Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi (14) ALMAN RAHİP NİEMÖLLER’İN UYARISINDAN PAŞALARIN İMAMLARINA

Aziz Şah – Çember genişliyor mu, daralıyor mu?

Hangi tabiri kullanmak daha doğru bilmiyorum…

Avrupa’da sürgün olan aydınlara yönelik “ölüm listeleri” yayınlandı, Kıbrıs’ta Türkiye’ye girişi yasaklananların “kara liste”si unutuldu bile…

İstibdad rejimi ise unuttura unuttura vuruyor!

Kıbrıs’tan Barbaros Şansal’ın sınır dışı edilerek zorla uçağa konulup İstanbul’da linç edilmesiyle başladı Türkiye’nin batısında linç rejimi.

Doğuya gittikçe zaten linç rejimi devletin konjonktürel ihtiyaçlarına göre kullanılan “meşru” bir aygıttır.

Nasıl ki Türkiye’nin doğusunda ormanlar yandığında haber bile olmaz batısında, batısında ormanlar yandığında bütün kanallar canlı verir; linç de öyledir…

Linç Türkiye’nin Kürt şehirlerindeki sömürgeci rejimin normalidir, linç batıda olduğunda “mesele” halini alır.

Kürt aydınları için linç edilmek “normal”dir, Türk aydınları linç edildiğinde haber olur.

Köpek insanı ve Kürt aydınlarını ısırdığında haber olmaz…

CHP-İYİ partinin başlattığı “Ülkemde mülteci istemiyorum, sessiz işgale dur de” kampanyasından sonra, 11 Ağustos 2021’de Ankara Altındağ’da Suriyeli mültecilere yönelik örgütlenen linç bile “batı”da Ankara’da olmasına rağmen, linçin muhatabı Suriyeliler olduğu için “ilgi” görmedi. “Muhalif kanallar” yayını kesip bağlanamadı, sonra da bir değinip geçti.

Manavgat yanarken canlı yayınlayanlar Dersim yangınını veremedi…

Gazeteci Levent Gültekin Halk TV binası önünde İstanbul’da linç edildiğinde günlerce yayınlayanlar Suriyeli mülteciler linç edildiğinde utanmaz bir sessizliğe büründü.

Kıbrıs’ta 22 Ocak 2018’de Türkiyeli taşıma yerleşik nüfusun AKP-MHP öncülüğünde gazetemiz Afrika’yı “recmetmesi” Türkiye muhalif basınında konu olmadı…

22 Ocak’tan önce Kıbrıs’a geldiğinde bizim kahvemizi içmeye gelen Türkiyeli aydınlar, 22 Ocak’tan sonra Kıbrıs’a geldiklerinde gazetenin altındaki kebapçıda oturup bize selam söyleyebildiler ancak, yukarıya çıkmaya cesaret edemediler…

“Linç” talaşları, suyu ve taşı birbirinden ayıran bir denklemdir. Taş dibe çöker her zaman, talaşlar su yüzüne çıkar…   

2000’lerin başında Şener Levent ve arkadaşları askerin ve Denktaş’ın casusluk komplosu ile hapse atıldığında Türkiye gazetelerinde destek yazıları yazmaya cesaret edebilirlerken, 18 sene sonra iddia ettikleri “askeri vesayet” ortadan kalktığında asker Suriye’ye girdi, onlar da hizaya geçti…

Halen daha soramıyorlar: Türk ordusunun egemen Suriye toprağında ne işi var?

Ama Ankara’nın göbeğinde linç edilen bir mahalle Suriyeli mülteciye susabiliyorlar…

“Askeri vesayet” yoktu ama “milli dava vesayeti” ile aydınların şovenizm tarafından hizaya çekilmesi her zaman vardır.

