Oz Karahan – “Aynı topraklarda yaşayan Türkler ile Rumlar karşılaştırıldığında, ince bir terazi ile iki taraf da tartıldığı zaman, onlara oranla bizim her açıdan ne denli alçaklarda olduğumuzu gören aklı başında her kişi hayretini açığa vurmaktan kaçınmamalıdır.”
“Şimdiki halde yüzde doksan oranında mülk ve servet, sanayi ve ticaret Rumlara geçtiğinden; Türkler artık çalım satmağı, kesip biçmeği ve saireyi bırakıp Rumlarla kardeş gibi geçinmeğe çaba göstermelidirler. Yoksa Türkler arasında ikiyüzlülük, bozgunculuk, kavga, sevgisizlik devam edecek olursa bunun zararlarından asla kurtulamayacaklardır.”
Bu cümleler Harid Fedai’nin günümüz Türkçesine uyarlayarak “Anı-Yaşantı” başlığıyla hazırladığı kitaptan.
Bu kitapla Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim’in 1909 yılında Lefkoşa’da yayımladığı iki eseri topluma tekrar kazandırılmış.
Sağolsun Mustafa Billur dostumuz geçtiğimiz günlerde herkese hatırlattı.
Aslında kitabı değil…
İnsanlarımızı hatırlattı.
Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim’in insanlarımız için kullandığı sıfatları bu köşede kaç defa kullandım hatırlamıyorum.
Özellikle benden insanlarımızı tarif eden bir tane sıfat seçmem istense, bu en fazla kullandığım “bozguncu” tabiri olurdu.
Tabii bu yazıda üzerinde durmak istediğim konu bu sıfatlar değil…
Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim’in o sıfatları insanlarımıza yakıştırmadan önce Kıbrıslılar arasında yaptığı iktisadi karşılaştırma ve analiz.
O bu cümleleri yazarken ne Kıbrıs Cumhuriyeti vardı ne de Kıbrıslılar bir kavga içindeydi.
İnsanlarımızın bugünkü acizliklerine bahane olarak gösterdikleri şeylerin yaşanacağının sinyali bile yoktu.
Hatta Kıbrıs’ın “iki topluma” ve “iki bölgeye” bölünmeden önceki o günlerinde herşeyin ortak olduğu günler, başkent Lefkoşa’nın belediye başkanının Rumca konuşan Kıbrıslıların da oylarıyla Mehmet Şevket Bodamyalızade, yani bir Türkçe konuşan Kıbrıslının seçildiği günlerdi.
Bugün tarih ve siyasetle başınızı şişirmek istemediğim için burada kısa kesiyorum.
Kıbrıslıların iktisadi hayatı diyorduk…
Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs’ın özgür bölgelerindeki büyük ve uluslararası bir firmada görev yapan bir dostum benden bir ricada bulundu.
Firmada güzel bir pozisyonda çalışmak üzere bir Türkçe konuşan Kıbrıslı tanıyıp tanımadığımı sordu bana.
Tanıdığım, tanıdığımın tanıdığı Kıbrıs’ta ve yurtdışında okumuş üniversite mezunu ve işsiz olan onlarca kişi olduğundan kendisine hiç merak etmemesini söyledim.
Kıbrıs’ın işgal bölgesindeki yaşam koşulları ve gençlerimizin durumunu bildiğimden eşe dosta çıtlattığım anda bir insanımıza daha yardımcı olacağım için memnun oldum.
Bu haberi sağa sola yayınca, çocuğunu, arkadaşını, kardeşini bana yönlendirmeye başladı insanlar tabii…
Kaç kişi ile bu konuda görüştüm hatırlamıyorum ama hepsinden işittiğim şey aynıydı.
“Abi ben kuzeyde devlete girmeyi kovalarım, o olmazsa sana haber versem olur?”…
Kıbrıs’ın özgür bölgesinde, uluslararası bir firmada, insana yaraşır sağlık, emeklilik ve maaş koşullarında ve kuzeyde o “devlet” dediği şeyden alacağı maaşın 3-4 katını elinin tersiyle iten “okumuş” insanlarımız bunlar.
Kısa süre önce SEK ve TÜRK-SEN sendikalarının ortak başlattığı ve insanlarımıza Kıbrıs’ın özgür bölgelerinde iş sağlayacak o programa kaç kişi katıldı bilmiyorum.
Ama onun da sadece ilk etap için belirlenen kotasının çeyreğinin dolmadığına eminim.
Uzun lafı kısası geceleri elektriksiz bir şekilde soğukta titremek, ücretsiz kaliteli sağlık güvencesine sahip olmadan guduru bir yaşam ve sersefil bir hayat aslında insanlarımızın kendi tercihi dostlar.
Ve bu tercih Kıbrıs’ın tarihinin en önemli şahsiyetlerinden Lokmanhekim’in 113 yıl önce yazdığı gibi yeni verilmiş bir tercih değil.
Bu yazıyı Türkçe konuşan Kıbrıslıların Kıbrıs Cumhuriyeti’ni terk edişinden başlayıp bugünkü “iki toplumlu iki bölgeli federasyon” hayal tacirliğine kadar bu adada yaptıkları bütün “bozgunculuklara” bağlayabilirim.
Ama bugünlük uzatmayacağım.
Yazımı yine Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim’in 1960 yılı yazında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken adaya geldiğinde Lefkoşa’daki Çetinkaya Kulübünde verdiği konferansta insanlarımızın vazgeçmeleri gereken karakterlerinden bahsederken, yine insanlarımız hakkında dile getirdiği birkaç analizi paylaşarak bitirmek istiyorum.
“Kahve köşelerinde tembel tembel vakit geçiren, işsiz, idealsiz, öncüsüz gençlik”.
“Hükümet işlerine düşkünlük”.
“Halka öncülük yapmak için fedakârane çalışanlara çamur atma, onları lekeleme, bıktırıp usandırma”.
“Şahsi ve milli iktisadın ne demek olduğunu bilmemek”.
Daha anlamadınız mı?
Toplumumuzun büyük kısmı bazılarımızın da iddia ettiği gibi 1974 yılındaki işgal ve onun getirdikleri sebebiyle insani ve ahlaki erozyona uğramadı.
Tam tersine zaten sahip oldukları insani ve ahlaki erozyon sebebiyle 1974 işgali de dahil olmak üzere tüm belaları yaşamaya ve sizin de yaşamanıza sebep olmaya devam etmekteler.
(27 Mart 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)