerisinde ilk kabul eden parti oldu. AKEL hep “zamanın ruhu”na uydu.

Şovenizm hakimken şovenist oldu. Ülke bölündükten sonra da bölünmeyi kabul etti.

AKEL hep içine döküldüğü kabın şeklini aldı.

Lenin “Somut durumun somut tahlili” der.  Durumu değiştirmek ve tarihe yön vermek için “somut durum”un tahlilini yapmanız gerekir. AKEL de tahlilini yaptı ve duruma uydu. Akıntıya karşı kürek çekmeyi göze alamadı…

Fazıl Önder, Muzaffer Gürkan, Ayhan Hikmet ve Kavazoğlu birey olarak akıntıya karşı kürek çekmeyi göze aldılar. Koca parti göze alamadı…

Hep akıntının yönünde gittiği için nüfusa oranla dünyanın en büyük “komünist parti”lerinden biri oldu. Dünya üzerinde %10 oy alan “komünist parti”ye rastlanamayan zamanlarda AKEL bütün belediyeleri silip süpürüyordu.

AKEL hakkında kendi kendime en çok sorduğum soru şu oldu: 100.000 kişilik Kıbrıs Türk toplumu bile grevler açısından bu kadar dinamikken neden 800.000 kişilik toplumdan grev haberleri gelmiyor?

Almanya’da üniversite kütüphanesinde bir kitap çıktı bir gün karşıma. Bir Rumun doktora tezi…

Kıbrıs Cumhuriyeti’nde çalışma yaşamını anlatırken iki kavram kullanıyordu: Tripartizm ve neo-korporatizm…

Bu iki kavramı görünce sorduğum sorunun cevabını aldım. Tripartizm ve korporatizm sendikaların, sermayenin ve devletin birliği demektir.

İşçi sınıfının sermaye sınıfına karşı bağımsız mücadele vermesi tripartist rejimlerde anayasa ile engellenir. İşçi ve sermaye temsilcisini aynı masaya oturtur ve uzlaştırır devlet.

Yasal olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nde “çalışma komisyonu”nda Çalışma Bakanı, 3 işveren ve endüstri temsilcisi, 3 ticaret odası temsilcisi, 1 Türk işçi temsilcisi, 1 Türk ticaret temsilcisi, 3 PEO, 2 SEK, 1 de Türk işçi konfederasyonu temsilcisi var.

Bu sistem KKTC’de de kurulmak istendi ama KKTC’de bir sistem olmadığı için başaramadılar.

Tripartizm üçayaklı bir sistemdir: Sendika bürokrasisi, patronlar ve hükümet oturur karar alır. Özellikle İskandinav ve Orta Avrupa ülkelerinde bu sistem tutmuştur. Sendika ile patronu aynı masaya oturtan devlet sınıf mücadelesini devlet dairesinin koridorlarına sıkıştırır.

İşte AKEL de devlet koridorlarında dosya taşıyan memurun yakasına taktığı rozettir…

1941 yılında Kıbrıs Komünist Partisi AKEL olarak yeniden kurulurken sömürgeciliğe ve burjuvaziye karşı sınıf uzlaşmazlığı ilkesi yerini liberal burjuvazi ile uzlaşma ve Enosis için İngiliz’le işbirliğine bıraktı…

Avrupa Parlamentosu seçimleri için Türk ve Rum AKEL’ciler Kavazoğlu’nun mezarı başında oy istedi bu Nisan ayında. 2019 Nisan’ını hiç unutmayacağım bu yüzden…

Onları, Kavazoğlu’nun mezarı başında oy isterken gördüğümden beridir kafamda bir soru: “Kavazoğlu ve Mişaulis boşuna mı öldü?”

Bu yazı, AKEL’i yazdığım üçüncü Pazar yazısı. Üç hafta önce Kavazoğlu’nun mezarı başında oy istediler. “Kavazoğlu ve Mişaulis boşuna mı öldü?” sorusuna üç yazıdır cevap arıyorum ve aramaya devam edeceğim…

Fikret Demirağ “SABAHIN ‘MAHMUR FİLOZOF’U” şiirinde şöyle der:

‘Kraliçe Penceresi’nden bakanlar için: YES!

Yürek takvimi kullananlar için: NO, BE ANNEM!

(28 Nisan 2019 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author