Oz Karahan – Boş vakitlerinde “işgale” karşı olduklarını söyleyenlerin dilinde yeni bir slogan…
“Özgür basın susturulamaz”…
İşgal altında olduğumuzu unutup bu çirkef yatağında özgürlük kırıntıları arayarak geçti zavallı insanlarımızın hayatı.
22 Ocak 2018’de yaşanan Afrika gazetesi saldırılarında yanımızda olan dostlarımızın bazıları şimdide özgür basın için bize saldıranların yanında olan Diyalog TV’nin yanındaymışlar.
Resimin tümüne baktığım zaman çok saygı duyamıyorum bu kararlarına.
Onlara bazı gerçeklerin tarihten silinmeyeceğini, mantığımızı da sloganların peşinden gitmek için portmantoya asmamamız gerektiğini hatırlatmak isterim.
Tabii ki sessiz kalmak değil söylemek istediğim şey.
22 Ocak’ta yaşananları hatırlatıp, “değecek” insanların belki akıllarını başına almalarını sağlamaktır yapmamız gereken bugün.
Ne mi demek istiyorum?
Kronolojik olarak Diyalog TV ve Besim Tibuk olaylarını ele alalım.
Eğer “lümpen” kelimesini bir kişi ile örneklemek gerekirse, Türkiye coğrafyasında Besim Tibuk’u bu konuda yenecek bir kişi olduğunu düşünmüyorum.
Türkiye’de kurduğu ve çoğu zaman alay konusu olan Liberal Demokrat Parti başkanlığını yürüttüğü dönemlerde televizyonlarda ucuz liberalizm dersleri verdikten sonra geldiği Kıbrıs’ta statükonun finansörlüğünü üstlenen bir “yabancı”dan söz ediyoruz.
Bu kısa zaman içerisinde Kıbrıs’ın işgal bölgesinde hükümetler bozup kurmak bile nasip oldu kendisine.
Bugün ona destek olmayan ve televizyon kanalından veryansın edilen siyasilerin bir kısmına arka çıkmış bir kişi kendisi.
Tam tersine “ifade özgürlüğü”nün altını çizerek kendisine destek veren siyasilerin de yakın zamana kadar kuyusunu kazmış biri aynı zamanda.
İşte benim içime sindiremediğim ve altını çizmek istediğim şey, bu topraklara ait olmayan bu insanları mücadelemizin bir yerlerine oturtmanın yanlışlığı.
Bir Türkiye’li olarak kendi ülkesi ile yaşayacağı sorunun bizim umurumuzda bile olmaması gerekiyor çünkü.
Bugün, bu adamın yaşadıklarını 22 Ocak’ta yaşananlar ile bir tutarak yapılacak destek, bu adamın kahramanlaştırılmasından başka bir işe yaramaz.
Yaşananları doğru analiz etmek gerek.
Adam her zamanki lümpenliği ve elinde tesbihi ile “kendi” devletine saldırmış, ve bunun neticesinde de devletinin “uydusundan” televizyon kanalının yayını kaldırılmış.
Bu kadar basit.
Bizim insanlarımız 46 yıldır işgal altında yaşadığı için ne yazık ki bazen işgal altında olduklarını unutabiliyorlar(!)
Ayrıca Türkiye, dünyanın gereğinden fazla tepkisini çekmemek için Türkçe konuşan Kıbrıslılara “iki adım ileri bir adım geri” taktiği ile saldırıyor hep.
Bunların hepsi bir toplumu “yavaş yavaş” bitirme taktiğidir.
Ama sizce bu taktiği kendi “marabası” için uygulamasına gerek var mı?
Yeni geldiği işgal topraklarında kendini başka bir ülkede zannederek atıp tuttuğu “ağasının” sopasını yiyen lümpen bir “marabadır” Besim Tibuk.
Bugün yaşananlar ise, bir zamanlar bu işgal topraklarında kendi ağasına köpeklik edenleri beslediği için ödediği bedelden başka bir şey değildir.
Bugün o beslediği köpekler onun yüzüne bakmıyor diye çok üzgün olabilir.
Ama ormanın kuralı budur.
Vardığın yeri geldiğin yere benzetmek istersen, geldiğin yerin kurallarına boyun eğmek zorunda kalırsın.
Bütün bu yaşananların Kıbrıslılar için ise tek anlamı olabilir.
Bir “kırmızı alarm” daha.
Bir ülkede değil, alt yönetimde yaşadıklarını hatırlatan ve mücadelelerini bu gerçeğe göre vermemeye devam ederseler neler yaşayacaklarını bir fragman ile gösteren kırmızı bir alarm daha.
(3 Mayıs 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)