Tüm bunlar biz yaşarken oldu

Şener Levent – 1964’te Kıbrıs’ta yaşanan vahşetin baş kahramanlarından biridir Binbaşı Esat Oktay Yıldıran…

Kıbrıs cehenneminde iken üsteğmen olan, daha sonraları ise 12 Eylül faşist darbesinde binbaşılığa terfi eden Esat Oktay, Diyarbakır Cezaevine müdür olarak atanmıştı…

Cezaevindekilere de tam bir işkence ve vahşet uygulamıştı…

Oradaki tutuklulara Kıbrıs’ta yaptıklarını övünerek anlatırdı…

“Orada Rumları astım, kestim, parçaladım” diyerek göğsü kabarırdı…

Onun buradaki vahşetine tanıklık etmiş olan Halil isimli bir Türkiyelinin anlattıklarını okudum…

Türkiyeli yazar Rıza Çolpan’ın kitabında da yer alan bu anılar dehşet verici…

Halil 1974’ten önce Kıbrıs’a gelmişti…

Mobilyacıydı ve Girne’de aynı işi yapan iki Kıbrıslırum arkadaşı vardı…

Mobilya oymacısı olarak Halil’i de aralarına kattılar…

Halil 20 Temmuz sabahını şöyle anlatıyor:

“Girne denizden top ateşine tutulunca, ben iki ortağımla atölyenin zemin katına indik. Onlar dışarı çıkıp eve gidemiyorlardı… Zeminin karanlığında top ve bomba seslerini duyuyorduk. Arasıra da askerlerin Türkçe konuşmaları ve Allah Allah sesleri geliyordu… Saat geceyarısına gelmiş, biz üçümüz zeminde korku içinde bekliyorduk. Top tüfek sesleri kesilmişti. İki ortağım Yanni ve Yorgo şöyle dedi:

-Halil, biz şansımızı deneyeceğiz.. Eve gidip çoluk çocuğumuzu alacağız, sonra Limasol veya Lefkoşa’nın Rum kesimine geçmeye çalışacağız.

Beni öperek vedalaştılar ve dışarı çıktılar. On dakika sonra zemin katın kapısı çalındı. Çok korktum. Dışarıdan bir ses ‘Halil kapıyı aç, ben Yorgo’ dedi. İçeri girince, niçin geri geldiğini sordum. ‘Sana para vermeyi unuttum, cebimde on Kıbrıs Lirası var, al beşi senin olsun’ dedi. Geceyi orada geçirdim. Güneş doğunca beyaz atletimi elime alarak dışarı çıktım ve oradaki askerlere vargücümle bağırdım… ‘Beni vurmayın, ben Türküm, ben Türküm’ dedim. Bir subayla birkaç asker bana adımı, soyadımı, kim olduğumu sordular. Sonra subay bana ‘Sen Rumca biliyor musun?’ diye sordu. Bilirim deyince ‘benimle gel öyleyse’ dedi…

Bir evin bahçesine girdik… Bir de ne göreyim. İki ortağım Yorgo ve Yanni diğer dokuz Rumla birlikte zincirle bağlanmış, ayakta duruyorlar. Onları görünce dünyam yıkıldı, ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırdım.

Üsteğmen Esat Oktay, bir askerin Thomson silahını alarak bana verdi. Ve sert bir şekilde,

-Bu gavur kafirleri biçerek geberteceksin, dedi.

Ben silahı yere bırakarak,

-Hayır efendim, ben adam öldürmem, bu adamların günahı ne ki onları öldüreyim, ayrıca bunlardan ikisi arkadaşım, iş ortağım, dedim.

Üsteğmen ateş püskürdü:

-Ulan sana emrediyorum… Eşşeoğlu eşek, sende Türk kanı yok mu, diye bağırdı…

Bunun üzerine ben hemen koşup 11 Rum esirinin arasına girerek,

-Bunlarla beni de öldürün o halde, dedim…

Üsteğmen kolumdan tutarak beni tokatladı ve sonra da Thomsonu kaparak gözümün önünde 11 Rumu biçerek öldürdü.

Sonra da, ‘Gel benimle ulan it oğlu it, kansız piç’ diyerek beni başka bir yere götürdü. Orada Üniformalı esir bir Yunan subayı vardı.

Üsteğmen,

–Sor ona, dedi, onu serbest bırakırsak bir daha karşımıza çıkıp bizimle savaşacak mı?

Bildiğim Rumca ile sordum Yunanlı subaya.

Şöyle dedi:

-Beni bin kere esir alıp bıraksalar, her seferinde karşılarına dikilip onlarla savaşacağım…

Bunun üzerine üsteğmen belinden kılıcını çıkardı ve vargücüyle Yunanlı subayın boynuna vurmaya başladı. Başı koptu, yere düştü ve yuvarlandı… Gövdesi de sallanarak yere yıkıldı.”

***

Bir de Ahmet isimli birisinin anlattıkları var…

Kendisi 74’te astsubay imiş… Ve bir köyde Rum esirlere o bakıyormuş… 80 kadar esir varmış elinde… Kadınlar, çocuklar…

Her gün onlara süt ve yiyecek götürürmüş…

Esirler memnunmuş ondan…

Hatta bazıları ona evlerinin anahtarını vererek,

-Ahmet git bizim evin kapısını aç, bize şunu bunu getir, derlermiş…

Bir gün bir üsteğmen gelmiş ve o 80 kişiyi, kadın ve çocukları alıp götürmüş… Sonra da başka bir subaya teslim etmiş… O da 80’ini birden otomatik silahla tarayarak öldürmüş…

7 yaşındaki bir Rum kızına nasıl tecavüz edilerek sonra da öldürüldüğünü gözüyle görmüş…

***

Ne vahşet bu vahşet…

Ve tüm bunlar burada yaşandı…

Bizim memleketimizde…

Bizim yurdumuzda…

Biz yaşarken yaşandı…

Hiç kimse affettiremez kendini bu adaya!

(31 Ağustos 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author