Fetihçilere karşı savaşırken ölenler ve esir düşenler

Şener Levent – Donlarına kadar soyulmuş Kıbrıslırum esirlerin fotoğrafı çıktı birdenbire karşıma sosyal medyada…

Daha önce de görmüştüm…

Dikkatle baktım yine…

Yüzlerine…

Hareketlerine…

Okumaya çalıştım resmi…

Duygularını…

Korkularını…

Endişelerini…

Bazıları dikmiş gözlerini kameraya…

Bazılarının ise hiç umurunda değil…

Yurdunu işgalci düşmana karşı savunurken esir düşen bir kimse ne hissedebilir?

Niçin alınıp götürülmüşler oraya…

Zaptettin işte topraklarını…

Mallarını mülklerini ellerinden aldın…

Ne diye bir de esirleri toplayıp başka bir memlekete götürüyorsun…

Esirler de mi ganimet?

Toplu bir mezar fotoğrafı gibi çok trajik görünüyor bana bu fotoğraf…

Onlar fetih için savaşırken değil, fetihçilere karşı yurdunu savunurken esir düştüler…

Esirlik tarihi yazılırken kayda düşülmeli bu da…

***

Bunun gibi çok acı ve hiç unutulmayan fotoğrafları var Kıbrıs’ın…

Çok kanlı ölü…

Çok gözyaşı…

Ne toplu mezar kazıları unutulur, ne kanlı banyo…

Ne de sigarası yakılan elleri bağlı askerlerin son bakışı hayata…

İte kaka gemilere doldurulup Adana’ya götürülen esirleri kıyaslamıyorum başka esirlerle…

Hele Suriye’de Kürt direnişçilere esir düşmüş kanlı cihatçılarla hiç kıyaslamıyorum…

Onların esirlik resimlerine de baktım…

Hiç acımadım…

Tıpkı Stalingrad’da Ruslara esir düşen Nazilere acımadığım gibi…

Başka bir ülkeyi fethe giderken can verenler veya esir düşenler hak etmezler acımayı…

Nazım Hikmet’in Naziler için söylediği gibi:

“Ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler”…

Stalingrad’ı yakıp yıktıktan sonra esir düşen ikiyüz binden fazla Alman askeri Moskova’ya götürüldü…

Şehrin ana sokağı olan Gorki Sokağı’nda bir resmi geçit yaptırdı onlara Stalin…

Perişan vaziyette…

Sovyet halkı kaldırımlara dizilerek onlara baktı…

Ama inanmazsınız belki, acıyanlar da olmuş onlara…

Hatta yola fırlayıp su verenler…

Stalin bu esirleri öldürmedi…

Çalıştırdı…

Moskova’nın 7 gotik kuleli görkemli gökdelenini onlar yaptılar…

Benim okuduğum Moskova Devlet Üniversitesi bunların en muhteşemi…

***

Adana’ya götürülen Kıbrıslırum esirlerin hepsi de geri döndü mü?

Bilmiyorum…

Okuduğum kaynaklarda da bulamadım…

Pek çok gerçek gibi bu da aydınlatılamadı…

Bir dostum bir zamanlar bir konuşmaya tanık olmuş ve bana da anlatmıştı…

Esirlerin gemilere yüklendiği limanda çalışıyordu…

İki asker orada kendi aralarında konuşuyorlarmış…

Ayaklarına taş bağlayıp nehre atıyorlarmış…

***

Hala aranıp da bulunamayan kayıplar listesinde onlar da var mı acaba?

Sanırım ne kadar arasak da, ne kadar kazı yapsak da bulamayacağız tüm kayıplarımızı…

1974’te öyle bir kabusun içinden geçti ki Kıbrıs, kendine gelemedi hala…

Suçlarımızı gizliyoruz çünkü…

Canilerimizi cezalandırmıyoruz…

“Öldürmek benim sanatımdı” diyenleri bile affediyoruz…

47 yıl geçti…

Ama kabus bence sürüyor hala…

O acıları yaşayanlar o travmaları ne kadar atlatmış görünseler de atlatamadılar…

Kolay mı atlatmak?

Yeni bir kuşak…

Yeni bir nesil var artık adada ancak…

Bugün 47 yaşında olup da birbirine hiç kurşun atmamış olan kuşak…

1974 kuşağı…

Onlar yaşamadılar o günleri…

O dehşeti…

Eski kuşak ise bir bir göçüp gidiyor…

İlk kurşun İngilize 1955’te atıldıysa, o dönemin çocukları artık seksenine merdiven dayadı…

Kimisi yurdunun diğer yarısını bir daha hiç göremeden göçüp gidiyor…

Yakın bir gelecekte eski kuşaktan hiç kimse kalmayacak…

***

Adana’da donlarına kadar soyulmuş Kıbrıslırum esirlere bir daha baktım…

Savaşı düşündüm…

Barışı düşündüm…

İyilikle kötülüğü…

Eski kuşağı, yeni kuşağı…

Kataklizmoyu işgal bölgesinde kutlayan Rumları düşündüm…

(25 Haziran 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author