Şifreli Mesaj: Trene Bindir

Şener Levent – 1999’da Almanya’da yayınlanmış olan bir kitap var.

Ne yazık bu kitaptan yeni haberim oldu…

Kitabın adı:

“Şifreli Mesaj: Trene Bindir”…

Yazarı Roni Alasor…

Öğrendiğime göre Norveç’e iltica etmiş bir Kürt yazar…

Kitapta 1974’te Kıbrıs askeri harekatına katılmış olan bazı Türk savaş gazilerinin anlattıkları anıları var…

Unutamadıkları vahşet dolu anılar…

Roni Alasor kişilerin ve bölgelerin açık isimleri ile belgelemiş kitabını…

Ekim 1999’da Köln’de basılmış kitap…

Okudukça ürperdim…

Ürperdim demek az bile…

Dehşete düştüm…

***

Birinci tanık…

H. Köfen…

1953 Malatya doğumlu…

Kıbrıs’ta Lefkoşa ve Lapta dolaylarında ağır silah manga komutanı olarak görev yapmış. Yani çavuştu. Savaşta sakatlandığı için kendine gazilik unvanı verilmiş…

Şöyle anlatıyor:

“Bizim bölük yaklaşık 100 kişiydi. Komutanımız Tufan Sanlı oldukça acımasız biriydi… Bize, “Acımayın, vurun, yakın, yıkın, ölmeden öldürün” diyordu… (…) Rumlar Türk savaş uçaklarının sivil-asker hedef gözetmeksizin yoğun hava bombardımanı sonucu evlerini bırakıp içerilere, güney kesimlere doğru kaçmışlardı… Canını kurtaramayanlarsa bizden bir gün önce adaya ayak basan komando ve Kıbrıslı Türklerden oluşan paramiliter mücahit çetelerinin ‘temizlik operasyonları’nda katledilmişlerdi. Her taraf bombalanmış, yakılmış, yıkılmış evler; şişmiş, kurtlanmış ve oldukça pis kokan cesetlerle doluydu. (…) Nicosia’nın üst kesimlerindeki dağlık alanda ilerlerken, ismini bilmediğimiz bir dağ köyünde sivil insanlar toplatıldı. Bölüğümüzdeki bir çavuş oldukça gaddardı. Bunlardan 10-15 kadarını önce köyde bir duvarın dibine dizdi. İçlerinde kadınlar da vardı. Kulaklarındaki altın küpe, boyunlarındaki zincir, kollarındaki saat, ceplerindeki para ve tüm değerli eşyaları alındıktan sonra aniden acımasızca kurşuna dizildiler. Bu savunmasız insanların bazıları kanlar içinde sağa sola kaçışmaya çalışıyorken, bizimkiler zafer naralarıyla kahkaha atıyorlardı.”

***

İkinci tanık…

Mustafa Ongan…

1953 Maraş doğumlu…

Bu savaşta onbaşıydı, ama çavuş yetkisiyle görev yaptı.

Şöyle anlatıyor:

“Görev alanımız Paşaköy’den Mağusa’ya kadar uzanan alanı kapsıyordu. (…) Bizler köylerde kod adı ‘Temizlik Operasyonları’ denilen işlem sırasında özünde katliam, çapulculuk ve tecavüzden başka bir şey yapmıyorduk. (…) Mora köyünde oraya kaçanlarla birlikte 100 kadar Rum sivil öldürüldü. Köyün sokaklarında kaçarken vurulan bu insanların içinde kadın, çocuk ve yaşlılar da vardı. Komutanlar cesetleri saklamamız gerektiği talimatını verince, dozerle büyük ve geniş bir mezar açtım. Mezara toplu halde rastgele atarak toprakla kapattık. Cesetleri gömdüğümüz mezar Meriç köyünü biraz geçtikten sonra dereye benzer kırsal bir arazidedir. Gerek öldürdüğümüz, gerekse de sağ yakaladığımız Rumların altın ve para gibi değerli eşyalarını da alıyorduk. Özellikle komutanlarımız Kıbrıs’tan zengin olarak döndüler. Bunların çoğu aynı zamanda kadınlara tecavüz edenlerdi. Kıbrıslı Türkler de Türk ordusunun işgali sırasında baskı ve tecavüzlerden nasiplerini aldılar. Meriç köyünde ufacık yaşta kimsesiz iki Türk kızını görünce normal prosedür gereği onları da komutanlara teslim ettik. Daha sonra bunlara da aynı kötülüğün yapıldığını öğrendik…”

***

Üçüncü tanık:

A.K. Ramadan…

Paraşütle Kıbrıs’a indirilen askerlerden…

Şöyle anlatıyor:

“İnanır mısınız, elleri bağlı bir adamın üzerine G-3 silahını doğrultarak ‘Müslüman olur musun?’ diye sordum. Şimdi saygı duyduğum bir davranışta bulundu. Başını sallayarak hayır dedi. Bunun üzerine bir şarjör mermi boşalttım ona… Sözde kurtarmaya gittiğimiz Kıbrıs Türklerine de zulüm yapıldı. Önce bizlere kucak açan, meyve veren Türk kadınları, aradan daha kısa bir zaman geçmeden bizi gördüklerinde büyük bir kin ve nefret duymaya başladılar. Bir kadın bize, ‘Bizi kurtarmaya mı, yoksa bize tecavüz etmeye mi geldiniz’ diye bağırdı.”

***

Dördüncü tanık…

Ö. Saat…

Topçu erlerden…

Şöyle anlatıyor:

“Elimizdeki Rum esirleri Lefkoşa esir kampına götüreceklerini söylediler, sonra da orda yer yok diye bunlardan 70-80’i geri getirildi. O zaman Dilekkaya’da kamp kurmuştuk. Tabur komutanı M. Güngörmüş telsizle konuşurken işittim. Kendisine ‘yanındakileri trene bindir’ talimatı verildi. Bu da imha anlamına geliyordu, çünkü Kıbrıs’ta tren yoktu. (…) Ertesi gün Yüzbaşı E. Sadık, yanına Bilal Yılmaz ve Başçavuş Muharrem’i de alarak o 70-80 Rum esirini alıp gittiler. Esirlerin elleri ve gözleri bağlanmıştı. Timbu ile Afanya yakınlarında 3 kuyu vardı. Oraya götürdüler esirleri. Sonra otomatik silahlarla taradılar ve kuyulara attılar. Şişko bir Rumu yaralı halde kuyuya attıklarını kuyunun dibinde gümbür gümbür zevkli sesler çıkardığını övünerek anlattılar”…

(Devam edecek)

(3 Eylül 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author