Canımı yakıyorsun Kıbrıs

Şener Levent – Canımı yakıyorsun Kıbrıs…

Çok yakıyorsun…

Kötüsün…

Fesatsın…

Cani yüreklisin…

Hiç Dostoyevski okumamış gibisin…

Heveslenme boşuna ancak…

Ben çekip gitmeyeceğim…

Burada doğdum…

Burada öleceğim…

Uzaklarda bir hatıra olmayacaksın bende…

Seni hiç tanımamış olanlarla oturduğum bir masada yudum yudum içmeyeceğim hasretini…

Ben o şarabı bir kere içtim…

Başka içmeyeceğim…

Sana seni ne kadar sevdiğimi çok söyledim…

Ama bir kere bile sormadım, sen de beni seviyor musun diye…

Bak, senin koynunda yaşarken bile sana hasretim…

İnsan kendi yurdunda, yurduna hasret yaşar mı hiç?

Yaşarmış işte…

Ben senin eski günlerine hasretim…

Komşu bahçeden erik aşırdığım zamanlar…

Keşke bıraksalardı da, bir kere olsun burada trene binseydim…

Tren penceresinden el sallayan bir halk nefretle doldurulamaz kolay kolay…

Kimbilir bu trenleri belki de bunun için kaldırdılar.

Sarı taştan alımlı evler yaptılar sonra…

Evleri fesatlarla doldurdular…

Hiç itiraz etmedin mi?

***

Canımı yakıyorsun Kıbrıs…

Çok yakıyorsun…

Sabrımı sınıyorsun…

Ne zaman patlayacağım diye merak ediyorsun…

Söyle güzeller güzeli Afrodit’e…

Aşk meşk adası değilsin artık…

Bir cani yuvası…

Sen artık eski sen değilsin…

Benim sevdiğim değilsin…

Dar sokaklarından fışkıran hurma ağaçlarının dalları arasında batan güneş yarın için hiçbir şey vadetmiyor bana…

Her doğan gün bir öncekinden berbat…

Daha fesat…

Yalvarıp yakarışlara bak…

Daha çok iyilik olsun diye değil bu dualar…

Daha çok kötülük olmasın diye…

Bir gün bugünleri bile arayacağımızı söyleyenler var…

Bunlar daha iyi günlerimiz diye sayıklayıp duranlar…

Seni bırakıp kaçanlar dönmediler bir daha…

Dönenler yine kaçtılar!

Yaseminler artık tütmeyince ben de kaçtım bir zaman…

Arkamdan geldin…

Seni sordular bana Asya steplerinde bile…

Dombra, kemençe ve tar ezgileri hep seni hatırlattı…

Toplama kamplarında Nazilerin tutsakların kollarına vurdukları bir damga gibiydin kalbimde…

Senin tutsağındım ben…

Baf’ın kara üzüm bağlarının tadına bakmıştım çünkü…

Ayrelli toplamıştım tarlalarda…

Papatyalarla sever sevmez yapmıştım…

Larnaka’da balık yemiş, Leymosun’da şarap içmiş, Omorfo’da dalından portokal koparmıştım…

Maraş bombalanmadan önce Maraş’ta çekilmiş fotoğraflarım vardı…

***

Canımı yakıyorsun Kıbrıs…

Çok yakıyorsun…

Bu barikatlar…

Bu kimlik soran polisler…

Bu “askeri bölge girilmez” tabelaları…

Bu bayraklar…

Bu resmi geçitler…

Bu “vatansever” ve “hain” deryası…

Başına gelenlere razı olan bu topluluk…

Bu isyan etmesi gereken şeylere isyan etmeyenler…

Konuşması gereken zamanda konuşmayıp ömrünün sonunda bize hatıralarını anlatanlar…

Canımı yakıyor…

Senin hiçbir işgalciye yar olmadığını ve şimdiki işgalcine de yar olmayacağını bilmek bile teselli edemiyor beni…

Artık sende değil, senin dışında yaşarım sanki…

Ve sanki uzaktan bakarım sana…

Alacağım cevapları bildiğim için artık kimseye nasılsın diye de sormam…

Küfre battık Kıbrıs…

Canilerine kucak açan, masumlarını öldüren ada…

Uzun ince bir yoldayız…

Söve saya…

Böyle döndüm zaten gittiğim yerlerden sana…

Peterburg’ta Puşkin’le oturup sohbet etsem de…

Budapeşte’de Tuna’yla başbaşa kalsam da…

Sana dönerim yine…

***

Canımı mı yakıyorsun?

Yak!

Ne varsa yak!

Bugünü çalanlar çaldı, hatıralarımı bana bırak…

Ben olmasam da, sonradan gelenler de olmaz yarın bu köhne handa…

Bir gün yine aşık olabilirim sana…

Çocukluğuna döndükten sonra…

(17 Haziran 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author