Bir tabak bulgur pilavı, bir kadeh deniz suyu

Aziz Şah – Bir fotoğraf var önümde…

Patlamış bir mülteci botu…

Ve uzakta bir doğalgaz sondaj platformu…

Bacasından ateş çıkıyor!

“Akdeniz” diye kaydettim bu fotoğrafı…

Bir ağustos günü kaybettiğimiz Filistinli şair Mahmud Derviş’in ölüm haberi ansızın verandasız kalmak gibi bir şeydi. Ansızın kerpiç evden apartman dairesine taşınmak gibiydi. Toprağa çıplak basarken basacak toprak bulamamak gibi. Penceresi, perdesi, balkonu olmayan bir evde duvarla başbaşa kalmaktı.

Kontrol noktalarında bekleyen işgalci askerlere şöyle seslenmişti Derviş:

“Ey kontrol noktalarında bekleyenler gelin/

Soluklanın. Bizimle oturup bir Arap kahvesi için/

(Aynı insanoğlu olduğumuzu anlayacaksınız)”

Bizim kontrol noktalarına benzemez Derviş’in üstünü arayan askerlerin beklediği noktalar. Ağzımıza silahın namlusunu sokmazlar, burnumuzdan getirirler sadece bizim…

Bizde kontrol noktasından geçerken polis güneyden gyros-souvlaki sipariş verir, Ermeni’nin dükkânından lahmacun ister. McDonalds’dan da hamburger…

Bir kahveye fit olmaz bizim bekçiler.

Oturup bir kahve içseniz 40 yıl hatırı olmaz.

Temmuz çekildi, Ağustos katliamlarının ortasındayız.

Çöpçülerin elleriyle okşanmayı kabul etmeyen kadınların uçurduğu güvercinler sıçıyor üstümüze başımıza. Koşarak piyango alıyoruz Kıbrıs sorununa dair.

Çöpçülerin eldivenleriyle poz veren politikacılar steril ameliyat eldivenleriyle imzalıyor çerçeve anlaşmaları, çünkü çerçeve pis. Piyango hileli…

Gene bir ağustos gününde Mahmud Derviş gibi kaybettiğimiz Can baba, “Git bana bir rakı al” diye sesleniyor…

Zivania’nın yalnız içilmediği gibi rakı da en az iki kişiliktir.

Mare Nostrum’u, Bizim Deniz’i, Akdeniz’i yazan Can babanın öldüğü rutubetli, kasvetli, yapış yapış şu ağustos gününde “çöpçülerin elleriyle okşardım seni” derken ne demek istediğini daha iyi anlıyorum.

“Çöpçülerin elleri” ile rol yapıyorlar, “ameliyat eldivenleri” ile de pis işlerin altına imza atıyorlar.

Temmuz çekildi, Ağustos katliamlarının ortasındayız.

Ezidi kadını günlerce aç bıraktıktan sonra, önüne bir tabak bulgur pilavı koydular. Pilavın içinde et vardı, öldürdükleri çocuğunun etini yedirdiler Ezidi anneye. Yemeği yedikten sonra “o yediğin oğlundu” dedi petro-doların cihatçısı kadına…

Coğrafya evlatlarını yiyor. Tarih önce çölün kumlarını kirletti, sonra bulgur pilavını.

Annem ne zaman bulgur pilavı yapsa Ezidi soykırımında yaşanan bu olay gelir aklıma. Pilav kum olur boğazımda.

Önümde bir fotoğraf duruyor. Patlamış bir mülteci botu ve doğalgaz sondaj platformu aynı karede. “Akdeniz” diye kaydettim bu fotoğrafı…

Akdeniz’e yazılmış bütün şiirler artık hükümsüzdür.

“Mare Nostrum” askeri operasyonlara isim olmuş.

Avusturyalı ve Alman faşistler gemi yüzdürdü Akdeniz’de. Kerhaneye verir gibi bir de isim vermişler gemiye: C-Star. Akdeniz’de mülteci botlarını avladılar…

İnsancıklar gemi yüzdürdü Akdeniz’de mültecileri kurtarmak için. Adını “Alan Kurdi” koydular…

Söyle Üstad!

Zivania yalnız içilmez, deniz suyu yalnız içilir mi?

(5 Ağustos 2019 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author