Linç doğudan batıya doğru yayıldıkça “mesele” oldu Türkiye’de. İçine Kıbrıs’ı ve Kıbrıs’taki görevli tetikçi misyonerleri de karıştırarak Barbaros Şansal’ın “paketlenip” Türkiye’de örgütlü bir şekilde İstanbul havaalanında linç edilmesi ile başlayan çember genişliyor:

Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere Ankara’da linçle tanışan siyasilere, İstanbul’da saldırıya uğrayan gazeteci Levent Gültekin’e, Avrupa’da dolaşıma sokulan “ölüm listeleri”nin ardından Berlin’de saldırıya uğrayan gazeteci Erk Acarer’e, Britanya’da saldırıya uğrayan sürgün yazar Gökhan Yavuzel’e ve Almanya’da saldırıya uğrayan Erdoğan karşıtı Avrupa şampiyonu boksör Ünsal Arık’a kadar genişleyen “çember”, son olarak İstanbul’da komünist tiyatro sanatçısı Orhan Aydın’a kadar genişledi…

Tersten işliyor tarih…

Alman rahip Martin Niemöller “ilk komünistler için geldiler” diyordu, ancak Kemal Kılıçdaroğlu gibi burjuva politikacılarından başladılar saldırmaya:

“Naziler önce komünistleri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü komünist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler. Benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı”… 

Bu vakaların öncesinde ve sonrasında “temiz toplumcu” kontrgerilla tetikçisi Sedat Peker’in hesabına yazılan Erdoğan’ı eleştirdiği için Hürriyet gazetesinin basılması ve “tecavüzlerin hesabı sorulsun” dediği için Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Barış Atay’ın saldırıya uğraması da var.

İki tiyatro sanatçısı Barış Atay ve Orhan Aydın ile gazeteci Erk Acarer ve edebiyatçı Gökhan Yavuzel’i saymazsak saldırıya uğrayanların düzenle derdi yok. Düzenin muhafazasından ve sosyal patlamaların (isyan ve devrim) önlenmesinden yanalar. Saldırıya uğrayanlar CHP’li, eski AKP’li ve eski MHP’li İYİ partililer…

Faşist başbuğ Alparslan Türkeş’in deyimi ile “Davadan dönenler”dir ilk saldırıya uğrayanlar. “Davadan dönenleri vurun” demişti Türkeş…

Erdoğan istibdadının “liste”si ile rahip Martin Niemöller’in “liste”si birbirine ters…

Erdoğan “davadan dönenler”den, Hitler komünistlerden başladı.

***

Avrupa’da dolaşıma sokulan “ölüm listeleri” ve Almanya’da saldırıya uğrayan gazeteci Erk Acarer’den sonra Alman Federal Meclisi’nde soru önergesi veren Helin Evrim Sommer’e İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Helmut Teichmann verdiği yanıtta, “Şu anda Türk hükümetine eleştirel yaklaştığı varsayılan kişilerin isimlerinin olduğu farklı listeler olduğuna dair işaretler bulunmaktadır” demişti.

Almanya’nın ölüm listelerini kabul etmesi üzerine, ArtıGerçek haber sitesine Sol Parti Milletvekili Sommer şöyle dedi:

“Alman hükümeti şimdiye kadar benzeri konularla ilgili verilen soru önergelerine kaçamak cevaplar vererek konuya dair bilgileri olmadığını belirtiyordu. Gazeteci Erk Acarer’in Berlin’de faşistler tarafından fiziksel saldırıyla uğramasıyla beraber, Türkiyeli muhaliflere yönelik tehditler yeni bir boyut kazandı. Kamuoyunda Alman hükümetine yönelik tepkiler artmaya başladı. Ardından muhalif medyada peş peşe açıklanan infaz listeleri ve Alman emniyet teşkilatının Türkiyeli muhalifleri uyarmasıyla beraber, Alman hükümeti de olaya dair açıklama yapmak zorunda kaldı. Erdoğan rejiminin paramiliter çeteleri artık sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda Almanya’nın da iç güvenlik meselesi haline geldi”…

Gazeteci Erk Acarer’e saldırının Almanya’da “mesele” olmasının sebebi de,  saldırıya uğramasının akşamına Almanya’da büyük bir anti-faşist yürüyüş yapılması… Alman hükümetini köşeye kamuoyu baskısı sıkıştırır. Türkiye ve Kıbrıs’ta bir vaka patlak verdiğinde o büyük yürüyüşler kolay kolay örgütlenmez, illa ki “cenaze” olması gerek ölü seviciler diyarında… Ki Fazıl Önder gibi şanssızsanız cenazeniz de olmaz!

