Oz Karahan – Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş fikri konuşulduğunda bir kısım Türkçe konuşan Kıbrıslının söylediği argümanlar “Haklısın Oz, ancak toplumlar buna hazır mı?” ile Kıbrıs’ta iki etnisite olduğu ve “Kıbrıslılık” bilincinin olması gerektiği kadar var olmadığı düşünceleri oluyor.
İnsanlarımızın Kıbrıs Cumhuriyeti gibi dünya üzerindeki devletlerin tam olarak yüzde 86’sını oluşturan üniter devletlerin tek bir etnisiteden oluştuğunu düşünebilmeleri gerçekten çok üzücü.
Bu devletlerin büyük bir çoğunluğunun halkları ise Kıbrıslıların sahip olduğundan çok daha derin toplumsal fay hatlarına sahipler.
Dünyanın sadece yüzde 14’ünde uygulanan “federal” yapılar arasında, Kıbrıs için sömürgecilerin konuşturttuğu “toplumlara dayalı” ırkçı bir bakış açısı ile bölünüş federasyonların sayısı da bir elin parmaklarını geçmemekte.
Sömürgeciler işgal ettikleri topraklardan ayrılırken arkalarında sadece “böl ve yönet” politikalarına yataklık yapacak sistemler bırakmayıp, aynı zamanda bu topraklardaki halklara dünya üzerinde eşi olmayan “toplumsal aşk” beklentisi de aşılarlar.
Kıbrıs ve Kıbrıslılar gibi neredeyse bin yıl boyunca kendini yönetmemiş toprak ve toplumlar ise gerçek devlet ve demokrasinin ne olduğunu bilmedikleri için bu aşının etkisinden kurtulmaları zordur.
Yazımın başında belirttiğim “Kıbrıs’ta toplumlar buna hazır mı” gibi siyasi ve sosyolojik gerçekliklerden kopuk soruların sorulmasının asıl sebebi de bu aslında.
Dünya üzerinde sosyal, kültürel ya da siyasi açıdan homojen bir topluma sahip bir devlet yoktur.
Bırakın toplumu, homojen yapıya sahip bir mahalle var mıdır?
Bırakın mahalleyi, homojen yapıya sahip bir aile var mıdır?
İnsana, yani hayvana, aynı zamanda doğaya da aykırı olan bu “toplumsal hazırlık”, “toplumsal birlik” ya da “toplumsal aşk” gibi kavramların gerçek dışı olması sebebiyle atalarımız binyıllar önce bir toplumsal yönetim biçimi yarattılar.
Adına da “demokrasi” dediler…
Demokrasinin binbir türlüsü binyıllar boyunca denendi ve bugün çağdaş demokrasi olarak “çoğulcu demokrasi” tüm dünya tarafından kabul edildi.
Çoğulcu demokrasi, toplumu ve siyaseti çoğulcu bir yapıyla kurmaya odaklanan, farklı toplumsal katmanların, baskı gruplarının, tek başına yönetime sahip olarak devleti keyfi bir şekilde yönetmesini engelleyecek alt yapı ve üst yapı kurumlarına sahip olan demokrasi anlayışıdır.
Bu nedenle örgütlenmeye özel önem veren çoğulcu demokrasi anlayışında kitle örgütleri, sendikalar, meslek grupları, düşünce platformları birer demokratik aktör olarak yer alırlar.
Toplumun farklı katmanlarının örgütlenmesi çeşitli müzakereleri, gruplar arasındaki işbirliğini, siyasal rekabeti ve uzlaşmayı da beraberinde getirmekte, iktidarın topluma dağılmasına yol açmakta ve sonuç olarak toplumların bir devlet çatısı altında tek millet olabilmesini sağlamaktadır.
Kuantum fiziğinden ya da roket biliminden söz etmiyorum.
Dünya üzerindeki devletlerin ve toplumların neredeyse tamamının anayasal ve prensip olarak benimsediği demokrasi çeşidinden söz ediyorum.
Evrenin merkezi Kıbrıs olsa da (!) bu gezegen üzerinde Kıbrıs’tan daha büyük ve Kıbrıslı toplumundan daha parçalanmış halklar bu şekilde birlikte yaşayabiliyor.
Şimdi biraz arkanıza yaslanıp, tarih boyunca Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları bölüp yönetmek için uğraşan devletlerin buraya yapacakları demokrasi “ayarının” adaya huzur getirip getirmeyeceğini bir kere daha düşünmenizi tavsiye ediyorum.
Bunu düşünürken uzağa gitmeyip, size bir yapı kurmayı vadeden devletlerin kendi demokrasilerini de aklınıza getirebilirsiniz.
Daha net konuşalım mı?
Bu topraklara tüm dünyada olduğu gibi “bir insan bir oy” sistemi gelmedikçe biraz önce bahsettiğim ve ona bağlı olan çağdaş demokrasi, özgürlük, kurtuluş, eşitlik, kardeşlik, ne de başka bir şey gelmeyecektir.
Sömürgecilerin faaliyetleri adına zaman kazanmak için sizden istettiği, çoğunluğun azınlığa ya da azınlığın da çoğunluğa hükmettiği sistemler sonunuzu getiren şeyin ta kendisidir.
Peki dünyada eşi benzeri olmayan ayrılıkçı ve bölücü “çözüm planları” arzulayıp “Kıbrıslılığın” pekişmemesinden dem vurmaya ise en hafif tabiriyle “iki yüzlülük” denmezse ne denilebilir?
Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların özgürlük ve bağımsızlığı karşısındaki en önemli engelin yine kendileri olduğuna neredeyse her yazımda dolaylı ya da doğrudan değinmekteyim.
Çağdaş yani çoğulcu demokrasiye bir geçiş evresi oluşturacak maddelere sahip 1960 anayasası kullanılmak için yerinde beklemektedir.
Tek yapılması gereken şey çoğulcu demokrasi hedefiyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin konsesyonal anayasal yapısının tesis edilmesini istemek ve bu cumhuriyeti bir devlete dönüştürmek için çalışmaktır.
Yani işgalden kurtulmak için “tek çözüm” Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş, bu topraklarda varolmak ve Kıbrıslılık bilincinin pekişmesi için de “tek yol” bu devleti zaman içerisinde çağdaş demokrasiye kavuşturmaktır.
Bir milleti yaratan şeylerin başında kültür ve sosyal değerler yer alsa da en önemli faktör demokratik bir devletin varlığıdır.
Çoğulcu demokrasi ve onun gereksinimi olan “bir insan bir oy” kaidesi üzerinden bir mücadele yürütmediğimiz müddetçe bu adada başta Türkçe konuşan Kıbrıslılar olmak üzere tüm Kıbrıslıların bir geleceği olmayacaktır.
Demokrasi denilen şey “aşk hikayesi” değil bitmeyen bir mücadeledir, acıdır, tatlıdır, bazen biraz rahatlar gibi olur çoğu zaman zorludur.
Onun için verilen kavga ise onurdur ve insanlık bu dünyada o onur ile kavganın var olduğu sürece var olacaktır.
1963 yılından bugüne kendinize sormanız gereken soru hala ilk günkü gibi karşınızda duruyor ve duracak:
-Dünyadaki bütün halkların yaptığı gibi, aynı toprakları paylaştığınız insanlar ile onurlu, zor ve bitmeyecek bir demokrasi mücadelesi vermek mi; yoksa işgalin getirdiği ve sizi toplumsal olarak bitiren sahte konforun bitimine gün sayıp tarihten silinmiş bir toplum olmak mı?
Karar sizin…
(6 Haziran 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)