Oz Karahan – “Kıbrıslılar ve Filistinliler, işgalci terörist ikizler Türkiye ve İsrail’e karşı birliktedirler”.
UNESCO Dünya Belleği Programı 2016-2017 adayı olan “Filistin Posterlerinin Kurtuluş Grafik Koleksiyonu” projesindeki Kıbrıslılar Birliği’ne ait olan tek Kıbrıslı yapıtta yazan cümle buydu…
Kıbrıslıların ve Filistinlilerin mücadele birliğinin kaynağı, coğrafi yakınlıkları ve en önemlisi maruz kaldıkları zulmün aynı olması…
İsrail, kendine ait olmayan toprakları işgal ettikten ve orada yaşayan Filistinlileri göçe zorladıktan sonra bir savaş suçu olarak Yahudi yerleşikleri bu bölgelere transfer ederek, darmadağın bir Birleşmiş Milletler “barış” masasında oturuyormuş gibi yapıp zaman kazanıyor.
Türkiye de kendine ait olmayan toprakları işgal ettikten ve orada yaşayan Kıbrıslıları göçe zorladıktan sonra bir savaş suçu olarak Türk yerleşikleri bu bölgelere yerleştirerek, darmadağın bir Birleşmiş Milletler “barış” masasında oturuyormuş gibi yapıp zaman kazanıyor.
Dünya siyasetinde söz sahibi olan bu iki devlet, iyi ilişkilere muhtaç oldukları batılı devletlerin aksine Roma Statüsü’nü imzalamadıkları için Uluslararası Ceza Mahkemesine’ne taraf değiller.
Ve tahmin edeceğiniz gibi bu iki devletin anlaşmaya imza atmamalarının sebebi biraz önce özetlediğim tartışmasız savaş suçlarıdır.
Kıbrıs ve Filistin ise Roma Statüsü’ne taraf olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin birer üyesi.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye ve İsrail hakkında açılan davalar ile ilgili büyük gelişmeler yaşandı.
5 Şubat 2021 tarihinde mahkemenin Filistin topraklarında İsrail’in işlediği savaş suçları ile ilgili karar verebilme yetkisi olduğuna hükmetmesi İsrail için bir bomba etkisi yaratmıştı.
Bu gelişmeden sonra sıranın kendisine de gelebileceğini anlamayan ya da anlayan ama çaresiz kalan Türkiye, bu kararı “mutlulukla karşıladığını” belirtmişti.
Buraya kadar herşey normal ancak işler bu noktadan sonra enteresanlaşıyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti, devlet nezdinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne bugüne kadar bir başvuruda bulunmadı.
Ancak DİKO’nun Avrupa Parlamentosu milletvekili Kostas Mavridis adına İsrail devleti ile bağlantılı Shurat Hadin sivil toplum kuruluşu 2014 yılında bu davayı açtı.
Shurat Hadin siyonist bir oluşum ve İsrail’in uyguladığı savaş suçlarından yargılanmaması için büyük mücadeleler veriyor.
Özellikle 2010’lu yılların başında, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği savaş suçlarını ele almaya başlamasından sonra kendi elini güçlendirmek için Türkiye’nin Kıbrıs’ta uyguladığı savaş suçlarını uluslararası topluma hatırlatıyor.
Yani aynı savaş suçlarını işleyen Türkiye’yi cephesine çekerek elini güçlendirmek istiyor.
Tarihi boyunca sahip olduğu argümanlar ile omurgasız siyasetine devam eden Türkiye’yi etkiler mi bu, bilinmez…
Bir taraftan Kıbrıs’ı işgal edip bu küçücük adada iki ayrı yapı oluşması için mücadele verirken öteki taraftan ülkesindeki Kürt halkının konfederalizm isteği, Karabağ konusunda Ermenistan’ın talebi ve Filistinlilerin bağımsızlık mücadelesi hakkında kendi “Kıbrıs davası” ile çelişen pozisyonları olan bir Türkiye’den söz etmekteyiz çünkü.
Shurat Hadin 5 Şubat tarihinde verilen kararın birkaç gün öncesinde mektup göndererek, mahkemeye neden Filistin konusunda hızlı hareket edip Kıbrıs konusunda yavaş davrandıklarını sormuştu…
Bu tür baskılar neticesinde Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı Fatou Bensouda, Türkiye’nin yargılanabilmesi konusundaki kararını görev süresi bitimi olan 16 Haziran tarihine kadar vereceğini açıkladı.
Biliyorum, bu derin uluslararası stratejiler ne yazık ki Kıbrıslı siyasilerin ya da sivil toplumun çapını çok aşmakta.
Ancak durumu kısaca özetlemek gerekirse İsrail kendini kurtarmak için “ikiz kardeşi” olan Türkiye’yi çamurun içine çekerken, 5 Şubat itibarıyle Kıbrıslılar için Filistinlilerin verdiği mücadeleden bir umut doğmuştur.
İşgal, Kıbrıs sorununun tıkanması, Türkçe konuşan Kıbrıslıların iradesine müdahale ve toplumumuzu yok eden şey ne “üniter, federal, iki devletli Kıbrıs kavgası” ne de diğer günlük dertlerinizdir…
Bu saydıklarıma sebep olan ve Kıbrıslıların geleceğini elinden alan tek şey, aynı zamanda bir savaş suçu da olan Türkiye’nin Kıbrıs’taki illegal yerleşik-yerleşim politikasıdır.
İnsan olmaya yakışan bir şekilde kendi topraklarımızda bize karşı işlenen savaş suçlarına karşı sesimizi çıkarmadığımız müddetçe, ne Kıbrıs bağımsızlığına ulaşabilir ne de dünya sahnesinde onurlu bir halk olarak yer alabiliriz…
Bu sebeple, yakın zamanda gerçekleşen gelişmelerden sonra, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve Kıbrıslıların, Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde yeni girişimler yaparak bu dava konusunu Türkiye ile aynı cephede yer alan siyonistlerin elinden almaları gerektiğini düşündüğümü de belirtmek isterim.
(22 Şubat 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)