Kamuoyu baskısı olmasa Alman hükümeti kıpırdamaz, çünkü 1970’lerde MHP’nin Almanya’da örgütlenmesine yardımcı olan Hristiyan Demokrat ve Hristiyan Birlik Partileri rahatsız değildir bu durumdan.

Son yıllarda Türk kontrgerillasının Almanya’daki faaliyetleri konusunda soru önergesi veren yorgun “radikal demokratlar”ın partisi Die Linke ile dönek savaş karşıtlarının partisi Yeşiller’dir. Yani gene hesap soran radikal solun miras yedileridir. Sosyal Demokratlar ve Merkel’in Hristiyan Demokratları’nın Türkiye’deki istibdad ile hiçbir sorunu yoktur.

Sol parti milletvekili Sommer de şöyle diyor:

“Alman hükümeti, NATO partneri Türkiye’yi kızdırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bırakın Türkiye hükümetini kınamayı kendi ülkesinde bile gereken önlemleri almıyor. Örneğin geçen sene faşist Ülkü Ocakları’nın yasaklanması teklifi Alman parlamentosunda tüm partiler tarafından onaylandı. Ancak buna rağmen Almanya İçişleri Bakanlığı, ülkücülere ait dernek ve yapılanmaların yasaklanmasına dair hiç bir somut adım atmadı. Alman hükümeti ne Ülkü Ocaklarını yasaklayacak ne de Erdoğan rejimini uyaracaktır. Ticari ilişkiler ve AB mülteci anlaşması ile Almanya Erdoğan’ın şantajına boyun eğmiştir. Ayrıca bu durum, Alman devletinin çıkarları söz konusu olduğunda insan hakları, demokrasi ve özgürlükler gibi değerlerin her an göz ardı edilebileceğini de göstermiştir.”

Ülkü Ocaklarının yasaklanması konusunda adım atmadı başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği. Zaman zaman Almanya içindeki muhalefetin gazını almak için haberler çıkar, Türk basını da “Almanlar ne kadar da ırkçı, Ülkü Ocakları’nı kapatıyor” diye kamuoyu oluşturur. Sonra konu sönümlenir…

Kapatılmayacak Ülkü Ocakları çünkü NATO konseptinde Özel Harp Dairesi çerçevesinde kuruldular Avrupa’da. Merkel’in partisinden istihbaratçı Dr. Kannapin ile 1944’te Nazi ordusunda Türkistan Birliği’ni kuran, savaştan sonra CIA ajanı olan Ruzi Nazar’ın yardımları ile kuruldu Ülkü Ocakları Almanya’da. Faşist enternasyonalin “lazım olursa” diye beklemede tutulan bir koludur bu yapılar. Hem her türlü pis işlerde kullanılırlar hem de Almanya’daki Türkiyeli işçi sınıfını bölmeye ve Alman işçilerle sınıf kardeşi olup omuz omuza mücadele etmelerine engel olurlar. Erk Acarer gibi sürgün gazetecilere karşı da “daima hazır”dırlar… Hem Alman devletinin işini görürler hem de Türk devletinin…

Burada ekleyelim: Özel Harp Dairesi’nin stratejisi “Türkiye’de Nutuk, yurtdışındaki işçilere Kuran” olarak belirlenmiştir. (Aktaran Suat Parlar, Kontrgerilla Kıskacında Türkiye)

Sol Parti milletvekili Sommer devam ediyor:

