Çıkmaz sokak konuşmaları

Aziz Şah – Bu toplumda emeklemeden koşmak isteyen o kadar çok insan var ki…

Emeklemeden koşmaya çalışınca düşen, düştüğü için küsenler de bir o kadar çoktur…

Aynı hataları yaparak farklı sonuç bekleyen o kadar çok insan var ki…

Aynı hataları yapıp aynı çıkmaz sokağa varınca da kendinden nefret eder!

Hem kendinden nefret eder, hem de öyle bir etnik bencilliği var ki!

Pandeminin başında birbirinin maskesine, solunum cihazına, ilacına ve aşısına gümrüklerde el koyan ‘müttefik’ Batılılar gibi… Batılılar bu cinneti birkaç ay yaşadı. Kıbrıs’ta ise bu bencillik hali ömürlük…

Bu toplumda öyle bir etnik bencillik var ki aynı anda üç iskemleye birden oturmak isteyen bir bencillik!

Hem Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ister, hem KKTC’yi ister, hem ‘federal Kıbrıs’ı…

Herşeyi ister!

Sonra gidip çıkmaz sokakta sıkışınca suçlu arar…

Bu etnik bencillik gerçekte hiçbir şeye sahip olmadığını bildiği içindir:

Bu yüzden agresifleşir…

Bu yüzden emeklemeden koşmak ister…

Bu yüzden küsüp küsüp durur kendine…

Anlıyorum bu çıkmaz sokaktaki acelelerini, çünkü tarihe çok geç kaldık!

Gençleri anlarım, ihtiyarları değil; ardında hiçbir gelenek, kurum, kuşaklar arası köprü bırakmamış ihtiyarları değil…

Gençleri anlarım çünkü eski kuşakların laneti vardır üzerlerinde!

Bu sebepten ne zaman eski kuşaklardan saygı duyduğum birileriyle karşılaşsam ‘Anılarınızı yazın, bize bulmaca çözdürmeyin’ derim…

Sürekli hafızası ile oynanmış, ‘tabela’lardaki isimlerin sürekli değiştiği, sabit kalmadığı bir yerde yaşamın sürekliliği ıstıraptır…

Bu kopuklukta yaşamak ıstırapken, tarihin sürekli baştan başladığı bu yerde, değil daha iyi yaşamak, durumunuzu muhafaza etmek için üstüne mücadele etmeye çabalarsınız…

Çifte su verilmiş ıstırap!

Çünkü onlarca yıl boşa yaşanmış, geride bir mücadele birikimi yok. Kuşaklar arasında masallar ve trajediler aktarılmış…

Boşa harcanmış bunca zamandan sonra öyle öfkeli gençlerle karşılaşırım ve öyle duyarsız gençlerle ki…

İkisi de aynı fırının ekmeği!

‘Toplumlar hak ettikleri gibi yönetilir’ diyeni de, ‘müstahakımızdır’ diyeni de anlıyorum. Çünkü neden-sonuç ilişkisine bakıyorum.

Sömürgecilik bir imha rejimidir…

Neden-sonuç ilişkisini de ortadan kaldırır, neden-sonuç ilişkisini de imha eder.

Neden-sonuç ilişkisinin akıl yoluyla açıklanmasını da imha eder sömürgecilik.

Neden-sonuç ilişkisi imha edildiğinde geriye bir ‘müstahakımızdır’ uğultusu kalır…

‘Sosyoloji bir dövüş sporudur’ diyen üstat Pierre Bourdieu der ki:

‘‘Hükmedilenler, tahakküm ilişkilerine hükmedenlerin bakış açısıyla oluşturulmuş kategorilerle bakarlar, bu da bu kategorilerin doğalmış gibi görünmelerine yol açar. Bu onları sistematik bir şekilde kendi kendini değersizleştirmeye, hatta aşağılamaya götürebilir’’…

Sömürgeleşme öyle bir süreçtir ki, sömürgeleşen kendine efendinin gözü ile bakmaya başlar; ezilen ezilmesini, aşağılanan aşağılanmasını, hiçleştirilen hiçleştirilmesini haklı görmeye başlar.

Çünkü sömürgeci imha süreci ‘mana’yı ortadan kaldırır, neden-sonuç ilişkisini ortadan kaldırır, geriye bir çöl kalır; çölün ortasındaki ‘çıkmaz sokak’taki çaresizlik ise başına gelenleri ‘haklı’ görmeye başlar.

‘Değersiz’ olduğundan emin olur çaresizce…

‘Mana’ ve ‘mantık’ ortadan kalktığında irrasyonalizmin terörüne kalır meydan.

Mana ve neden-sonuç ilişkisi ortadan kalkmasın diye yazarız. Yazı bunun için vardır. Suya tokat atarak yazsak da aynı şeyleri yapıp farklı sonuç bekleyenlere fayda etmez…

(4 Nisan 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

Görsel: Senih Çavuşoğlu

About the author