Aziz Şah – 22 Ocak 2018 linçinden sonra camları tuzla buz olmuş, kırılan camların yerine pencerelerine tahtalar çakılarak tahtaların üstüne mazgal delikleri açılan gazete binasında, mevziinin mazgallarından bakarak sormuştum:
-“Mahkemenin camlarını kim koruyacak?”
Bir gazete binasının camları yerle bir edilmiş, linççiler mahkemede yargılanırken Kıdemli Yargıç’a ölüm tehditleri yağıyor…
22 Ocak’ta gazete linç edilmiş…
23 Ocak’ta barolardan ses çıkmadı, sonraki günlerde de…
Yargıç ölüm tehditleri aldığı için kendisine polis koruması verildi…
Linççiler özgür, yargıç mahkum!
6 Şubat’ta linçten iki hafta sonra Barolar mahkemelerin önünde basın açıklaması yapmak zorunda kaldı.
Baroları harekete geçiren ne linçti ne yargıcın aldığı ölüm tehditlerinin manşetlere taşması…
5 Şubat’ta linççilerin yargılandığı duruşma sırasında yerleşik bir sözde milletvekili tarafından kadın avukatlar mahkeme salonunda taciz edildi. Baroları “Susma sustukça sıra sana gelecek” demek zorunda bırakan buydu…
22 Ocak linçi üzerine kurumsal olarak susan Barolar, sıra kendilerine geldiğinde hatırladılar “Susma sustukça sıra sana gelecek” kuralını…
Baroların sustuğu gibi sendika bürokratları da –muhatapsız bir şekilde- ‘‘toplumsal barış’’ çağrısı yapıyordu…
8 Şubat tarihinde çıkan ‘‘Sus ki sustukça sıra sana gelsin’’ başlıklı yazımda şöyle dedim:
‘‘Sopanın masaya konduğu ortamda sendika bürokratlarının kendilerini bile inandıramadıkları ‘toplumsal barış’ sopa barışıdır.
Camlarınız kırılana kadar ve birileri yakılana kadar alttan mı alacaksınız?
Mahkemenin camlarını kim koruyacak?
Akıncı’nın can güvenliğini kim sağlayacak?’’…
Öngörülü müymüş yazdıklarımız?
22 Ocak linçinden sonra Girne ve İskele’de yerleşikler mahkemenin ‘camları’na saldırdı…
Mustafa Akıncı aldığı yüzlerce normalleşmiş tehdidin yanında, MİT tarafından seçime girmemesi için tehdit edildi…
***
22 Şubat 2019 tarihinde ‘Mahkemenin camları kırıldı kırılacak!’ başlıklı yazıda şöyle yazdım:
‘‘İskele Mahkemesi’nin avlusunda şeriat naraları atan kitleyi gördünüz mü?
Mahkeme kararını dinlemeyerek sit alanına yapılan bangalovları yıkmayan eski Kaymakam’a hapis cezası verildikten sonra mahkeme yuhalandı…
Allah’lı naralar atıldı…
Polislerin üzerine yürüdüler…
Yargıca ve savcıya söylemediklerini bırakmadılar…
Onları dışarıya çağırdılar, hesap vermeye…
Gürûh yargıcı hesaba çekecek!
‘Adamsa dışarı çıksın yargıç’ dediler…
Yargıç adamsa dışarı çıksın…
Adamsa yargıç dışarı çıksın…
Dışarı çıksın yargıç adamsa…
‘Allah belanızı versin’ naraları çatlattı mahkemenin camlarını!
‘Allah bizimle’ dediler…
‘Allahsızlar yurdu KKTC’ dediler’’…
***
Bu kadarla da kalmadı ‘mahkeme camları’nın başına gelenler…
24 Eylül 2019 tarihinde gene aynı başlıkla, ‘Sus ki sustukça sıra sana gelsin!’ diye bir yazı daha yazdım. Bu defa olay Girne mahkemesinde geçiyor:
‘‘Girne Mahkemesi’nde cinayet davasında sanık yakınları verilen cezayı beğenmedi…
-‘Tayyip baba gel gör, Türkiyelidirler diye böyle yapıyorlar’…
‘Tayyip baba gel gör’ narası İskele Mahkemesi’nin nasıl linç edildiğini hatırlattı…
İskele Mahkemesi’nin avlusunda şeriat naraları atan kitleyi unuttunuz mu?’’