“Alman hükümeti ve güvenlik güçleri sadece bundan sonra değil, bundan önceki tehdit ve saldırılardan da sorumludur. Türkiye’de 2016’daki sözde darbe girişiminden bu yana Erdoğan, ajan ağını büyük ölçüde genişletti. Almanya MİT’in Avrupa’daki üssü durumundadır. İç İstihbarat Teşkilatı’nın yıllık raporuna göre, MİT’in Almanya’da 8 bin ila 9 bin personeli var. Türkiyeli muhalifler, gazeteciler ve siyasetçiler sürgünde bile gözleniyor ve alenen tehdit ediliyor. Tehdit edilenlere koruma tahsis etmek gerekli ama yeterli bir çözüm değildir. Çünkü sürekli bir korumayla yaşamanın kendisi bile, özgürlük kavramına terstir. Erdoğan boşuna “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker” demiyor. Diyanete bağlı Türk İslam Birliği (DİTİB), Almanya’da ki 1000 civarında camisiyle Erdoğan rejimi için istihbarat çalışmaları yaptığı bilinmektedir. Yine ülkücü kurumları olan ATİB (Avrupa Türk İslam Birliği), ADUTDF ve çeşitli spor kulübü biçiminde ki yapıların Türk ırkçı faaliyetlerin yürütüldüğü merkezler olduğu kanıtlanmıştır. Alman devleti ve güvenlik güçleri bu yapılanmaların faaliyetlerine göz yumuyor ve hatta destekliyor!

Bundan cesaret alan Almanyalı Osmanlılar (Osmanen Germania) gibi faşist çeteler, Erdoğan terörünün uzantısı olarak Almanya’da saldırılar düzenliyor”…

Sondan başlayalım, Sedat Peker’in ifşası sonucunda Erdoğan’ın en yakınlarından ve zamanında Milli Türk Talebe Birliği kadroları içerisinde yer alan Metin Külünk’ün Almanya’da suç örgütü ilan edilmiş Osmanen Germania ile ilişkisi ortaya çıktı. Oradan da “KKTC Düsseldorf Fahri Konsolosluğu”na çıktı yollar…

Sol parti vekili Sommer’in bahsettiği, Diyanete bağlı Türk İslam Birliği ve diğer örgüt kısaltmaları da hep 1970’li yıllarda Avrupa’da MHP’lilerin kurduğu Türkçü-İslamcı derneklerin bugün aldıkları şekil şemal…

Bugün Alman Sol Partisi ve Yeşiller’in soru önergesi verip Alman devletinden hesabını sorduğu yapılar, 12 Eylül askeri diktatörlüğü sırasında Türkiye’de halka Atatürkçülük ve Nutuk, Avrupa’daki göçmen işçilere de Allah ve Kuran propaganda boca eden resmi devlet kuruluşlarıdır. Özel Harp Dairesi tarafından 1970’lerde MHP’ye ve 1980’lerde asker yardımı ile Ülkücülere kurdurulan Türk İslam Birlikleri’nin bugünkü ardıllarıdır. (Geçen pazarki yazıda yazdık bu konuyu.)

Bugün yaklaşık 900 cami derneğini bir araya getiren Diyanete bağlı Türk İslam Birliği ve benzer yapılar Özel Harp Dairesi’nin başarısıdır. “Özel Harp Dairesi başkanı Koman Paşa, devletin ‘cami’ kanadının örgütlenmesinde üzerine düşeni yapmıştır. Avrupa’ya yayılan Türk İslam Birliği (TİB) örgütleri, Özel Harp Dairesi’nin din işleriyle görevli kurmaylarının yönlendiriciliğinde gelişmiştir. Psikolojik harekâtın gerekleri ile uyum içinde, emekçilere ‘din eğitimi’ verilirken irtica söylemi de ihmal edilmemiştir. Özel Harp Dairesi’nin stratejisi “Türkiye’ye Nutuk, yurtdışındaki işçilere Kuran” olarak belirlenmiştir”… (Suat Parlar, Kontrgerilla Kıskacında Türkiye)

Milliyetçilik yapılacaksa biz yaparız, dincilik yapılacaksa biz yaparız, yaptığımız dincilik ile “irtica tehdidi” ilan edilecekse biz ederiz diyen kontrgerilla “cumhuriyet”i.  

(19 Eylül 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author