Devrimci Saraç Fazıl Önder

İsmail Işılsoy – Pete Seeger, “Bu alet nefreti kuşatır, onu teslim olmaya zorlar” yazılı bir banço çalarmış.

          “Nereye Gitti Bütün Çiçekler?” şarkısını dinlerken anımsadım o küçücük sahneyi.

          Londra Brompton’da Victoria zamanından kalma kırmızı tuğlalı bir ev.

          Değişik halklardan yirmi kadar göçmen sanatçıyı ağırlıyor.

          Ana dilinden uzak düşmüş yazarlar, şairler, şarkıcılar, dansçılar ve tiyatrocular.

          Şili, Sri Lanka, İran, Türkiye, Kürdistan, Mozambik sürgünleri…

          Duvarları yıkılarak genişletilmiş zemin kata zor sığıyoruz.

          Yerden iki karış yükseklikte halkların ortak sahnesi.

          Ev sahiplerimiz Ewan Maccoll ve Peggy Seeger.

          İlk bu güzel çift çıkıyor platforma.

         “We Shall Overcome!”

         “Biz kazanacağız!”

          Kendi dillerimizde söyleyerek katılıyoruz yetmiş dört yaşındaki devrimci delikanlıya.

          Tamil gerillası ressam heyecanla ayağa fırlıyor:

          “Bir gün mutlaka!”

          O eşsiz beraberlikten iki ay sonra, yağmurlu bir Ekim akşamı ömür bıraktı Maccoll.

          Koca yürekli yoldaşı ezilenlerin.

          Yiğit barış savaşçısı!

          C’est la vie. 

          Kavanoz dipli dünya diye okurum hep.

          O bin dokuz yüz seksen dokuz yazında Enternasyonal’i de okumuştuk hep beraber.

          O küçük sahnede kırmızı sakallı bir İskoç gitarıyla eşlik etmişti bana Nazım’ın Salkım Söğüt’ünü seslendirirken.

          Çok eski bir İskoç kralının uzun adını taşıyormuş babası yüzünden: Alaxandair mac Maíl Choluim.

          O dev maden işçisiyle Nazım’ı konuşmuştuk.

          “Akrabamdır!” demişti.

          “Dünyanın bütün devrimcileri akrabamdır benim, şaşıracak ne var yoldaş?” diye açıklamıştı, ağız dolusu gülerek.

          Kan bağları değil, devrimci bağlardır asıl olan refik, kopartılamaz.

          ***

          Lefkoşa.

          Arasta’ya erken basmıştı sıcak.

          Kavradığı nalpara koluyla manda derisini düzeltmek için ter döküyordu.

          Hamutların keçeleri tamamdı, ağaçları da.

          Çeki kayışları içindi saracın dünden bu yana kesip düzelttiği deriler.

          Kıbrıslının gırtlağına geçirilmiş dizgini düşünüyordu, boyunduruktaki yoksul halklarını dünyanın.

          Ta Lidyalı saraç ustalarından bu yana sadece atlara değil, insanlara da takılıyordu hamut.

          “Yazmalı bunu, halkın boynundaki hamut meselesini!”

           Düşüncelere dalmış işlerken patladı otuz sekizlik.

           Üç kalleş kara kurşun yedi göğsüne.

           Edebiyatçı saraç.

           Kurşunlar yıkamadı genç adamı.

           Saraç bıçağını kaptığı gibi kalktı tezgâhtan.

           Koşarak düştü peşine kaçmaya çalışan saldırganın.

           Tam yakasına yapışacakken işlediler kamayı sırtından.

           ***

           “Gazetemizin adı İnkılâpçı. Biz de İnkılâpçıyız …” diye yazmıştı.

          “Sayın okuyucu elinde tuttuğun ‘İnkılâpçı’ gazetesi, bir buçuk yıl uğraşıldıktan sonra, büyük emek neticesi ve senin paranla, halkın parasıyla yayın alanına atılmıştır. Gazeteyi çıkarmak için, fedakâr halk çocukları köy köy, kasaba kasaba dolaşırken, köy ve şehirli halk tarafından büyük ilgi ile karşılanmakta idiler. Buna rağmen ‘zırıltıcılar’ diye isimlendireceğimiz bazı kişiler, ‘İnkılâpçı’ etrafında dedikodu yaratmaktan (şahsi menfaat icabı olarak) geri kalmadılar. Biz gene yolumuza devam ettik ve şerefle, en fazla güvendiğimiz halkın huzuruna çıktık. Daha önce broşürlerde bildirdik. Siyasetimiz açıktır, siyasetimizi, temasa geldiğimiz halkın fikirlerini de kullanarak çizdik: Nereden gelirse gelsin, halkımızın zararına olan her şeyle savaşacağız. İşçilerimizin, çiftçilerimizin, dar gelirli zanaatkâr dükkân sahiplerimizin, memurlarımızın haklarını savunacağız. Askıda kalan cemaat davalarımızın yılmadan ele alacağız. Sömürge hükümetinin, halkımızın aleyhine tatbik etmeye yelteneceği anti-demokratik ve anti-liberal kanunlara karşı kalemlerimizle mücadele edeceğiz, bütün dünya halkı tarafından lânetle anılan harp kundakçılığına, harp propagandasına karşı durarak, barışı savunacağız. Adada yaşayan iki vatandaş cemaatın arasını açmak için yapılan tedhişçiliklerle, yanlış, yalan, parçalayıcı ve gurur kırıcı propagandaları nereden ve hangi taraftan gelirse gelsin takbih ve telin edeceğiz. Başkalarının hayat haklarına, düşüncelerine hürmet ederek, halkımıza eşit hayat hakkı tanınması ve varlığımızın adada idamesi için bütün kuvvetimizle faaliyet göstereceğiz.”

***

          Ne karım bilir nerede yatarım, ne de güzel kızım.

          Belki asırlık bir zeytininin altında adamızın.

          Yatarım kızıl kanlar içinde.

          Mayıs bin dokuz yüz elli sekiz,

          garamini bıçak saplanır sırtıma

          kara kurşun yetmeyince

          ve kaçırılır cansız bedenim

          türk mukavemet teşkilatı itlerince.

          Susturulmak için şiarımız:

          “Taksime hayır, yaşasın ortak vatan!”

          Ne Zehra’m bilir nerde mezarım,

          ne kızcığım Ayşe’m, ne de yoldaşlarım.

          Bir tek bu yüklü, bu kökleri derinde zeytin.

          ***

          Babasını yâd ederek yonttuğum ahşap maskı vermek için ziyaret etmiştik.

          Sevgili Ayşe’nin kızı ve torunlarıyla birlikte yaşadığı bu yeni eve dönmüştü sanki Fazıl Önder.

          Ama hâlâ oradaydı acı, hâlâ hasret.

          Baba elinden çıkmış.

          Deri patikler.

          Gönyeli.

          ***

          Brompton Londra, Arasta Lefkoşa.

          Dimitris Matsukos, Savvas Menikos, Fazıl Önder, Ahmet Yahya, Panayotis Stilyanu için soruyoruz.

          Soruyoruz Pete Seeger’ın meşhur bançosu eşliğinde.

          Ewan Maccoll, maden işçisi Alexandair, Şilili duvar ressamı Diego ve kendini ateşe veren Kuzey Kürdistanlı sığınmacı Şiho ile soruyoruz:

          “Nereye Gitti Bütün Çiçekler?”*

           *Where Have All the Flowers Gone-Pete Seeger

(23 Mayıs 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author