Dünya durdukça bu mezar taşı unutmaz

Aziz Şah – Haritalar uçuşuyor…

Şu sıralar ekonomisi Abdülhamid döneminden beter olan Türkiye’nin 1870’lerde Abdülhamid dönemindeki Osmanlı sınırlarına “yeniden” ulaşmanın hayali kuruluyor…

-Yemeğe ekmeği kalmamış bir devlet neden başkalarının topraklarına göz koyar?

Ekmek yoksa hamaset mi yesin halk?

Sonbahardayız…

Kuru yapraklar gibi kuru haritalar uçuşuyor…

Tepeden tırnağa “sınırları yeniden çizme” hayali ile yanıp tutuşuyor Türkiye!

Kiminin haritasında Bulgaristan ve Batı Trakya da var…

Kiminin haritasında Musul-Kerkük…

Kimin haritasında Libya “eyaleti”…

Kiminin haritasında hepsi…

Hepsinin haritasında bütün Kıbrıs!

Kıbrıs’ı birleştirmişler…

Şükürler olsun!

Kıbrıs birleşmiş…

Ama yeni Osmanlı haritasında!

“Demografi” kelimesini duyan Kıbrıslının tüyleri diken diken olur…

Sabah öğle akşam üç posta demografiden bahsediliyor…

Erdoğan Kürtler kuzey Suriye’nin demografisini bozdu diyor…

Esad Erdoğan kuzey Suriye’nin demografisini bozuyor diyor…

Erdoğan “Çölde Kürtler yaşayamaz, orası Araplara uygun” diyor…

Halklar ise çöl kumları gibi yer değiştirip duruyor…

“Demografi değiştiriliyor” sözü o kadar trajikomik ki…

Mezopotamya’da demografi her 20 yılda bir zaten değişir…

Suriye üzerine yazdığım birçok yazıda Çeçen ve Çerkezlerin yaşadığını yazdım. Bunu pek bilen Kıbrıslı olduğunu sanmam. Merak ettiniz mi Kafkasya halklarının Suriye’de ne işi olduğunu?

1860’lardan itibaren Osmanlı Çerkez ve Çeçenleri kuzeyden güneye ve doğudan batıya dağıttı…

“Demografi” bozuluyor diyorlar…

Her 20 yılda bir 1860’lardan itibaren bozup bozup durdular!

Yaşar Kemal’in “Fırat suyu kan akıyor baksana” romanında bir Çerkez Hanı vardır, Ege’de Yunanistan’a gönderilen Rumların toprakları üzerinde ağalık yapan…

Bir halkı kırdı, diğer halkı yerine getirdi…

Sonra yerine getirdiği halkın “hizmet”inden memnun kalmadı, onu biraz daha öteye sürdü…

Dağlıyı çöle sürdü, çöldekini denize, denizdekini bozkıra…

Bütün halkların doğası ile oynadı!

Adı da “demografi” oldu…

Bu yüzen tüylerimiz diken diken olur bu sözü duyduğumuzda…

Bir halkı diğerine karşı doldurdu, diğerini berikine karşı.

Sonunda hepsi patladı…

İlk kez bu coğrafyada birbirini kıran halklar yan yana gelebilmişti “Rojava” denilen yerde…

Büyük dedesi Ermenileri kıran Kürt ile büyük nenesi Kürt bir ağaya “verilen” Ermeni barışmıştı…

Ermeniler kırılırken “bunlar da Hristiyandır, vurun” dedikleri Süryaniler şarap yapmayı bırakıp silahlanmışlardı IŞİD’e karşı. Topraklarına sahip çıktılar Ermeni ve Kürt ile birlikte…

Yaşar Kemal’in romanını ilk kez okuduğumda “Ne işi var dağlı Çerkez’in denizin ortasındaki adada?” demiştim…

İşte dağdan denize denizden çöle sürülen Çerkez ve Çeçen de kırılıp dökülen Ermeni, Kürt ve Süryani ile saf tutmuştu…

Kimi haç çıkardı…

Kimi namaz kıldı…

Kimi de günde üç kez güneşe dönüp dua etti!

“…Ezidiler günde 3 kez güneşe döner dua ederler. Her isteyen, çoluk çoluk, genç yaşlı olsun, şeyh olsun, emir olsun, herkes güneşin karşına geçer, içinden ne geçiyorsa güneşe söyler. Belki de insan soyunun şimdiye kadar söylediği en güzel dualar bunlardır. Belki de, en güzel türküler, en güzel şiirler bu dualardan çıkmıştır. Belki de Mezopotamya’nın bütün destanlarının temelinde bu dualar vardır…”

Bütün halkları yerlerinden ettikleri yetmezmiş gibi doğalarını ve dualarını bozdular…

Ezidilikte silah tutmak günahtır…

Bu “demografi savaşları” sonucunda Ezidiler tarihlerindeki en büyük kırımdan geçirildiler…

Sultan Abdülaziz’in hükümdarlığı sırasında 1872’de Ezidiler kendilerini askere çağıran Osmanlı padişahına on dört maddelik bir manifesto yollarlar. Bildirgede “Askerlikte yapılan bazı şeyler (silah kullanmak gibi) caiz değildir” denilir. Ezidi inancına göre caiz olmayan şeyler sıralanır. Bu, tarihe “toplu vicdani ret” olarak geçer.