***
Tayyip baba, geldi, gördü…
Neden atandı zannediyorsunuz TC Elçiliği’ne Adalet Müşaviri?
Ne Barolar ne insan hakları dernekleri ne sol örgütler ilgilendi bu olanlarla!
“Mahkemenin camlarını kim koruyacak?” diye sorduğum için çok eleştiri aldım o günlerde…
İnadına sordum yerleşikler ve Ankara mahkemelere saldırdıkça:
-‘‘Mahkemenin varlığını kim koruyacak?’’
“Rejimin mahkemeleri”nin ve “burjuva hukuku”nun olması ile olmaması arasındaki fark, insan haklarını tartışabilmek ile tartışamamak arasındaki farktır, mahkeme salonunda savunma yapma hakkı ile yargısız ensenize kurşun sıkılması arasındaki farktır.
‘Devrimci’liklerine zeval gelecek diye bu memleketin solcuları linççileri yargılayan Kıdemli Yargıcın aldığı ölüm tehditlerini küçümsediler…
Sonra o yargıç istifa etti, avukatlığa döndü…
“Mahkemenin camlarını kim koruyacak?” sorusunu hukukçu olarak sordu…
Avrupa-Afrika’ya Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda dava açıldıktan sonra eski Kıdemli Yargıç Tacan Reynar sordu:
-“Buradaki mahkemeler ellerinden yargılama erki alınınca ne yapacaklar?”
22 Ocak davası yargıcı ölüm tehditleri aldı…
22 Ocak davasını mahkeme salonunda izleyen avukatlar taciz edildi…
Kendilerinden biri taciz edilene kadar sustu Barolar. Camlarımız tuzla buz olduğunda sustular, kendilerinden biri taciz edilene kadar…
Sıra kendilerine gelene kadar susanlar diyarı burası…
Sus ki sustukça sıra sana gelsin canım kardeşim!
Sıra geldikten sonra çığlık atmanın bir anlamı kalmaz…
***
Barolarımız, Anayasa Mahkemesi bizzat Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli tarafından tehdit edilene kadar sustu…
İlk kez o zaman Baroların hep bir ağızdan sesini duyduk…
Tacan Reynar istifa ettiğinde Yüksek Mahkeme, “İstifası ile neticelendirdiği davalar arasında bağlantı kurulması, en hafif şekli ile gerçeklerin çarpıtılması niteliğindedir” demişti…
Barolar ise susmuştu…
Bizzat Erdoğan’ın mahkemelerimizi ve yargımızı hedef alması üzerine Barolar açıklama yapma ihtiyacı hissetti…
Öncesinde Recep Akdağ, yargıya müdahale ederek gazetemiz için “Mahkum olmaları için şahsen gerekeni yapacağım!” dediğinde de sesi çıkmamıştı baroların ve insan hakları derneklerinin…
Toplumsal muhalefetin, insan hakları yapılarının ve Baroların sesi çıksaydı bugün bu noktaya gelir miydik?
Kıbrıs Türk Barolar Birliği Konseyi, Lefkoşa Mahalli Barosu, Güzelyurt Mahalli Barosu, Girne Mahalli Barosu ve Mağusa Mahalli Barosu Erdoğan Anayasa Mahkemesi’ni hedef göstermesi üzerine şöyle demişti:
-“Yargının üç bacağından avukatları temsil eden Kıbrıs Türk Barolar Birliği olarak yapılan bu açıklamaların, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmayı amaçladığının bilincindeyiz” dedi…
-“Mahkemelerin tehdit edilmesi, verilen kararların geri çekilmemesi halinde gereğinin yapılacağına yönelik demeçler, hak ve özgürlüklerin keyfi manada kısıtlanabildiği ve adaletin ayaklar altına alındığı anti demokratik devletlerde vuku bulan olaylardır. Yargı kararlarının tartışılması mümkündür ama yasaları yok sayan ve yargıyı hedef haline getiren bir yerden açıklama yapılması hukukun ortadan kaldırılmasına neden olur”…
***
Barolar Birliği 19 Nisan 2021’de şöyle demek zorunda kaldı:
-“Anayasanın 136’ncı maddesi, yargıçların bağımsız ve hukuka uygun karar verirken kimse tarafından telkinde bulunamayacağı belirtilmiştir.
Kararlar eleştirilebilir ama egemenliği elinde tutanlar tarafından linç malzemesi haline getirilemezler. Mahkeme kararı ardından, başka bir ülke siyasi liderliğinin, KKTC mahkemesine tehdit uygulaması ve hedef göstermesi bir kırılma noktasıdır”…
Demir tavında dövülür…
22 Ocak linççileri yargılanırken söylenmesi gerekenler 3 sene sonra söyleniyorsa, tarih affetmez.
***
Politikada zamanlama herşeydir!
Vaktinde söylenmemiş bir cümle ciltlerce sözle telafi edilemez…
Vaktinde yapılmamış eylemin telafisi yoktur…
Vaktinde ilan edilmemiş bir genel grev, hiçbir zaman ilan edilemez…
Vaktinde söylenmemiş söz, yapılmamış eylem, ilan edilmemiş grev çürük bir diş gibi elinizde kalır. Diliniz hep o dişin boşluğuna gider…
Çünkü demir tavında dövülür!
‘Demir tavında dövülür’ diyerek 22 Ocak’tan önce ve sonra çok uyardım toplumsal muhalefeti…
22 Ocak’tan önce Ülkü Ocakları KTÖS’ün kapısına dayandığında ve Utku Karsu’nun karikatürlerini protesto için yerleşik faşistler Kıbrıs gazetesinin kapısına dayandığında…
Sonra da Erdoğan’ın karikatüründen dolayı onlarca yerleşik hemşeri derneği, bindirilmiş kıtalar günlerce gazetemizin camlarını yumurtaya buladığında!
-Yumurtadan sonra taş gelir, diye yazdım…
TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun İskele bölgesinde yerleşiklere yaptığı konuşmada, Kıbrıs’ın askersizleşmesini talep eden barışseverlere ‘‘Gaflet ve ihanet içerisindeki tipler’’ demesinden sonra, “Tip”ten sonra “Terörist” gelir diye yazarak uyardığım gibi!
Kendi ülkemizin askersizleşmesini istediğimiz, yabancı orduların hurdalığı olmasına karşı çıktığımız, sağda solda mühimmat unutan sorumsuz askerlerin, kanser yayan antenlerin, savaş suçlarının gölgesinde yaşamayı reddettiğimiz için bize ‘‘Gaflet ve ihanet içerisindeki tipler’’ diyenlere vaktinde verilmeyen cevap hükümsüzdür…
Mustafa Akıncı gibi 45 sene siyaset yapıp, söylenmesi gerekenleri siyaseti bırakınca mırıldanmaya başlıyorsanız, sözünüz hükümsüzdür!
Çünkü demir tavında dövülür, vaktinde dövülmeyen demir hurda olur, bir leğen iki mandala değiş-tokuş edilir…
Leo Davidoviç Trotskiy Fransa’da faşizmin yükselişini analiz ederken şöyle der:
“Hiçbir şey faşistlerin arsızlığını işçi örgütlerinin gevşek ‘pasifizmi’ kadar artıramaz…”
Kıbrıs’ta da ‘MIŞ GİBİ’ yapanlar artırdı hep sömürgecinin arsızlığını…
Sömürgecinin topyekün taarruzlarını görmezden gelenler…
Vurması gereken yerde geri çekilen sendikalar…
İnsan haklarına ve hukuki alana yapılan saldırılara susan Barolar ve insan hakları dernekleri…
Haykırması gereken zamanda susanlar…
İşte bunlardır, sömürgeciyi arsızlaştıranlar!