Osmanlı’ya asker olmayı reddeden Ezidilerin köyleri yağmalanır, kadınları ve kız çocukları cariye olarak kaçırılır…

Ezidiler “fermanlar”a karşı hep dağlara çekilerek direnirler…

Ezidileri “dinsiz ve sapık” sayan Osmanlı da onları Müslümanlaştırmaya çalıştı, 2014’te son katliamı gerçekleştiren IŞİD de…

Kadınları köle pazarlarında satılınca…

Çöllerde ölüm yürüyüşünde kırılıncalar…

Tecavüz edilen kadınlar kurtulmak için intihar edince…

Soykırım kadınkırımına dönüşünce…

İnançlarını bir kenara bıraktı tarihte ilk kez Ezidiler.

Silahlandılar…

Dağdan denize denizden çöle sürülen Çerkez’in-Çeçen’in, büyük dedesi Ermenileri kıran Kürdün, büyük nenesi kırımdan kurtulan Ermeni’nin ve bize şarap yapsın diye beklediğimiz Süryani’nin safında durdu Ezidiler…

(Bu gerçek bir haberdir…) Ezidi kadını günlerce aç bıraktıktan sonra, önüne bir tabak bulgur pilavı koydular. Pilavın içinde et vardı, öldürdükleri çocuğunun etini yedirdiler Ezidi anneye. Yemeği yedikten sonra “o yediğin oğlundu” dedi petro-doların cihatçısı kadına…

Coğrafya evlatlarını yiyor. Tarih önce çölün kumlarını kirletti, sonra bulgur pilavını.

Annem ne zaman bulgur pilavı yapsa Ezidi soykırımında yaşanan bu olay gelir aklıma. Pilav kum olur boğazımda.

Araplar, Türkler, Kürtler, Farslar, Hristiyanlar ve İngilizler tarih boyunca ferman üstüne ferman çıkardı Ezidilere…

72 ferman, 72 katliam gördüler…

73’ncü fermanın 73’ncü katliamını IŞİD yaptı…

Ezidi annelere içinde çocuklarının etinin olduğu bulgur pilavı yedirdi…

“Demografi” diyorlar…

Demografi o bulgur pilavının taneleridir. Çöl kumları gibi…

O bulgur pilavını yedikten sonra tarihte ilk kez Ezidiler inançlarını kenara bırakıp silahlandılar…

Rojava anayasasında şöyle deniyordu:

“Kürt, Arap, Süryani, Çeçen, Ermeni, Müslüman, Hristiyan ve Ezidi toplulukların kardeşçe, barış içinde birlikte yaşadığı Cezire Kantonu etnik ve dinsel açıdan çeşitlilik arz eder”…

“Kürtçe, Arapça ve Süryanice Cezire Kantonu’nun resmi dilleridir. Bütün topluluklar kendi anadilini öğrenme ve öğretme hakkına sahiptir”…

1860’lardan beridir her 20 yılda bir dağıtılan bu coğrafyada ilk kez halklar barışıp kardeşleşmişti…

Osmanlılar, İttihatçılar, Almanlar, Fransızlar, İngilizler, Arap milliyetçileri, şeyhler, emirler, ağalar, Amerikalılar dağıtıp dağıtıp durdu “demografi”yi…

İlk kez bir yol bulmuşlardı dillerin, inançların, halkların eşitliğine yürünecek…

Fırtına obüsleri, SİHA’lar, tanklar, savaş uçakları, asker postalı ve cihatçı kasaturası ile dağıtıldılar…

Cenazelerde yas tutan kadınların fotoğraflarına bakıyorum…

Bütün kadınları kırımdan geçirmezseniz eğer, bu topraklar bu yapılanları hiçbir zaman unutmayacak!

1915-16’da o topraklarda Osmanlı’nın idam ettiği 35 Hristiyan ve Müslüman Arap aydınını ve liderini nasıl unutmamışlarsa, her yıl 6 Mayıs’ı “Şehitler Günü” olarak anıyorlarsa bugünleri de dünya durduğu sürece unutmayacaklar…

Mezar taşına yazıldı çünkü hafızaları!

Kendilerine yedirilen bulgur pilavını unutmadıkları gibi…

O toprakların şairi Mehmet Çetin bir vakitler demişti ki:

“dilim lal ve sağır çığlığı kalbim ki çingene
sesinle çık dışarıya sesine çık ve yeter de

dağlara sığınan göllerin sıkıntısıyla ahh
yine bir kabustan uyanıyorum sesinize
ki yırtılıyor damarları kalbimizin işte
gazete bile okunamıyor kandan başka
kınıyorum kendimi o çığlık gibi kırgın
sokakta unutulmuş bir ceset oluyorum
ve yaralı son bir hayvan gibi soluyorum

yaralı hayvanca soluyorum ormanınızda
kanı susturun kanı susturun kanı sus…”

(27 Ekim 2019 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author