Un fabrikalarına yapılan saldırı ile, sağlık hakkına yapılan saldırıyı, elektriğe yapılmayan kamu yatırımları ile, suyumuza el konulmasını, sokaklarımızın ‘Love Erdoğan’ afişleri ile donatılması ile, o afişlere karşı çıkan Kıbrıslıların mahkemede yargılanmasını, Karpaz’a yapılan askeri üs ile Mağusa Telekomünikasyon Dairesi binasına TC Elçiliği’nin el koymasını, DAÜ yönetimine TC Eğitim Bakanı Yardımcısı’nın atanması ile TC Elçiliği’ne Adalet Müşaviri atanmasını, Şener Levent’e Ankara’da açılan davalar ile Avrupa-Afrika gazetesine Lefkoşa’da açılan davaları, Kıbrıs Lirası kullanırken zorla TL’ye geçirilmemiz ile TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyine Döviz üzerinden mal satmasını, Kapalı Maraş’ın ganimet ilan edilmesi ile okullarımıza Türkiye’den atanan öğretmenleri, Hala Sultan imam hatibinde yetiştirilen dindar ve kindar nesil ile Türkiye’deki İslamcı-Türkçü ideoloji kamplarına götürülen çocukları, polis sınavında sözlü sınavdan geçirilmeyen Kıbrıslılar ile General olamayan Kıbrıslıları birbirinden ayıramazsınız!
Sömürgecilik bir sistemdir. Kültürel, sosyal, ekonomik, mali, hukuki, demografik ve siyasi her alanda, birbirinden ayrı gibi görünen konularda topyekün saldırır.
Sömürgecinin saldırganlığını da susanlar azdırır!
***
Ayşegül Baybars ile Süleyman Soylu arasında imzalan “Sakıncalılar Protokolü” olarak da bilinen Adli İşbirliği Protokolü’nden sonra Tacan Reynar’ın dediği oldu.
Mahkemelerin elinden yargı erki alındı…
Mahkemeye çıkarmadan ‘iade’ ve ‘sınır dışı’ işlemleri yapıldı…
Mahkemelerin olması ile olmaması arasındaki farkı buradan görürüz işte…
Tacan Reynar yazmıştı:
“SINIRDIŞI VE İADE İŞLEMLERİ HUKUKA AYKIRI
Karakollarda insanlar mahkeme kararı olmadan, Anayasa’nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tanıdığı her türlü haktan mahrum edilerek sınırdışı işlemlerine tabi tutuluyor.
Anayasa’nın sadece vatandaş olanlara değil “herkese” tanıdığı “Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği” hakkını düzenleyen 16.maddesi “her halde 24 saat geçmeden” tutuklanan kişinin Mahkeme huzuruna çıkarılması gerektiğini emrediyor.
Sınırdışı istemlerini karara bağlamakla sorumlu olan İçişleri Bakanlığı’nın da usulen uygulamakla yükümlü olduğu 43/88 sayılı Adli Yardımlaşma Yasası’nın kuralları çok açık. Yasa’nın tutuklulukla ilgili 9.maddesi Anayasa’nın bu kuralına atıf yapıyor.
Fakat bunların hiçbiri uygulanmıyor.
“Hukuk devleti” diyenler utansın.
Tüm bunlar olurken bu hukuksuzluğa susarak kol kanat geren örgütlerimiz de var.
İnsan hakları örgütleri bile susuyorlar.
Susuyorlar…
Susuyorlar…
Sıra size de gelecek, bekleyin!”…
Tacan Reynar’ın yazdıklarının altına İskele ve Girne mahkemelerinde atılan naraları da yazın:
“Allah belanızı versin” naraları çatlattı mahkemenin camlarını!
“Adamsa dışarı çıksın yargıç” …
“Allah bizimle” …
“Allahsızlar yurdu KKTC” …
-‘‘Tayyip baba gel gör, Türkiyelidirler diye böyle yapıyorlar’’…
TC Elçiliği’ne Adalet Müşaviri atandı. Sömürgecinin yaptıkları yapacaklarının garantisidir.
Adli İşbirliği Protokolü’nü imzalayanlar suskun…
Yaptılar, gene yaparlar…
Sustunuz, gene susarsınız…
***
22 Ocak 2018 linçinin 4. senesindeyiz…
Toplumsal muhalefetin 4 senedir sustuklarının ve yapmadıklarının sonucudur bugün yaşanan sömürgeci saldırganlık!
Bugün susanlar 4 sene sonra günah çıkaracak kadar bile konuşamayacak…
(9 Ocak 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)